'Karşılaştırma' yöntemi yazı yazarken verimli bakış açıları sunar, konunun birçok yönünü ortaya çıkarmaya katkı sağlar lakin karşılaştırma yaparken iki tarafı eşit ölçüde en azından birbirine yakın şekilde bilmek gerekir. Karşılaştırmaya konu olan taraflardan biri daha az bilindiğinde bilinen baskın hale gelir, karşılaştırma yapmaktan daha çok, bilinen tarafın kavram ve değerlerinin belirleyici olduğu bir anlatı ortaya çıkar. Bu durumda görece daha az bilinen, edilgen bir şekilde bilinen tarafın bir aracı haline gelerek ona hizmet eder. Modern dünya ile onun öncesindeki çağları karşılaştırmada ortaya çıkan en ciddi sorun, taraflardan birinin her zaman az biliniyor olmasıdır.
Bu durumda farkında olmadan bütün çağlar modern dünyaya göre anlatılacak, bütün değerler modern dünyaca tanımlanır hale gelecektir. Bu durum bir ölçüde tabii karşılanabilir; çünkü zihin içinde yaşadığı dünyanın bir ürünü olarak ortaya çıkar, o dünya ile eğitilir, o dünyanın değerlerini ve dilini farkında olmadığı kadar derinden benimser. Gerçekte geçmiş bir devri eleştiren zihnin de modern bir zihin olması karşılaştırmalı yaklaşımların en büyük sorunudur. Bu nedenle burada yazılanlar da dahil olmak üzere her karşılaştırma modern dünyanın belirleyici olduğu anlatıdan öteye geçmeyecek olsa bile modern dünyanın öteki çağlardan nasıl ayrıştığını karşılaştırma yoluyla anlatmayı sürdüreceğiz.
İçinde yaşadığımız dünya ile önceki çağları ayrıştıran şey, iş ve meslek sahibi olmak, özellikle insanın değerinin ve hayatın anlamının mesleklerle düşünülmüş olmasıdır. Hiçbir çağda meslek sahibi olmak bu çağdaki kadar yüceltilmemiş, meslek sahibi olmak bu çağ kadar anlamlı görülmemiş, insan kişiliğinin kurucu unsuru haline gelmemiştir. Tüm fıkralar arasında insanın buğday ile değer arasına sıkışmışlığını anlatan en nefis hikâye sayılabilecek Hoca'nın "ye kürküm ye" hikâyesi modern dünyada meslek hikâyesine dönüşmüş, insanın itibarı ve hayatının anlamı mesleğine bağlanmıştır.
Meslek ve iş her şeyin önüne geçti
İnsan hayatında mesleğin ehemmiyetini günlük hayatta sürekli tecrübe ederiz: Geçmiş asırlardan itibaren iki insanın ilk karşılaşmada söze nasıl başladığını anlatan örnekler seçilmiş olsa bile modern çağın örneği birinin ötekine sorabileceği "ne iş yapıyorsunuz?" sorusu olabilirdi. Birkaç
asır önce insanlar önce mesleği mi merak ederlerdi? Muhtemelen pre-modern çağlarda karşılaşmada konuşulan konulardan biri de meslekti fakat böyle bir soru -şayet soruluyorsa- modern çağdaki gibi 'anlam' ve hakikatle özdeş bir soru olarak yöneltilmezdi. Bu nedenle insanlar maişetlerini karşılamak üzere bir meslek sahibi olsa bile, bu soru doğrudan kişiliği şekillendiren esaslı bir sorun olarak görülmezdi. Modern dünyada ise meslek hatta işin ta kendisi her şeyin önüne geçerek insanın en merak ettiği konu haline geldi.
Mesleğin insanın bütün uğraşları arasından sıyrılarak başat hale gelmesinin seyri modern dünyanın ortaya çıkış seyridir. Rönesans sonrasında ortaya çıkan yeni toplum ve birey düzeni Avrupa'nın çeşitli şehirlerinde 'çalışkanlık devrimi' denilen bir değişimi ortaya çıkarttı, aile içindeki her birey üretim ve çalışma hayatına girmekle yükümlü kılındı, çalışmanın getirdiği imkan ve hazlar ise yükümlülüğü iştaha döndürebildi. Meslekle var olmanın kurucu
ilkesi olduğu bir dünya anlayışı bu psikolojik saiklerle şekillendi.
Öte yandan meslek ve iş sahibi olmak, eğitimin esas amacı haline geldi, bütün eğitim ve öğretim faaliyeti mesleklere göre tanzim edildi, en değerli olanlar ise en faydalı mesleklerle ulaştıranlar olarak görülmeye başlandı. Binaenaleyh modern dünyada insana mesleğini sormak, herhangi bir durumunu veya halini sormak değildir; kimliği sormak, insanın dünyayla ilişkisini sormak, hatta insanın hakikatli yaşamla ilişkisini sormak demektir: meslekli hayat anlamlı hayattır.
Üretim ve çalışma merkezli dünya
Meslek önce insanın var oluş gayesini yeni bir gözle yorumlamasını getirdi. İnsanın anlam krizi ve var oluş sancısı meslek ve iş hayatındaki sorunlar üzerine kuruludur. Toplumsal değişimler, devrimler, ahlaki ve entelektüel sorunlar, meslekler üzerinden ortaya çıkar. Haddizatında üniversiteler, bilim kurumları hatta dini kurumlar, mesleki kurumlar olarak tesis edilir, bunlar birer meslek kapısı haline gelir, meslek üreterek anlam ve ehemmiyet kazanırlar. Modern çağda okumak, geçmişteki çağlardan farklı olarak, bütünüyle meslekle ilişkili hatta özdeş hale gelmiştir. Okullarda talebelerin gelecek planlaması mesleklere göre yapılır, mesleklerdeki verimlilik ise maddi ve somut ölçülerle hesaplanır.
Modern çağ durağanlık üzerine kurulu aristokrasiyi hiç anlamlı bulmaz. Bu durum mesleğin 'maişet'ten fazla bir şey olduğunu gösteren örneklerden
biridir. Herkes üretmek, sürekli çalışmak yoluyla dünyaya iştirak edebilir, bu sayede sahici bir itibar kazanabilir. Çağdaş ideolojiler meslek merkezli
anlayışı yücelterek insanların dünyayla ilişkisini bu cihetten yorumlamışlardır. Engels'in bu amaçla söylediği söz mesleğin ve işin insan hayatındaki
yerini ve tarihi ve toplumu inşa etme kabiliyetini anlatır: "İnsan dünyayla ve doğayla mücadele içinde varlığını korur, iş hayatını ve meslekleri geliştirir. Daha sonra meslekler insanı dönüştürür."
Mesleğin insanı dönüştürebileceği geçmişte de az çok biliniyor, özellikle ahlak ile meslek arasındaki ilişkiler (süluk-meslek ve silk) bunun üzerinden izah edilirdi. Mesela bir tekkede insana ayakkabıcılık öğretilir, aşçılık ile ahlakın ilkelerini daha iyi bir şekilde idrak edebileceği söylenirdi. Fakat buradaki esas mesele sıradan insanların "teorik yetkinlikten" uzak insanların eğitimleriydi.
Kadim ve modern zamanların anlayış farkı
Kadim zamanlardan itibaren bilgi anlayışı zihnin bedene üstünlüğü üzerine kurulu olduğu için mesleğe dâhil olmayan teorik bilgiler bedenin bilgilerinden üstün kabul ediliyor, bu sayede beceri ve iş merkezli bilgi yerine anlamak, keşfetmek üzere kurulu bilgi en üstün bilgi kabul edilirdi. Modern dünyadaki bilgi anlayışının ortaya çıkışı teorik bilginin üstünlüğünü yitirmesiyle doğrudan ilgilidir. Artık bilgideki esas mesele neyin bilinip neyin bilinmediği meselesi değil, bilgiyle neyin yapılıp yapılamayacağı haline gelmişti. Başka bir anlatımla artık anlamak yerini 'değiştirmeye', temaşa etmek yerini üretmeye, bilgiyi aktarmak ise üretimi öğretmeye bırakacaktı.
Dini hayatta bilginin ele alınma tarzıyla modern dünyada bilginin ele alınma tarzı arasında şekilsel bir benzerlik kurulabilir, en azından işin başında böyle bir yaklaşım makul gelebilir: Din bilgiyi amel ve ahlaka bağlı kabul eder, daha doğrusu gerçek bilgi insan eylemlerini değiştiren, onu ahlaklı kılan bilgidir. Bilgiyi önceleyen amel, en azından bilginin hemen ardından ortaya çıkan amelin varlık nedeni, bilginin insan tarafından tecrübe edilmesi, özümsenmesi ve zevk sürecinde tahkik edilmesidir.
Bilginin amel ve ahlaka bağlanması işin başında bilgide ve bilginin meselelerinde bir daralma meydana getirse bile işin sonuna doğru daralma ortadan kalkar, bilgi en geniş meseleler alanına ulaşır. Bu meyanda özellikle metafizikçilerin yaklaşımı dikkat çekicidir. Onlar bilginin eylemle tecrübe edilmesini 'tahkik' yani insanın taklitle 'öğrenir gibi yaptığı işleri' gerçek bir öğrenme sürecine taşıması olarak kabul eder. Bunun sonucunda ise insan
evrenselleşerek (ki bütün bu iddialar modern dünya için bir kuruntudan ibarettir) 'bütün' hakkındaki bilgiye doğru terakki eder.
Binaenaleyh ilk başta 'amele bağlanmak' nedeniyle bilgide ve bilgi konularında ortaya çıkan daralma sadece odaklanma ve yöntemsel ciddiyetten kaynaklanır, daha sonra ise bütünü öğrenmek üzere bir hazırlık (teheyyü) haline gelir. "Ameli gerektirmeyen bilgi zihne yüktür" şeklindeki bu yaklaşım insan idrakinin bütün evreni gösteren aynaya (cihannüma) dönüşmesiyle ideal sınırlarına erişir. Buna mukabil modern çağda bilginin amacı amel veya ahlak değil, yapmak ve üretmek olarak belirlendi, bilgi ile teknik, bilgi ile üretim arasında zorunlu ilişki kurularak bilginin üretime dönüşmesi gereklilik kabul edildi, endüstrileşme ise üretimi sıradan insana ulaştırabildi.
Bilgi anlayışındaki büyük değişim
Sıradan insan dünyadaki en önemli ve en yeni bilgileri bilmiyor, fakat o bilginin ürettiğini kullanarak bilginin ürünlerine iştirak edebiliyor. Artık üretmek,
bilgi sayesinde eşyayı kullanmak, bilginin doğruluk göstergesi haline gelerek bilgi ile ahlak, bilgi ile zihin arasındaki irtibat kopartılmıştır (işin doğrusu böyle bir irtibatın zaten olmadığı iddia edilmiştir). Bilgi ancak 'yapıyorsa' bilgidir, bilgi dünyayı değiştirebiliyorsa bilgidir, bilgi doğaya hükmedebiliyorsa onun ardından gidilebilir. Modern çağda evreni teorik yolla araştıran matematik, fizik, biyoloji gibi bilim alanlarına nispetle bilgiyi kullanmak esaslı mühendisliklerin tercih ediliyor olması bilgi anlayışındaki büyük değişimle ilgilidir. Modern dünya her alanda işe yarayan ve iş yapan bilgi talep etmektedir, bilgi kurumlarını bu amaçla baskı altına almaktadır.
Günümüz dünyasında 'felsefe yapmak', 'metafizik' yapmak gibi tabirlerin artık 'içi boş' alanlarla ilgili sistemsiz işler olarak görülmesi bu anlayışın sonucudur. Bir insana 'felsefe yapma' denildiğinde, işe yaramayan ve üretime dönüşmeyen boş sözle ilgilenme demek istenir. Bu gelişmeleri modern çağı hayallerinde üreten edebiyatçılar tahayyül etmiş, filozoflar ve bilim adamları ise Kartezyen felsefeyle birlikte bu dünyanın bilgi zeminini inşa etmişlerdi.
Bilim anlayışındaki değişim hiç kuşkusuz günlük hayatın alt kademelerine kadar yayılmış, insanın 'anlam' sorunu herhangi bir gerçekliğe sahip olmak yerine herhangi 'işe yaramak', üretmek ve iş yapmak olarak kabul edilmiştir. Modern çağın insanı için anlam, işe yaramak, bir şey üretmek, sürekli faaliyet olmuştur. İnsanlık artık var oluşun anlamını meslekle ilişkilendirip meslekle var olmak, iş yaparak var olmak, daha çok da başka birinin işine yarayarak -çünkü üretim başkasına sunularak değer kazanacaktır- anlamlı olmak demektir.
O zaman baştaki soruna yeniden dönebiliriz: Modern çağda 'ne iş yapıyorsun?' veya 'mesleğin nedir?' şeklindeki sorular bir işe yarayıp yaramadığımız sorusuyla eşdeğer sorulardır. Modern dünyanın ayırıcı niteliğini bu soruda bulmak mümkündür.
Zeyl yerine
Bu meyanda dikkate değer konulardan biri, meslek merkezli anlayışın dindarlar tarafından benimsenme tarzıdır. Bilginin değeri meslekle ilişkili olunca, dindarlar, kendi tarihlerini 'üretim-tüketim' ilişkileri açısından ele almaya başlamış, halihazırdaki başarısızlıkları izah etmede güçlük çekmiş, yaklaşık iki asırdır en ciddi zihinsel sorunları yaşamak durumunda kalmışlardır. Bunun temel nedeni modern çağın insanı ikna kabiliyetidir. Modern çağ belki de hiçbir çağda olmayacak kadar insanı ikna edebilmiş, zihni inşa edebilmiş bir çağdır. Bunun temel nedeni bu çağda iletişim imkanlarının gücüyle modern dünyanın anlatımındaki basitlik ve ikna ediciliktir. Hal böyle olunca herkes bu çağdan yana taraftır, her insan çağın değerleriyle geçmişe ve geleceğe bakarak bir hüküm verir. Bunun sonucunda ise din üzerinde konuşanlar bu çağın meslekçi kavramlarıyla dine bakmış, Hz. Peygamber'in sözlerini ve ilahi kelamı bu eksende yorumlamış, mesela, 'salih ameli' işe yarayan iş olarak görmüşlerdir.