Son zamanlarda dijital platformlarda ve YouTube'da kadın bakışının öncelendiği ve klişelerin aşıldığını iddia eden birçok içerik art arda yayımlanıyor fakat çok tartışılan bu içeriklere izleyiciden gelen tepkiler genellikle, "Bu hikâyeler hangi ülkede geçiyor?" şeklinde oluyor. Esas Oğlan, Kimler
Geldi Kimler Geçti, Ru ve bunlara benzer birçok yapımda gördüğümüz şey ABD'deki örneklerden kültürel bağlam göz ardı edilerek doğrudan kopyalanıp izleyiciye sunulan içerikler.
Gerçeklikten uzak, senaryoda derinlik ve çaba barındırmayan bu içeriklerde ön planda gördüğümüz en büyük şey aşırı görsellik. Ancak oyunculuk ve senaryo tekniklerine yönelik eleştirileri bir kenara bırakırsak, bu yapımlarla birlikte en çok tartışılan konu, yeni feminizmle beraber "özgür kadın" söyleminin içinin boşaltılması. Bu hikâyelerde ana tema olarak "özgür kadın" vurgusu yapılsa da bu çaba algı yönetmekten ibaret. Çünkü bu içeriklerdeki özgür kadın temsili, toplumsal bağlamdan kopuk, derinlikten yoksun, cinsiyetçi ve klişelere dayalı bir biçimde sunuluyor.
Erkek bakışının üretimi En bilinen medya teorilerinden biri olan "male gaze" (erkek bakışı), kısaca sinemada erkek bakışının kadın karakterleri nasıl
nesneleştirdiğini açıklamaya yarıyor. Bu kavram, İngiliz film teorisyeni Laura Mulvey tarafından 1973'te yayımlanan bir makaleyle literatüre kazandırıldı. Kavramın ortaya atıldığı tarihe bakıldığında görece eski olması nedeniyle bugün bu teoriye atıfta bulunmak demode gibi görünebilir fakat
"erkek bakışı," bugün de hem sinemada ve hem medyanın diğer alanlarında geçerliliğini koruyor, demodeleşmek bir yana eskisinde daha meşru bir halde varlığını sürdürüyor.
On yıllardır var olan ve gündemden düşmeyen medyadaki erkek bakışı, kadınları pasif, erkekleri aktif olarak konumlandırır. Bu bakış kadınları itaatkâr bir role yerleştirebilir çünkü burada kadının rolü erkek izleyiciye göre şekillenir. Kadın, yalnızca erkeklerin bir arzu nesnesi olarak tasvir edilir ve
bir metaya dönüştürülerek piyasa içinde pazarlanır. Böylece erkeğin gücü pekiştirilirken kadın yalnızca ana kahramana hizmet eden bir aksesuardır.
Uzun yıllardır bildiğimiz ve izlediğimiz bu anlatı pratiği sadece sinemada değil, medya araçları çeşitlendikçe, kişiler de medyada üretici konumuna
geçtikçe reklamlardan sosyal medya paylaşımlarına, televizyon programlarından talk show'lara kadar pek çok alanda erkek bakışı olarak konumlanıyor. Her yerden karşımıza çıkarak bizi maniple eden yaşlanma karşıtı ürünlerin bedenimizi "düzeltmemiz" gerektiğini vurgulaması, Instagram paylaşımlarında filtrelerle, photoshoplarla mükemmel görüntü elde etme baskısı, dünyanın teşhire dayalı bir hâl alması male gaze'in gündelik hayattaki görünmeyen etkilerinden.
O kadar tartışmaya, mücadeleye, modernleşmeye ve elde edilen kazanımlara rağmen kadın figürünü ekranda ticarileştiren bu bakış açısı hâlâ nasıl son bulmaz sorusunun cevabı günümüzün popüler değer yargılarının bu meselede profesyonelce kullanılmasında gizli. Feminizm gibi popüler akımların sahiplendiği tartışılmaz ve dokunulmaz söylemlerle bu zihniyet kendine meşru bir zemin bulmakta zorlanmıyor. Zor olan şey ise ekrandaki bu kadın temsilini eleştirmek. Çünkü anında birbirinden ötekileştirici, aşağılayıcı etiketlerle cevap geliyor.
Makyajla piyasaya yeniden sürülüyor
Netflix gibi platformların sağladığı çeşitlilik, küresel sinema dilinin yıkılmasına, kalıplaşmış kadın konumlanmasının değişmesine, kadın merkezli anlatılara alan açılarak içeriklerin gerçekliğe yakın, pazarlamaya uzak hile geleceğine dair büyük umutlar taşıyordu. Bu çeşitlilikle kadının medyada nesne değil özne olarak ele alınması, yapımlarda izleyiciye daha eşitlikçi anlatılar yaratmanın hedeflendiği dile getiriliyordu. İzleyiciye kadınların erkek bakışından kurtulduğu, istediği gibi konuşabildiği, özgürleştiği ve daha güçlendiği mesajını sundukları ifade ediliyor. Artık kadınlar seçilen değil, seçen bir pozisyonda konumlanacaktı.
Ancak yukarıda bahsettiğimiz yapımlar ve benzer YouTube içeriklerine bakıldığında görülen şey kadını özne haline getiren, eşitlikçi bir yaklaşım değil. Gördüğümüz tek şey erkek bakışının daha meşrulaştırılmış, daha süslenmiş bir biçimde yeniden piyasaya sürülmesi. Bu, önceye kıyasla daha büyük bir tehlikeye işaret ediyor çünkü artık erkek bakışının yerleştiği o kültür, "özgürlük" söylemleriyle daha güçlü, daha aktivist; bir yandan da daha eğlenceli ve renkli bir biçimde sunuluyor.
Arka planda teşhir üzerine inşa edilen bu görsel kültür "özgür kadın" söylemini bir sopa gibi kullanarak aslında kendine yeni bir "itaatkar kadın" üretiyor. "Yeni kadın" özgürleşmiştir, istediğini yapma özgürlüğüne sahiptir, ancak gerçekte o sadece erkek bakışının kuklası ve kapitalist pazarın tüketicisidir, hala kişiliği yoktur. "İşini kaybeden bir annenin bir yılda OnlyFans milyoneri olması" gibi başarı hikâyeleri, bu algının yerleşmesinde rol oynuyor. Yani kadınlara hükmetme üzerine kurgulanan zihniyet bitmiyor, üstüne eğlenceli kostümler ve güçlü değer yargıları giydirilerek piyasadaki yerini daha da sağlamlaştırıyor.
Yeni feminizmin bağnazlığı
1970'ler ve 1980'lerden bu yana feminizm temelli mücadele, medyadaki bahsettiğimiz bu cinsiyetçi temsilleri ve klişe anlatıları gündeme getirerek
bedenin toplumsal inşasına dair kapsamlı çalışmaların yapılmasını sağladı, gündeme getirerek izleyiciye farkındalık da kazandırdı. Fakat 2000'li yıllardan itibaren çeşitli kollara ayrılarak gelişen yeni feminist fikirler elde edilen tüm bu kazanımları birer birer yok ediyor. Kadının kazanç getiren bir unsur olarak temsil edilmeye devam ediyor olması ve bu fikrin her dönem farklı versiyonlarla yeniden üretilmesi, yeni feminist akımlarının adeta işbirliğiyle "özgür kadın" olarak meşru hale gelmesiyle daha da güçleniyor. Sinema, televizyon ve sosyal mecralarda son yüzyılda kodlanmış olan bu bakış açısıyla açıkça boğuşan kadınları ise her zamanki gibi öteki olarak kodluyor.
Çünkü bugünün en çok sesi çıkan feminist akımlarına göre "özgür kadın" Batılı modele en çok uyan kadındır. Kendi kültüründe de olsa geri kalan kadınları genellikle daha aşağı pozisyonda, ezik, cahil kadınlar olarak görür. Esas Oğlan ya da Kimler Geldi Kimler Geçti filmlerindeki özne kadınlar kendi alt kültürden sıyrılarak Batılı beyaz kadın modeline ulaşmaya çalışarak Batılı beyaz kadın modeline tam olarak uyan başarılı kadınlardır. Bu kadınlar, kurtulmuş ve özgürdür. Bu kadınların medyadaki temsillerinin aslında erkek bakışına ve erkek arzusuna hizmet ediyor olması ise üzerine
düşünülecek bir konu değildir.
Ana akım Batılı feminizm, bireyselleşmenin etkisiyle her kadının feminizmini kendi algısına göre tanımladığı bir noktaya kadar ulaştı. Bu bireysel yaklaşım feminizm düşüncesini toplumsal bir hareket olmasını engelliyor; ne sağlam bir ilke ne de etik ortaya koyabiliyor. Feminist etiketi bugün siyasi
birtakım söylemlerden öteye gidemiyor. Feminist bir perspektiften bakıldığında bu tür bir metalaştırma, kadın emeği ve bedeninin tarih boyunca kâr için sömürülme biçimlerinin bir devamı olarak görülürken günümüz feminizminde bu anlatım "özgürlük savunucusu" ya da "seküler dünyanın son kalesi" olarak pazarlanıyor. Esas Oğlan'da kameranın bize gösterdiği şey kadının izleyici için hizmetkar olarak konumlanmaya devam ediyor olması. Hadise'nin kamera önündeki performansı bu bakış açısına kusursuz bir hizmet ediyor.
Bugün medya ve televizyonun en büyük sorunlarından biri olan kadının aşırı cinselleştirilmesi, kadın haklarını savunma iddiasındaki hareketler ve söylemler ile popüler yapımların mimarları tarafından alınarak kendi kâr amaçlarına hizmet etme tehlikesi altında. Günümüz medyasında içeriklere baktığımızda "özgürleşmiş kadın" imajı bir yanılsamadan ibaret aslında. Evet, kadın istediğini yapma özgürlüğüne sahiptir fakat erkek bakışının ve kapitalist pazarın bir nesnesi olmaya devam etme şartıyla. Bugün kadın teşhiri özgürlük olarak savunulurken dijital platformlarda feminist hikayeler erkek bakış açısıyla anlatılmaya ve üretilmeye devam ediyor, kadınlar "özgürleşme" adına giderek istemedikleri temsile zorlanıyor.