Söylencelere göre Türklerin zihin alt yapılarında başlarını kaldırıp baktıkları göğün ve ardındaki dünyanın, üzerine bastıkları yerin, etrafında gördükleri canlı cansız her şeyin ve nihayetinde gören, işiten, konuşan, hisseden kendilerinin yani insanın bir ilahi güç tarafından tasarlanarak yaratıldığı düşüncesi vardır. Ülgen veya Kara Han olarak söylencelerde zikredilen bu ilahi yaratıcı aslında yazılı kaynaklarda adı sıklıkla zikredilen ve tüm Türk lehçelerinde hâlâ yaşayan "Tengri/Tanrı" idi. O en yüksek varlık ve tek otorite sahibi idi. Orhun Yazıtları'nda geçen "… Üze Kök Tengri, asra yağız
yir kılındıkta ikin ara kişi oğl kılınmış..." ifadeleri yeri, göğü ve ikisinin arasında insanoğlunu yaratanın Tanrı olduğunu, bununla birlikte inanç dünyamızın derinliğini gösteren en güzel ifadeler olarak yüzyıllardır ayakta duruyor.
Hem kozmogonik (evrendoğum) hem de antropogonik bir bakış açısı ile dünya ve insan doğumunun Tanrı eli ile gerçekleştiği düşüncesi Türk belleğinde ve fikriyatında yer alıyor. Sibirya Türklerinden XIX. yüzyıldan itibaren derlenen söylencelere göre hikâye edilen yaratılış, diriliş ve kıyamet senaryolarının tutarlılığı mitoloji ile ilgilenen uzmanlar tarafından tartışılmakta ve hikâyelerin özgün olmayan veya diğer inanç ve dinlerden yapılan beslemeler kolaylıkla ayıklanabilmekte iken bazı öz inanışları tespit etmek ise oldukça zor hatta imkânsız denilebilir.
Bununla birlikte Türk mitolojisinde yoktan var etmenin olmadığını, her şey yaratılmadan önce suyun var olduğunu görüyoruz. Tanrı Ülgen önce kişiyi
sonra da yaratacağı insanların ve her türlü mahlûkatın yaşayacağı toprağı kişinin yardımıyla yaratıp bir nizam oluşturduğunu söylencelerden öğreniyoruz. Diğer taraftan nizama uygun davranması gereken insanları kötülüğe sevk eden ve zayıf noktalarını kullanan şeytani fikirli Erlik'in onları kurnazlığa, kötülüğe ve yalancılığa sevk ettiğini görüyoruz. Bugün bizim "kıyamet" olarak andığımız o kaçınılmaz son, Sibirya Türkleri arasında "Kalgançi Çak" olarak zikredilmektedir. Manevi lemin bozulması sonrası insanlığın ahlaken çöküşü ve doğanın insandan yüz çevirmesi ile tabiat
olayları tetiklenecek ve Tanrı Kalgançi Çak'ın gerçekleşmesine sebep olan fenalıkları tufan, sel, deprem, yangın, kıtlık ve salgın hastalıklar vb. göndererek insanlığa gösterecektir.
Türklerde paganizm yoktur
Tarihi kayıtlardan takip edildiği üzere Türklerde çok tanrılı dinlerde görülen pagan anlayışı veya putperestlik yoktu. Ayrıca Tanrı kral veya rahip kral anlayışına sahip bir millet de değildi. Türklerin Hunlar döneminden itibaren Gök Tanrı dinine inandıkları görülür. Çin kaynaklarında M.Ö. 176'da Modu tarafından Çin imparatoruna gönderilen mektupta, tahta Tanrı istediği için çıktığını ve elde ettiği başarısını tanrının lütfuna bağladığı görülür. Bu anlayış diğer Hun hükümdarları tarafından da aynı şekilde takip edilmiştir.
Bununla beraber aynı kaynaklarda Hunların dini inançları çerçevesinde gerçekleştirdikleri ritüeller hakkında çok da ayrıntılı olmasa da kâfi derecede bilgi bulunmaktadır. Buna göre Hunlar yılın beşinci ayında Longcheng denilen şehirde toplanıp Gök Tanrıya, atalarına, yer-su ruhlarına kurban sunarlardı. Ayrıca Chanyu'nun (Hun hükümdarının unvanı, sonsuzluk manasında) her sabah çadırından çıkıp güneşe, geceleri de aya secde etmesi bildirilen ritüellerdendir.
Gök-Türkler döneminden itibaren Türklerin dini hayatları ve ritüelleri ile ilgili daha açık bilgilere ulaşırız zira Orhun Yazıtları'nda deşifre edilen ilk kelimelerden biri olan "Tengri" en yüce ve yüksek varlık olarak itikadın merkezinde tam kudret ve iktidar sahibi olarak "gök ile birlikte" görülür. Gök; varlığı ile dünyayı saran, hayatın temeli olan güneş ve suyun kaynağı olarak, yaşamını hayvan besiciliğiyle devam ettiren Türkler tarafından her şeyi yaratan Tanrı'nın mekanı olarak görülür. Gök her şeyi çevrelemiş ve tüm işaretler (yağmur, kar, rüzgâr, ışık, karanlık, şimşek, yıldırım, gök gürültüsü, sıcak, dolu) gökten gelse de gözle görülüp beş duyuyla somut olarak da anlaşılsa, Tanrı göklerden de üstün telakki edilir. Türklerde şimşek tanrısı, rüzgar tanrısı, yağmur tanrısı, vb. çok tanrılı bir anlayışın, paganizmin olmadığını söylememiz gerekir. Yukarıda da belirttiğim gibi Türk kozmogonisine göre "Üze kök tengri, asra yagız yer kılıntukda ekin ara kişi oglı" kılınmış ve Tanrı insanı bu ikisinin arasında yaratmıştır.
Tengri inancı ve ritüeller
Tanrı dışındaki her şey fanidir. Ölüm de onun isteği ile gerçekleşir. Yine bu anlayışın en güzel ifadelerini Orhun Yazıtlarında bulabiliriz. "Öd täñrī aysar kišī oġlï ̄ölgälī törǖmiš" ifadelerinde görüleceği üzere zamana ancak Tanrı hükmedebilir! Kişi oğlu ölmeye doğmuştur. Türkler ölümü, ruh veya canı ifade eden "tın"ın bedenden çıkması biçiminde anlardı. Ölenlerin bedenleri hayattakiler tarafından düzenlenen yerin altındaki ebedi evlerine çeşitli şekillerde yerleştirildikten sonra ruhlarının diğer aleme uçması için çeşitli ritüeller gerçekleştirirlerdi. Yas tutmak ve bunu bir tören halinde gerçekleştirmek gelenekleri arasındaydı. Saçlarını kesmek, saç baş dağıtmak, yüzlerini ve kulaklarını bıçakla çizerek kan akıtmak kaynaklarda sık ifade edilen geleneklerdendi. Hayattaki en sadık dostları ve yoldaşları olan atlar öteki âleme yolculukta yine yoldaş olsunlar diye kuyrukları kesilerek kurban edilir ve ölünün ardından aş (yemek) sunulurdu. Tüm bu cenaze merasimine "yoğ" adı verilirdi. Gök-Tanrı (Gök Tengri), atalar, yer-sular Türk
inanç dünyasının değişmezleri idi. Sonsuz bir saygı ve vefa sergilenirdi. Soğuk kış günlerinin ardından güzel günlerin habercisi olan bahar Türkler için hayatın tekrar canlanması demekti. Bu sebeple baharın gelişi bayramlarla kutlanırdı. Son zamanlarda 21 Aralık'ta "güneşin yeniden doğuşu" şeklinde nitelendirilen Nardugan adında bir bayram kutlanıyor. Türk Dünyası'nda bazı soydaşlarımız tarafından kutlanan bu bayramın tarihe mâl edilerek eski Türk bayramı olduğu iddia ediliyor oysa en erken dönemlerden itibaren kutlandığı iddia edilen bu bayram erken Türk tarihi kaynaklarında bulunmadığı gibi 11. yy. Türk kaynaklarında da geçmemektedir.
Tarih kaynakları eski Türklerin bayramları hakkında bilgiler içerir. Hun boy beyleri senenin ilk ayında toplanır Hun sarayında küçük bir topluluk meydana getirirlerdi. Beşinci ayda Longcheng'de toplanarak ataları, gök ve yer için ibadet ederler, sonbaharda atlar şişmanladığı zaman yine büyük bir toplantıyı Tailin'de yaparlardı. Bununla beraber Hunların üç kurultay bulunduğu da kaynaklarda zikredilir. Buna göre Hunlar senenin birinci, beşinci ve dokuzuncu ayında bu bayramları kutlarlardı. Anlaşıldığına göre bu bayramların en önemlisi Longcheng'de kutlananı idi. Hem Tanrıya ibadet edilip hem de atalara ve yer sulara niyaz edilen bu bayramın hükümdara tabi olanların katılması, nüfus sayımı gibi idari işlerin yapılması sebebi ile de önem arz ediyordu. Bu bayramların dışında ise başka şölen, festival veya bayrama ihtiyaç duymazlar. Bu bayramlar Gök-Türklerde de tıpkı Hunlardaki gibi kutlanmaya devam eder. Bu bayramlarda ava çıkılır, kurban kesilir, yemekler pişirilip ziyafetler verilir, at yarışları yapılır, şarkılar söylenir, dans edilirdi.
Şamanizm meselesi
Sibirya Türkleri arasında Şaman uygulamalarının bulunması sebebiyle ortaya atılan eski Türk dininin Şamanizm olduğu yönündeki fikirler hâlâ
tartışılmalıdır. Dikkat çekici, cazibesini koruyan bir konu olarak sık sık kitle iletişim araçları vasıtasıyla gündeme gelir. Gerçekten Sibirya Türklerinin çok uzun zamandır bu inanışa bağlı oldukları bilinir. Fakat Şamanizmin dünyanın ve insanın yaratılışı ile ilgili rivayetlerin çeşitli dinlerden gelen tesirlerle ortaya çıktığı veya var olan düşünce dünyasının iyice karışarak özgünlüğünü yitirdiği görüşleri de ortadadır.
Bazı araştırmacılar şamanlığı insanın "kendinden geçme tekniği" diye açıklar. Şamanın ruhları hükmü altına alarak ölülerle, şeytanlarla, cin ve
perilerle irtibat kurduğu düşünülür. İnsanlar şamanın hastalanan kimselere şifa verdiğine, ölülerin isteklerini yerine getirerek verebilecekleri zararları önlediğine, gök ve yerdeki tanrılarla insanlar arasında aracılık yapabildiğine inanır. Bu özellikleri ile şaman ilkel topluluklarda hem korku hem de saygı uyandırır. Fakat eski Türk dinine mahsus olmayarak Türk inancının dışında beslenmeler sonucunda yenilenmelerle vücuda gelmiş bir inanç sistemi olarak ortaya çıkmıştır.
Üstelik Şamanizm Türklerde hiçbir zaman bir devlet dini özelliğine bürünmediği gibi Şamanlar devlet yapısında yer edinen veya ruhban sınıfına dönüşen bir kitle olmamışlardır. Fakat halk arasında yazıtlarımızda da görüldüğü üzere adına "kam" denilen Türk din adamlarının bulunduğu da bir gerçektir. Şamanlar günümüzde ise en çok gelecekten haber arayan, andaki halinden memnun olmayan insanların bir umut kapısı olarak görülür. Son
zamanlarda ise şamanlar dışında yeni bir inanç dünyası figürü daha ortaya çıkmıştır. Bu karakter ise Ayaz Ata'dır. O, basit bir yılbaşı karakterinden çok daha fazlasıdır. O, Sovyetler Birliği'nin ideolojik projelerinden biri olarak doğar, Santa Claus yani Noel Baba'ya bir alternatif olarak Ruslar tarafından ortaya atılan Ded Moroz'un akrabası olarak tanıtılır, zamanla halk arasında benimsenir ve günümüze kadar gelir. Nardugan bayramı yılbaşı ile iç içe geçmiş, çam ağaçları süslenmiş ve Santa Claus muadili Ayaz Ata ortaya çıkartılır.
"Eski Türk inancında var" yalanı
Son zamanlarda tüm bunlar "eski Türk inancında var" yalanları ile meşru bir zemine oturtulmaya çalışılarak bize de ithal edilmeye çalışılıyor. Günümüzde gençler arasında bir moda esintisi gibi Şamanizme olan ilgi oldukça artıyor, kendini sözde şaman ilan eden bazı girişimcilerin biletli atölyelerinde şaman ayinleri, meditasyonlar, eğitimler düzenleniyor. Neo-şamanizm adı verilen ve geleneksel şamanlarla bağlantılı olmadıklarını belirten manifestoları bulunan Batı menşeili bu hareketin temsilcilerinin bizde de karşılık bulduğunu görüyoruz.
Bu yeni Şamanizm anlayışında insanın kişisel gelişim yolculuğunda önce kendini bulacağı, kendini ve maneviyatını geliştirip güçlendireceği
iddia ediliyor. Hem de bunu bağlı olmadıkları geleneksel şamanların davul ve tokmaklarını, ilkel dünyaya ait doğayla bütünleşik simgeleri kullanarak yapıyorlar. Eski Türk inançlarını ve kültürünü bu konuda bir meşrulaştırma aracı olarak görüp, aslolanı tahrif etme cesaretini de kendilerinde
buluyorlar. Bu hareketler, modern insanın içinde bulunduğu varoluşsal boşluğu ancak geçici haz araçlarıyla doldurmaya çalıştığını gösterirken, aynı zamanda maneviyatın ticari sömürüsünü amaçlayan bir sistemin parçası hâline geliyor.