Soyut yönleri barındırsa, rölativite içerse ve gerçekte tam olarak ne kastedildiği tam manasıyla anlaşılamayan kavramlardan olsa da genel anlamda bağnazlık, bir düşünceye, bir inanışa veya bir mezhep veya ideolojiye körü körüne bağlanıp ondan başkasını düşünmeme anlamına gelir. Bağnazlık
ilk bakışta din ve dindarlara has bir olguymuş gibi anlaşılsa da seküler, siyasi, kültürel, bilimsel ve entelektüel kesimlerde de pekâlâ mevcut. Bu yönüyle bağnazlık dinî, mezhebî, siyasî, etnik, kültürel, ideolojik ve bilimsel temelli olabiliyor.
Bağnazlık denince akla ilk "fanatizm" veya "taassup" kelimeleri gelir. "Dışlayıcılık", "karşıtlık", "dogmatizm", "radikalizm", "marjinalizm", fundamentalizm", "dar görüşlülük", "ön yargılılık", "katı-sert olma", "sabit fikirli", aşırılık-radikallik de akla gelen kelimelerden. Bir dönem Türkiye'de dindarları etiketlemek için sıkça kullanılan "gerici", "irtica-mürteci" ve "yobaz" ifadeleri de kullananlar açısından bağnazlıkla ilgili.
Bağnaz kimse dediğimizde akla dogmatik, sabit fikirli, dar görüşlü, dışlayıcı, durağan, gelişmeye kapalı kimse gelir. Bağnazın Latincedeki karşılığı "fanaticus" olup kendini tam olarak çılgınlıkla mabede adamış kimseler için kullanılmıştır. Bağnazlığın Arapçadaki karşılığı sayılan "taassup" ise
asabiyet kelimesiyle ilişkili olup bu kelime hem sinirlilik hem de cemaatin bireyleri arasındaki dayanışmayı ve direnmeyi sağlayan sosyal bağlılıktır. Ancak bağnazlığa evirildiğinde asabiyet, kan bağı ile bağlı olduğu topluluğun değerlerini mutlaklaştırmak ve bu değerleri haklı haksız gözetmeden saldırgan bir şekilde savunur.
Bağnazlık, fanatizm veya taassupta genelde "ya bizdensin ya öteki" tavrı belirgin olup bu aslında ötekileştirmedir. Zira ötekilerimizi olması tabii olup önemli olan ötekini ötekileştirmemektir. Bu ötekileştirmede de dışlayıcı, kategorize edici ve etiketleyici tutumlar görülür. Ayrıca bağnazlıkta tecdid-ihya, yenilenme gibi "gelenekli yenilikler" diye niteleyebileceğimiz anlayışlara da karşıtlık söz konusu. Bu ise dinamizmi öldüren statik-sabit fikirli bir tutum. Hâlbuki gelenekli yenilenmenin yer ettiği ortamda fanatizm ve bağnazlık, yer yer boy gösterse de son tahlilde barınamaz. Gerek düşünce gerekse toplumlar da bağnazlığı aşabildikleri ölçüde yenilenip gelişebilir.
Öte yandan bağnazlıkta totoloji, genelleme ve mutlakçılık da söz konusudur. Bu tutumun temelinde, bağnazın kendi görüşünün doğruluğundan kesinlikle emin olması gibi bir inanç yatar. Fanatik gruplar, varlıklarını dayandırdıkları ilkeleri, kuralları ve normları mutlak kabul eder. Dolayısıyla
da bir din, anlayış, mezhep veya ideolojiyi bir bütün olarak yargılar ve etiketler. Dolayısıyla topolojik bağnazlıkta da genelde norm değer ve özden ziyade form ve şekli esas alan ön kabuller öne çıkar.
"Ed-Dîn-İslam", "tedeyyündindarlık" ve bağnazlık Aşırılık, fanatizm, taassup olarak bağnazlık, Hz. Âdem'den bu yana tüm peygamberlerin tebliği ettiği yegâne din (ed-Dîn) İslam ile ilişkilendirilemez. Ancak "tedeyyün (Müslümanların İslam'ı anlama-yaşama pratikleri)" diye niteleyebileceğimiz alanlarda ortaya çıkmış, çıkmaktadır. Mesela tarihte Haricîlik, müfrit zahirîlik, müfrit lafızcılık (literalizm), haşevîlik (kabukçuluk), müfrit batınîlik (ezoterizm) ve Selefîlik gibi mezhep, fırka, akım veya anlayışlarda bağnazlık daha ziyade öne çıkmış; onların modern versiyonlarında halen de çıkmaktadır. Bunun yanı sıra hemen her anlayıştan cemaat-tarikat veya kültlerde de bağnazlık ve taassup farklı versiyonlarıyla görülür.
Yakın tetkike tabi tutulursa bu tür anlayış veya yapılarda "aşırılık", "dışlayıcılık", "karşıtlık", "ötekileştirme", "dogmatizm" veya "tekfir etme" gibi sosyo-psikolojik tutumlar ziyadesiyle mevcuttur. Zira bağnaz, fanatik ve mutaassıp olanlar sürekli kendisi gibi olmayanlarla zıtlaşıp onlara karşı koyar. Onlar için tutumları, ideolojileri veya inançlarının tartışılması söz konusu olmayıp sorgusuz ve körü körüne inanç veya ideolojisine bağlılık esastır.
Bu sebeple bağnazlık-fanatizm, sağlıklı insanî iletişimin önemli engellerinden biridir. Bu yönleriyle bağnazlık, belli birsınırdan öteyi görmeyi reddedip
kendini yine kendi egosu içine hapsetmeyi tercih eden, empati duygusundan yoksun bir insan karakterinin ürünüdür. Bu noktada herkes kendi doğrularının evrenselliğini iddia edip diğer doğrular karşısında kendisini kapatarak, dışarıdakilerin doğrularını kesinkes reddeder. Seküler olsun dinî-mezhebî veya ideolojik olsun, günümüzde bağnazlığın en belirgin tezahürlerini, Batı'da kültürel ırkçı-İslam karşıtı Siyonist, Evanjelik İslamofobiklerde
görüyoruz.
Bağnazlık ve fanatizm olarak "kültürel ırkçı İslamofobi" Özellikle dinî-mezhebî fanatizmin İslam'ın ortaya çıkışından bu yana Orta çağ boyunca Avrupa'da ne tür bağnaz söylem ve eylemlerle tezahür ettiğini ilgili bazı araştırmalardan biliyoruz. Buna göre İslam'ın zuhuru yıllarında
İslam, ismailî-hacerî ve heretik arka plana sahip arkaik, barbar bir ideoloji olarak görüldü. Bu bağnaz-fanatik bakış Haçlı savaşları boyunca ve daha sonra Reformasyon ve oryantalisti dönemde de -biraz daha bilimsel kılıfla- devam ettirildi. Soğuk Savaşın bitimi ve özellikle de 11 Eylül sonrasında ise bu bağnazlıkfanatizm düşmanlık olarak hızla yüksel(til)di. Etiketlemeler, etnikdinî- sekter profil oluşturmalar, grup içi ve grup dışı ayrıştırıcı
ve ırkçı tasnifler ulus devletlerin belli kademlerinde (polis, vergi daireleri, gençlik daireleri vb.) bile görüldü, görülüyor.
Günümüzde ise kültürel ırkçı-İslamofobik fanatizm ve bağnazlıklar Batı'da iyice normalleştirilip merkez sağ-solun yerini alan aşırı sağ-sol parti veya grupların manifestolarında bilhassa öne çıkıyor. Bu doğrultuda sekülerdinî Yahudi Siyonizminin yanı sıra ve Hıristiyan Siyonizminin (Evanjelikler-Televangelistler) yön verdiği parti veya gruplar, İslam, Kur'an ve Hz. Peygamber karşıtlığında başat rol oynuyor. Bu durum ise İslamofobik söylemeylemleri artırıyor ve hatta normalleştiriyor.
Üstelik İslam-Müslümanlar söz konusu olduğunda kültürel ırkçıİslamofobik bağnazlık herhangi bir kanunî, siyasî ve etik sınır da tanımıyor. Dünyanın gözü önünde cereyan eden Gazze katliamı sürecinde İsrailli veya Batılı bir kısım siyasetçiler veya din adamlarınca kutsal kaynaklardan yapılan bağnaz, fanatik, Siyonist ve kültürel ırkçı-İslamofobik çıkarımlarda bu durum net bir şekilde görülüyor.
Mezhepsel-ideolojik bağnazlık
Öte yandan İslam dünyasında da oryantalizme dayalı "Batı merkezci" sömürgecilik başta olmak üzere, önemli dışsaliçsel bazı sebeplerle etniksekter ayrışma ve çatışmaların öne çıkıp derinleşmesiyle, mezhepsel-ideolojik fanatizm ve bağnazlıkların ivme kazandığını da söylemeliyiz. Batı'da ve
aslında tüm dünyada İslamofobik söylem-eylemlerin artışında Müslümanların kendi içindeki bu etnik-sekter bölünmüşlüğe de dayalı mezhepsel bağnazlık, fanatizm ve taassubun da tesiri var. Bu fanatizm ve bağnazlıkta din-İslam'ın temel referanslarını yanlış anlama-yorumlama ve bu yorumlarını mutlaklaştırmanın yanı sıra tarihî, sosyo-kültürel şartlar da etkili. Burada kastımız bir mezhep veya fırkanın kendi görüşünü-anlayışını "en iyi" olarak görmesi değil, bu görüşünü ötekini ötekileştirerek fanatik ve bağnazca dayatıp kabul ettirmeye çalışmasıdır.
Bu bağlamda İslam'ın ilk yıllarında Kur'an'dan bazı ayetlerden yanlış çıkarımlarla tekfir mekanizması üretip terör ve suikastlar düzenleyen "haricî" anlayışı sürdüren şahıs ve grupların mevcudiyetini biliyoruz. Yine bazı ayet-hadisleri aşırı lafızcı dar yorumlayıp tekfir mekanizmasını çok kolay kullanan "müfrit zahirî (aşırı lafızcı)", haşevî (kabukçu) ve radikal-entegrist selefî yorum geleneğinin bir devamı olan DAEŞ gibi terör örgütlerini acı bir şekilde tecrübe ettik. Benzer şekilde ayet-hadisleri müfrit bâtınî-ezoterik (zahiri tamamen dışlayan) yorumlayıp tersinden tekfir üreten -modern versiyonlarıyla- Haşhaşî anlayışlarda da bu bağnazlığı alabildiğine gördük, görüyoruz.
Diğer yandan insanların bu tür dini-mezhepsel-meşrepsel ve ideolojik bağnazlıklara ilgi duymaları Kur'an ve sünnet naslarını anlama yöntemlerindeki yanlışlıkla ilgili olmakla birlikte, söz konusu akımların doğasında bulunan radikallik ve protest tutumların onların psikolojilerini rahatlatmadaki etkisiyle de ilgili olsa gerek. Mesela Batı'daki mühtedilerin önemli bir kısmı radikal-entegrist selef söylem ve söz konusu ideologların fanatik-bağnaz görüşlerinden etkilenerek de İslam'a ihtida etmektedir ki, burada realitelerden uzak bir idealite öne çıkar.
Realite-idealite dengesi
Bağnazlık-fanatizmde realitelerden tamamen uzak bir idealite ve ütopya söz konusudur. Bu ütopya da genelde distopyahayal kırıklığına dönüşür. Bugün Müslüman coğrafyaların en sıkıntılı yönlerinden biri belki de idealite-realite dengesini yakalayamamaktır. Zira "vasatıyye", "i'tidal-orta yol"
diye niteleyebileceğimiz -en geniş anlamıyla- Ehl-i sünnet'in de inanç, ibadet, ahlak ve sosyal hayata bakıştaki temel vasfı bu olsa gerektir.
Gelenekçi değil ama gelenekli anlayışla, geleneğini doğru bir istikamette yenileyemeyip "gelene ek" yapamayan din, mezhep veya gruplar modernpostmodern meydan okumalar karşısında, genç nesiller başta olmak üzere, savrulma ve dikotomik tutumlardan kurtulamayacak; idealite-realite arasında dengeli duruşlar sergileyemeyecektir. İslam dünyasındaki savrulmalarda da gördüğümüz üzere, ya idealden uzaklaşıp kök paradigmasını kaybederek realitenin girdabına kapılacak, ya da konteks ve realiteyi ıskalayıp bağnaz-fanatik, anakronik ve nostaljik tutumlara savrulacaktır.
Hâlbuki Müslümanlar, tüm insanlığa yönelik son ilahî mesajı Kur'an ve onun hayat bulmuş modeli olan Sünnet ile yapay zek tabanlı dijitalleşmenin insanı dönüştürdüğü (transhümanizmposthümanizm), post-modern ve hatta hiper-modernite çağında insanlığın sorunlarına söyleyecek
evrensel mesajlara, değere ve medeniyet perspektifine, "bi'lfiil" olmasa da "bi'l-kuvve" elbette sahiptir. "Siz dünyanın tuzu ve ışığısınız" hadisiyle Hz.
Peygamber Müslümanlara tuz gibi bozulmamayı, bozulan her şeyin de onunla bozulmasının önleneceği bir misyon ve ideali göstermiştir. Ne var ki
Müslümanlar olarak, istisnalar bir yana, "tuz gibi olma" misyonuna uygun, bağnazlık ve fanatizmden uzak söz, fiil ve perspektifi, en azından Aydınlanma döneminden sonraki iki asırlık buhranlı dönemden bu yana, henüz cihanşümul bir dille ortaya koyabilmiş değiliz.
Zira bağnazlıktan uzak bu misyon, rivayetle beraber riâyeti, tebliğle birlikte temsîli, formun ötesindeki norm ve özü anlayacak firâset ve hikmetin, güzel olanla yetinmeyip daha güzelin, faziletli olanın ötesinde daha fazîletlinin mühim olanı es geçmeyip ama daha önemli olanın, yasal olanın ötesindeki helali ve "tayyibtayyibatın (organik-tertemiz)", "ibâdet-i mersûme" dediğimiz formel ibadetlerin yanı sıra sosyal ibadetlerin şuurunda olmayı
gerektirir. Bütün bunlar ise, hayatı Rıza-i Barî çerçevesinde imar edip ibadet kılacak bir ubûdiyetkulluk şuuruna sahip faal-işlevsel akla yani teakkul, tefakkuh ve öncelikler fıkhına sahip olmakla mümkün olabilir.
Kısaca bu düşünme biçimi aslında İslam dünyası olarak Aydınlanma sonrasında bilgi üstünlüğünü kaybettiğimiz Batı karşısındaki reaksiyoner, refleksif, bağnaz, fanatik tutumlardan kurtulup aksiyoner, pro-aktif, gelenekli ve hikmetli tutumlara yönelme, eziklik ve kurban psikolojisini aşama ve işaret ettiğimiz krizden çıkacağımız metafizik-ontolojik bağa sahip bilgiyi ortaya koyma formülümüze dair de ipucu verse gerektir.