İnsanı tanımlamaya ve anlamaya yönelik hemen hemen her şeyin değişime uğradığı bir çağdayız. Kavramlar, tanımlar, yöntemler, uygulama biçimleri… Sağlık, teknoloji, eğitim gibi pek çok alanla ilgili her gün yeni bir şey duyuyoruz, yeni bir gelişmeye tanıklık ediyoruz. Bildiğimiz her şeyi yeniden öğrenmemiz gerekiyor, hiçbir şey bildiğimiz haliyle kalmıyor. Bağımlılık kavramı da bunlardan biri.
Son yıllarda bağımlılık tanımının kapsamı haz verici, kompulsif ve tekrarlayıcı nitelikte kişiye zarar veren ve değiştirilmesi ya da durdurulması zor her türlü madde kullanımı ve pekiştirici davranışı kapsayacak şekilde genişledi. Bağımlılık terimi, genişleyen kapsamıyla problemli ilişkileri, aşırı
çalışma davranışlarını ve hatta bazılarının "olumlu bağımlılık" diye nitelendirdiği davranışları (örneğin egzersiz, meditasyon) kapsıyor artık.
Alan uzmanlarının, bağımlıların ve toplumun değişen bu anlam genişlemesi sebebiyle kafaları karışmaya başladı ve bu alandaki bilim adamları ve uygulayıcılar arasında kavramın kapsamının genişlemesiyle ilgili ciddi bir endişeye neden oldu. "Bağımlılık" kavramının kapsamı çok genişletilirse
kelime anlamsız hale gelme riski taşıyabilirdi.
Bir şifa bağımlısının itirafları
Bana kalırsa kavramın genişletilmesi çok yerinde çünkü bağımlılık olarak tanımlanmaya başlanan sürekli davranışlar, gerçekten de hastalık düzeyinde. Belki burada yeniden bir sınıflandırma ile kafa karışıklıkları giderilebilir. Yeni nesil bağımlılıklar görünürde kimseye zararı olmayan davranışlar gibi düşünülse de aslında madde bağımlılıkları kadar ya da ona yakın düzeyde insan hayatını olumsuz yönde etkileyen boyutlara gelmiş durumda. Bir Şifa Bağımlısının İtirafları kitabının yazarı Ela Başak Atakan'ın şifa bağımlılığının anlatıldığı aynı adlı belgeselde kızının söylediği bir cümle beni çok etkiledi: "Kapı kapı dolaşmaktan çok yoruldum" diyordu Ela Hanım'ın kızı Ada…
Kızının hastalığına çare bulmak için çıktığı yolda denemediği yöntem, gitmediği yer kalmayan Ela Hanım, tüm alternatif tıp ve ezoterik şifacılık yöntemlerini denemiş ve denemeye de devam ediyor. Evinde sayısız organik, katkısız denilerek satılan gıda ve ilaçlar var. Çoğu denenip yarım bırakılmış. Kitabı yazdıktan sonra bu bağımlılıktan kurtulacağını düşünmüş ama tamamen kurtulamamış. Durumunun farkında olmasına rağmen bir yerden "aç karna yosun içmek şifalıdır" duymuş ve her sabah aç karna yosun içiyor. Her gün devam ettiği bunun gibi birçok ritüeli var. Tabi bu durum en çok da kızı Ada'yı etkilemiş gibi görünüyor.
İlk etapta bağımlılıkmış gibi görünmeyen şifa, ekran, spor, alışveriş gibi bağımlılıklar madde bağımlılıklarına göre tedavi edilmesi daha zor
olarak görülüyor. Madde bağımlısı kişilerin tedavisi için kullanılan bazı ilaçlar ve tedavi seçenekleri mevcut. Bu yöntemlerle bağımlının vücudu zararlı maddelerden, alkolden ve uyuşturucudan temizlenebiliyor. Davranışsal ve yeni nesil bağımlılıklar için ise kesin ve net bir tedavi yöntemi yok. Diğer
psikiyatrik bozukluklara yönelik ilaç tedavileri yapılıyor. Artı psikoterapi yapılıyor ve kişinin hayatına çeki düzen vermesi için başka meşguliyetler işin içine sokulmaya çalışılıyor.
Entel bağımlılıklar
Fakat bağımlılık olduğu düşünülmeyen ya da bağımlılık olarak görülse de bu durumdan hoşnut olunan, hatta cool bulunan "entelektüel bağımlılıklar", bağımlılar tarafından bir nevi övünülecek davranışlar gibi görülüyor. Entelektüel bağımlılıkların en bilineni olan kitap alma bağımlılığı (tsundoku)
sosyal ortamlarda kolayca bir statü göstergesine dönüşebiliyor. Bir kişi madde ya da kumar bağımlılığından bahsetmeye utanırken kitap alma bağımlılığından övünçle bahsedebiliyor.
Tsundoku hastalığı, kişinin okuyabileceğinden fazla sayıda kitap satın alarak evde biriktirmesi ile karakterize bir tür istifleme bozukluğu. Japonca kökenli bir kelime olan tsundoku, istiflemek anlamına gelen "tsunade", bir süreliğine terk etmek anlamındaki "oku" ve okumak manasına gelen "doku" kelimelerinin kombine edilmesiyle elde edilmiş. Tsundoku kelimesi Türkçeye "bir kitabı satın aldıktan sonra okumadan bırakma, genellikle böyle okunmamış diğer kitaplarla birlikte yığma eylemi" şeklinde çevrilebilir.
Sıklıkla tsundoku ile karıştırılan bibliomania ise obsesif kompulsif bozuklukta görülebilen zihinsel bir belirtidir. Hastaların kitap sahibi olmak için güçlü bir istekleri vardır. Bu kişiler kitapları satın almadan, hatta bazıları çalmadan rahat edemez ve kendilerini mutsuz hissederler. Finansal ya da ailevi sorunlara rağmen, evde bunları koyacak yer sıkıntısı olsa bile kitap satın almaya devam ederler.
Ancak, bibliomania ile tsundoku arasında bağlantı kurmak, aralarında büyük bir fark olduğu için yanlıştır. Çünkü tsundoku hastalığında kişi kitapları
okumak için alır. Bunları vakit bulamama ya da erteleme gibi nedenlerle bir türlü okuyamaz. Bibliomania hastaları okumadığı kitaplar ile ilgili herhangi bir şey hissetmezken, tsundoku hastalarında yoğun suçluluk duyguları vardır. Bibliomaniada kişi aldığı kitapları başkalarına göstermekten keyif alır ve
sosyal medyada sık sık paylaşır. Tsundokuda ise kişi kitaplarını sergilemekten ziyade iyi bir okuyucu olduğunun bilinmesini ister.
Dijital istifçiler, veri avcıları
Bir yandan şöyle bir durum da var: Fastcompany'de yayımlanan bir makaleye göre, okuyamayacağınız kadar çok kitap biriktirmek ya da depolamak zihninizin iyi işlediğine ilişkin bir gösterge. Nassim Nicholas Taleb adında bir istatistikçi var. Bu istatistikçinin açıklamalarına göre kimi zaman okuyamayacağınız kadar çok kitap satın alma, bunu bir alışkanlığa dönüştürme, ekonomik olarak yıkıcı olmadığı sürece aslında hayli faydalı.
İstatistikçi yazar, Umberto Eco'nun kütüphanesinde 30 bin civarında kitap olduğunu aktarıyor. Bu kadar çok kitabı yaşamı boyunca bitiremeyeceğini
Eco'nun kendisi de biliyor. Ancak bu kadar çok kitabın Eco'nun entelektüel açlığını ve geniş ilgi alanını canlı tuttuğunu anlatıyor.
Yani haddinden fazla kitap almak ya da e-kitap, pdf depolamak size hem ilgi alanlarınızı hatırlatan hem de sınırlarınızı gösteren bir eylem olarak tanımlanıyor. Bu geniş arşivi her gördüğünüzde bilmediğiniz şeylerin ne kadar çok olduğunu fark ediyor ve bir sonraki kitabı seçerken daha dikkatli
olmanız gerektiğini düşünüyorsunuz. Gerçi akademide sincaplara (squirellik) dedikleri bir şey var. Kitapları ve pdf'leri sürekli depolayıp hiç okumuyorsanız bu büyük bir sorun. Cool bağımlılıklardan biri de dijital istifçilik…
İnsanlar uçsuz bucaksız bir veriye sahip olan internetten pek çok bilgiyi elde ederek, bu bilgileri hafızalarında tutmak yerine dijital ortamlarda saklamayı tercih ediyor. Gerek günlük bilgiler gerekse fiziki olarak saklanılan fotoğraflar, belgeler, mektuplar, makaleler, kitaplar, müzik, film artık tamamen dijital depolarda saklanıyor. Araştırmalara göre veri biriktirme nedenleri arasında oyalanma, sorumluluktan kaçınma, sorumlulukları öteleme ve obsesif kompulsif bozukluk, kişisel birtakım başka sorunlar da bulunuyor.
Sosyal medya dijital istifçiliği daha da tetikliyor. Sürekli olarak Instagram'ın "kaydet" sekmesine attığımız bir daha bakılmayan yemek tariflerinden tutun, tavsiye filmlere, beğenilen kıyafetlere kadar birçok içerik bulunuyor. Iphone ve Instagram geçmişi arşivde tutarak önceki yıllarda bugün ne
yaptığınızı hatırlatan fotoğrafları önünüze koyuyor. Hatta onlardan klipler yapıyor. Favoriye aldığımız tweetlerin kaçına bir daha dönüp bakıyoruz? Sosyal medya, kullanıcıların istifleme zaafını sonuna kadar sömürüyor.
"Bağımlılığımdan gurur duyuyorum"
Hatıraları saklamak, bizim için özel olan eserleri biriktirmek sorun değil elbette. Fakat kontrolümüzden çıkıp bizi kontrol altına aldığını çoğu kez fark etmeyebiliriz. Kendimizin iyi bir gözlemcisi olabilmek gerekiyor. Fark edebilmek için dijital istifleme dört başlık altında kategorilendiriliyor;
Koleksiyoncu: Sistematik ve kontrollü olarak verileri toplar.
Tesadüfi istifçi: Dağınıktır, neye sahip olduğunu bilmez ve veriler üzerinde kontrol sahibi değildir. Talimatla istifçi: Çalıştığı kuruluş için veri tutar.
Endişeli stokçu: Verileriyle güçlü duygusal bağları vardır ve bunları silmekten endişe duyar.
Bağımlılık düzeyine geçiş işte tam da bu endişeli stokçular arasından çıkar. Bağımlılıkların tümüne baktığımızda kökeninin kaygı duymak olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Kaybetme korkusu, sevilmeme veya takdir edilmeme kaygısı ile baş etmeye çalışan insan bir davranışı tekrarladığında bu tekrar haz ve ödül olarak kendisine dönüyorsa tekrarladığı davranışa karşı bağımlılık oluşur. Çok kitap satın almasının ya da her şey hakkında bir bilgisinin olmasının insanlar tarafından hayranlık ya da şaşkınlıkla karşılandığını gören kişi bundan haz duyduğunda bu hazzı yaşatan davranışı tekrar
etmek ister.
Entelektüel bağımlılıkların arasında sürekli eğitimlere, seminerlere, kurslara katılarak sertifika alma bağımlılığı da yer alıyor. Bu kişiler daldan dala atlayarak bir gün senaryo yazım eğitiminde, öbür hafta seramik atölyesinde, bir başka hafta resim kursunda soluğu alıyor. Tam olarak hiçbir
hobi ya da uzmanlık alanında istikrar sağlayamayan entel bağımlılar, her şeyi biraz biraz bilmenin, "ortamlarda satılacak bilgiler"in, story'de paylaşılacak karelerin peşinde, üstelik sürekli vakitsizlikten yakınarak, bunu da alttan alta böbürlenerek yapmaya devam ediyor. "Kitap almadan
duramıyorum, kitapçı gördüm mü dayanamam, bilmem ne akademisinin bütün kurslarına katıldım, falan feşmekan müzik grubunun 70'li yıllardaki bütün konser kayıtlarını saklıyorum, her gün spor yapıyorum" cümlelerinin altında bağımlılığından gurur duyan hastalıklı bir kibir yatıyor.
Kaygı, benliği korumak için sürekli çalışan bir kontrol ve haz mekanizması kuruyor. Teslim olamamanın, güven duyamamanın, başkası
odaklı yaşamanın getirdiği ilgi ve onay açlığı, cool bağımlılıklarla bizi kendimizin ve başkalarının gözünü boyamaya itiyor. Cool bağımlılıklar kul olma bilincinin eksikliği ile doğru orantılı olarak ortaya çıkıyor. Hâlbuki akışa teslim olmamızı sağlayan iman ve eminlik, bizi bağımlılıklardan kurtaran, özgürlüğümüze açılan kapı olarak karşımızda duruyor.