Muhammed Ersin Toy: BİR YENİ HAKİKAT ENDÜSTRİSİ: SANATIMSI SİYASET İDEOLOGLARI

BİR YENİ HAKİKAT ENDÜSTRİSİ: SANATIMSI SİYASET İDEOLOGLARI
Giriş Tarihi: 20.03.2025 13:57 Son Güncelleme: 20.03.2025 13:57

Türkiye'de toplumsal, siyasal ve kültürel dinamikler; medya ve dijital platformlarda görünürlük kazanan kişiler, sanatsal markaya sahip ünlüler ve fenomenler üzerinden şekillenen yeni bir hegemonya biçimine evrilmiş görünüyor. İlk bakışta "kültürel hegemonya" olarak değerlendirilebilecek bu süreç, aslında oldukça politik bir nitelik taşıyor. Bu hegemonya, toplumu yalnızca rızaya dayalı olarak kabule ikna etmekle kalmıyor, aynı zamanda
yasa koyucuları ve siyasal erki de yönlendirerek fiili durumlar oluşturuyor. Kalabalıkları ardında ideolojik bir kırılma ile birleştiren bu politik figüranlar, sanatı ve popüler kültürü stratejik bir araç olarak kullanarak derin bir siyasal rol üstleniyorlar. Bu durum, toplumsal güç dinamiklerini yeniden tanımlayan ve "sanatçı ideologların hakikat endüstrisindeki siyasal rolleri" olarak adlandırılabilecek bir yapıyı ortaya koyuyor.

Bugün, dijital platformlarda kullanılan algoritmalar yalnızca sosyal medyada değil, dizi ve film içeriklerinde de etkisini gösteriyor. Bu algoritmik yapıyı yalnızca sosyal medya şirketleri değil, aynı zamanda dizi ve film yapımcıları da organize bir şekilde içerik üretiminde kullanıyor. Filtre baloncukları, yankı odaları ve gündeme dair trendlere yönelik içeriklerin ön plana çıkarılması, geri plana itilmesi veya sansüre uğraması gibi mekanizmalar, artık dijital platformların yanı sıra dizi ve film sektörünün de temel dinamikleri haline gelmiş durumda. Bu sektör, gündeme dair içerik ve temaları kendi evrenlerinde yeniden şekillendirerek, hem ideolojik bir yönde kitleleri yönlendirme hem de trendlerin algoritmasını yeniden inşa etme amacı taşıyor.

Dizi ve film evrenindeki her oyuncu, aynı zamanda dijital platformlarda bir trendin veya algoritmanın başrol oyuncusu ve manipülatörü olarak konumlanıyor. Algoritmaların işleyişi, belirli bir matematiğe dayanıyor. Bu matematik, öncelikle toplumsal kabul görmeye odaklanıyor; sonrasında ise oyuncuların seçimi, temaların belirlenmesi, konuların işleniş tarzı ve kullanılan üslup gibi birçok değişken üzerinden karmaşık bir denkleme dönüşüyor. Bu denklemin temel amacı yalnızca izlenme oranlarını artırmak veya ticari bir kazanç elde etmek değil; aynı zamanda siyasal ve politik bir etki yaratarak ideolojik bölünmeyi de sağlamayı hedefliyor.

Sanat ve kültür ideolojik mücadele alanına dönüşüyor

Dijital platformlardaki trendler ile dizi ve film temaları arasındaki bu yakın ilişki, bu mecraların aslında oldukça politik bir yönü olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Dizi ve film figüranları, film evrenindeki rollerinden hareketle sosyal medyada yeni bağnazlıkları ve ideolojik "şövalyelikleri" inşa ediyor; bu argümanları siyasi kutuplaşmanın araçları haline getiriyor. Bu durum, toplumsal ayrışmaları daha da derinleştirerek sanat ve kültürü birer ideolojik mücadele alanına dönüştürüyor. Böylece, dijital platformlar ve sanat içerikleri, yalnızca bir eğlence veya kültürel üretim aracı olmaktan çıkarak, toplumsal ve siyasal yönlendirme araçlarına dönüşüyor.

Daha açık bir ifadeyle, zihinsel üretimin en etkili alanlarından biri olan dizi ve film gibi büyük sanatsal içerikler, artık yalnızca kültürel üretim araçları olmanın ötesine geçmiş ve yeni bir hakikat söyleminin baş aktörü haline gelmiş görünüyor. Bu içerikler, yer aldıkları oyuncuların kişilikleri aracılığıyla ideolojik bir temsilin ve politik bir kültün taşıyıcısı konumuna yükseliyor. Ancak bu temsil, yalnızca sanatsal bir sınırda kalmıyor; toplumsal ön yargılar, bağnazlıklar ve ön kabuller inşa ederek politik bir bilinç oluşturma amacı güdüyor, böylece siyasal bir hareketin parçası haline geliyor.

Özellikle oyuncuların, sanatı bir meşruiyet zemini olarak kullanıp, bu meşruiyeti ideolojik-politik duruşlarıyla pekiştirmesi, toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor. Böylece, sanat ve kültür, yalnızca bir ifade aracı olmaktan çıkarak, ideolojik ve politik bir mücadele alanına dönüşüyor. Bu durum, gündelik yaşamda keskin saflaşmalara yol açarken, toplumun ortak paydalarını zayıflatıyor. Dahası, diziler ve filmler artık yalnızca sanatsal hikâyeler anlatmanın ötesine geçerek, oyuncular ve senaryolar aracılığıyla politik bir hesaplaşma arenasına dönüşüyor. Bu sürecin çarpıcı bir örneği, dizi ve film oyuncularının söylemlerinin politik bir muhalefet olarak yansıtılması. Böylece, eğlence sektörü salt bir estetik araç olmanın ötesine geçmiş; toplumsal ve siyasal eleştirinin güçlü bir platformuna dönüşmüş durumda.

Siyasi söylem figüranları

Oyuncular, yalnızca "oyun mecrası" içerisindeki performanslarıyla sınırlı kalmıyor, düşünceleri, tavırları ve sembolik hareketleriyle yeni bir toplumsal hakikat üretim endüstrisinin bir parçası haline geliyorlar. Film ve dizi senaryolarındaki rolleriyle sınırlı kalmayıp, toplumsal konularda da politik bir eylem alan bu figüranlar, bilinçli bir organizasyonun parçası olarak, siyasi söylemlerin hem taşıyıcısı hem de merkezi bir unsuru haline geliyor. Bu durum, eğlence sektörünün görünürdeki estetik ve sanatsal işlevlerinin ötesine geçerek, geniş kapsamlı ideolojik ve politik amaçlara hizmet ettiğini açıkça ortaya koyuyor.

Türkiye'de, bu figürler üzerinden yürütülen algı yönetimi, yalnızca kültürel alanla sınırlı kalmıyor; hukuki ve siyasi tartışmaların da temel unsurlarından
biri haline geliyor. Bu süreç, figüran oyuncuların bireysel kimliklerinin ötesine geçerek toplumsal kanaat önderleri kimliğine büründüklerini açıkça ortaya koyuyor. Bu dönüşüm, sanatçıların rollerini ve etkilerini yeniden değerlendirmeyi zorunlu kılıyor. Bugün Türkiye'deki dijital platformlarda etki gücüne sahip her bir figür, oyunculuklarından ziyade sosyal mecralardaki politik tutumlarıyla var olma kaygısı taşıyor. Bu kaygı, onların sosyal gerçeklikte bir "bağnaz" söylem yaratmalarını adeta zorunlu hale getiriyor. Sanatın, toplumsal fayda ve estetik değer üretme işlevi, bu figürlerin ideolojik bir pozisyon alarak kitleleri kutuplaştırmasıyla yer değiştiriyor; kültürel üretim ideolojik bir mücadele alanına dönüşüyor.

Türkiye'de sanat ve medya aracılığıyla şekillenen bu yeni hegemonya biçimi, toplumsal algı ve siyasi söylem üzerinde derin etkiler yaratıyor; figürleri
toplumun kültürel ve siyasal dokusunda merkezi bir konuma yerleştiriyor. Bu durum, söz konusu figürlerin toplumsal rol ve sorumluluklarının daha eleştirel bir bakışla analiz edilmesini kaçınılmaz hale getiriyor. Özellikle sosyal medyada geniş kitleleri etkileyen ve sanatsal marka gücüne sahip kişilikler, bu marka değerini politik hedefler ve ideolojik kutuplaşma amaçları doğrultusunda kullanıyorlar.

Siyasal sanatçılar

Türkiye bağlamında, bu tarz oyuncular, siyasal bir figür olarak gündemin merkezindeki konuları politik bir söyleme dönüştürerek "Zelenski" tarzı yapay
bir siyasal hegemonya inşa etme çabası içindeler. Yüksek marka değerleri ve geniş tanınırlıklarıyla bu figürler, toplumsal algıyı yönlendiren
stratejik araçlara dönüşüyor; yalnızca sanatsal veya kültürel kişilikler olarak değil, aynı zamanda ideolojik semboller olarak toplumun zihninde yer buluyorlar. Zelenski tarzı siyasal söylemi, bir siyasal aktör kimliğiyle değil, sanatçı kişiliğiyle gerçekleştirmeye çalışan bu yapı, kültürel değerleri de siyasal bir söylem ve kutuplaşma aracına dönüştürüyor. Bu stratejinin etkisi, Gezi Parkı olaylarında açıkça gözlemlendi. Daha sonraki süreçte ise toplumsal gündeme dayalı her olayda, bu sanatımsı siyaset ideologlarının toplumu siyasal ve ideolojik bir tarafa çağırdığına şahit olduk. Bu olaylar, sanatsal kişiliklerin toplumsal hareketlerde ve algı yönetiminde ne kadar etkili bir araç haline gelebileceğini ortaya koydu.

Sanatçı ideologlar, toplumsal meselelerdeki ideolojik kırılmaları yeni bir "bağnazlık" biçimi yaratarak saf bir muhalif söyleme dönüştürüyor ve bu dönüşüm, gerçeğin veya hakikatin ne olduğundan bağımsız olarak her olay ve olguyu ötekileştirmeye neden oluyor. Bu durum, toplumsal tartışmaları nesnel bir zeminden uzaklaştırıyor ve her meselede derin bir ideolojik kutuplaşmayı tetikliyor. Benzer bir etki, Türkiye'nin en büyük toplumsal sorunlarından biri olan "köpek yasası" meselesinde de gözlemleniyor. Bu mesele, sanat camiasından, özellikle oyuncuların oluşturduğu kolektif ideolojik tutum sayesinde sosyal medyada yeni bir boyut kazanmış duruma.

Sanat dünyasından gelen birleşik tepki, yalnızca toplumsal algıyı şekillendirmekle kalmadı; aynı zamanda siyasal iktidarın karar alma süreçlerini etkileyen bir pozisyona yerleşti. Konunun içeriğinden bağımsız olarak, meselenin politik bir zihinsel kırılmayla ideolojik bir ambalaja büründürüldüğü açık. Bu yapı, konunun kendisinden çok, siyasal tarafgirlik üzerinden bir tartışma zeminine kaydırılıyor. Sanatçıların ve oyuncuların bu meseledeki söylemleri, toplumsal farkındalığı artırmanın ötesine geçerek ideolojik bir saflaşmayı tetikliyor ve toplumsal kutuplaşmayı daha da derinleştiriyor.
Bu süreçte, sanatçılar toplumsal kitleleri mobilize etme güçleriyle siyasal yapıyı doğrudan etkiliyor. Bunun sonucunda, kitlesi büyük ancak söylemi belirsiz; buna rağmen etkisiyle siyasal pozisyon belirleyen bağnaz bir yapı ortaya çıkıyor.

Ekran yıldızı "şövalyeler"

Modern çağ, bireylerin popüler kültür ve siyaset arasındaki simbiyotik ilişki içinde birer kültürel ikon haline geldiği bir dönem. Bu bağlamda, şövalyelik metaforu anlamlı bir dönüşüme uğramış ve tarihsel bağlamından koparak yeni bir toplumsal gerçeklik kazanmış görünüyor. Bir zamanlar yalnızca krallar tarafından bahşedilen bir unvan olan şövalyelik, günümüzde sahne ve ekran yıldızlarının toplumsal "şövalye" mertebesine yükseltildiği bir simge haline geldi. Bu bireyler, yalnızca birer kişi ya da kişilik değil; aynı zamanda ideolojik kutuplaşmaların ve toplumsal anlatıların taşıyıcısı olarak konumlanıyor.

Bu uluslararası etki ajanlarının "şövalye" oyuncuları, yalnızca filmlerden veya dizilerden ibaret kalmayıp, toplumsal konularda kitleleri yönlendirme, eğitme ve hatta manipüle etme gücüne sahip. Artık yalnızca bir film evreninin sınırlarında değil, gerçek dünyada da toplumsal algılar ve normlar üzerinde derin etkiler yaratıyorlar. Bu figürler, toplumsal söylemlerin ve politik pozisyonların güçlü birer aktörü haline geldi. Bu bağlamda, toplumsal algı yönetimi, kültürel hegemonyanın temel unsurlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. Günümüz toplumlarında bireyler, yalnızca politik programlar veya ideolojik içeriklerle değil; güçlü kişilik figürleri aracılığıyla da yönlendiriliyor. Bu durum, bireylerin ve yaşam tarzlarının izleyiciler üzerinde kolektif bir bilinçaltına hitap eden bir tür "yeni mitoloji" işlevi görmesine yol açıyor.

Bu süreç, sanatçı ideologların ve geniş kitleleri peşine takan uluslararası etki ajanlarının, birer şövalye figürü gibi ideolojik semboller olarak araçsallaştırıldığı bir dönemin habercisi. Sanatın siyaset üstü bir alan olduğu iddiasıyla tarafsızlık kalkanı ardına saklanan; ancak entelektüel bir hakikatin temsilcisi olduğunu öne sürerek kitleleri ideolojik bir tarafa çekmeye çalışan bağnaz yapıyı keşfetmek zorundayız. Din, ibadet, kadın, aile, ağaç, köpek, göçmen veya okul gibi gündelik hayatın farklı meselelerinde dahi sanatın, tarafsızlık maskesi altında bir kitle yönlendirme aracı olarak
kullanılması, bu yapının derin bir ideolojik manipülasyon kapasitesine sahip olduğunu açıkça gösteriyor.

BİZE ULAŞIN