Birol Biçer: ÇARŞI HER ŞEYE KARŞI SENDROMU

ÇARŞI HER ŞEYE KARŞI SENDROMU
Giriş Tarihi: 21.12.2022 11:31 Son Güncelleme: 21.12.2022 11:36
Muhalif olmak, itiraz etmek her vatandaş için bir haktır, hatta sorumluluk dahi olabilir. Yeri geldiğinde, ölçü ve hak gözetilerek yapılırsa kimsenin bir diyeceği olamaz. Zaten asıl mesele muhalif olmak değil. Sorun her şeye muhalif olmak… Üstelik her şeye karşı çıkanların nedense aşağı yukarı hep aynı kesimlerden çıkması… Mesele bunun giderek belli zümrelere mensup olanların mecbur olduğu patolojik ve bulaşıcı bir duruma dönüşmesi. Toptancı bir yaklaşımla bir kesimin işine gelmeyen her şeye karşı durmak sığlığına indirgenmesi. Bazen bu tavrın bizi bölmek ya da etkisizleştirmek isteyen güçler için kullanışlı bir araç haline dönüştürülmesi. Reddettiğinin boşluğunu telafi edebilecek yeni öneri ve projeler getirmek gibi bir derdi olmaması.

KARŞIYIZ KARŞI, HER ŞEYE KARŞI

Bir zamanlar televizyonda "Karşı Şov" adlı bir komedi programı vardı. Grup üyelerinin mottosu ve şarkıları şöyleydi: "Karşıyız, karşı; her şeye karşı." Aynı dönemlerde Beyoğlu İstiklal Caddesi'nde amatör bir tiyatro grubu açılmıştı. Onlar da oyunlarını yoldan geçenlere bu şekilde duyururlardı: "Karşı Tiyatro; her şeye karşı." Beşiktaş taraftar grubu Çarşı da benzer bir sloganı benimsiyordu: "Çarşı her şeye karşı." Pek çok şeye karşı olan bir insan olmama rağmen "her şeye karşı" sloganını anlamakta güçlük çekiyorum. Öncelikle mantıken mümkün görünmüyor; her şeye karşı olan aslında hiçbir şeye karşı olamaz gibi geliyor. Türkiye'deki aktivist ve muhalif tavırların ekseriyeti bana bu tiyatroyu ve mottosunu hatırlatıyor; pek çok kişide, pek çok grupta, özellikle siyasi ve ideolojik camiada toptancı, köktenci, külliyen bir muhaliflik gözlemliyorum. Tabii ki bunlar her şeye karşı değiller ancak kendilerini temsil ettiğini düşündüklerinin dışında, kendi karşıtları olarak belirledikleri çevrelerin her türlü düşüncesine, icraatına, projesine daha kafadan karşı olmayı görev olarak üstlenmişler hissi veriyor bana. Ülkemizde hemen her kesimde yer edinmiş olan, yaygın gibi görünen bu muhalif ve aktivist eğilim daha en başından aklı, mantığı, sağduyuyu ve düşünceyi önemli bir ölçüde saf dışı bırakmış oluyor. Öyle olunca muhalifliğin temel çıkış noktasını zanlar, önyargılar ve korkular teşkil ediyor. Bir grup diğerinden, bir görüş ötekinden, bir kesim bir başkasından korkuyor, korkunca onun yapıp ettiklerinin kendisi hakkında iyi şeyler getirmeyeceğine dair zanlar galip geliyor. Dolayısıyla ortaya karşısında konumlandırdığından ileri gelen her şeye karşı çıkmak, eleştirmek, çürütmek, engellemek yoluna sapıyor. Her şeye, olumlu ve faydalı olanlara da karşı çıkıyor. Yaygın bir hastalık olan bu topyekûncu muhaliflik ister istemez muhalif olmanın da zamanla anlamsızlaşmasını, etkisini kaybetmesini, muhalif tavırların etkisini yitirmesini, bu tavırlara muhatap olanların eleştirilere duyarsız kalmasını, sürü psikolojisini de beraberinde getiriyor. Dediğim gibi bu tavra hâkim olan şey zanlar, peşin hükümler ve korkular. Bence ülkemizdeki topyekûncu muhaliflerin tümünün kişisel gelişim koçlarına başvurması gerekebilir; belki de bu mesleği bu denli popüler hale getiren de bu eğilimin yaygın olması.

FİYAKALI VE SANAL BİR "HER ŞEYE KARŞI ÇIKIŞ"

Her şeyin sanallaşmaya başladığı bir dünyaya doğru savruluyoruz. Bu sanallaşanlar arasına muhalifliği de katarsak abartmış olmayız herhalde. Sanal/dijital dünya sunduğu imkânlarla pek çok şeyi kolaylaştırdığı gibi muhalefet etmeyi, muhalif tepkileri ifade etmeyi de de kolaylaştırıyor. Ancak sorun şu ki bu kadar kolaylık beraberinde kocaman bir kolaycılığı da getiriyor. Eylemden, düşünceden, alternatif üretmekten uzak bir tepkicilik daha doğrusu bir "sanal muhaliflik" giderek hâkimiyet alanını genişletiyor. Bu eğilim yetişkinler arasında da yaygınlaşıyor ancak en çok dijital teknolojilerle haşır neşir olan gençleri sarıyor. "Sanal muhaliflik" derken kastettiğimiz dijital yollarla bir tepki göstermek değil; kelimenin tam manasıyla özgünlüğünü kaybetmeye yüz tutmuş manasında bir "sanal muhaliflik". Yazar Zeliha Eliaçık "Gençler Neye Muhalif" başlıklı köşe yazısında işte tam bu noktaya parmak basıyor ve şöyle diyor: "Türkiye'de gençlerin politik tutumları adeta 'tepki vermeye' indirgenmiştir. Bir kampanyayı sosyal medya hesabında 'rt ederek' veya 'beğenerek' destek veren gençler/yetişkinler vazifelerini fazlasıyla yaptıklarını düşünüyorlar. Siyasi tutumlar hakiki bir eyleme dönüşmeden sosyal medyada çabucak tüketiliyor. Böylelikle gerçek ve sahici bir savunmanın da sahici bir muhalefetin de varlık şansı kalmıyor." Yazar bu eğilimi gençler üzerinden okuduğu satırlarında şu tespitleri de serdediyor: "… günümüzde sosyal medya eliyle muhalefet giderek bir 'imaj' halini almakta ve sanallaşmaktadır. Sanal ortamda muhaliflik gerçeklikle bir bağ kurmayan, hayat tecrübesine aktarılmayan ve bedel gerektirmeyen bir duygu olarak yaşanır ve geçer. Muhalifliğin 'imajı' sahici muhalefetin yerini almıştır. (…) Türkiye'de muhalif olmak giderek fiyakalı bir 'her şeye karşı çıkışa' indirgenerek bu imkânın içi boşaltılmaktadır. Muhaliflik sorumluluk kabul etmeyen, şımarık ve memnun edilemez bir talepkârlığa bir gerekçesiz ergen itirazına evrilmektedir. Bizatihi karşı çıkmanın yeterli görüldüğü bir vasatta muhalefet içerik üretmemekte, muhalefet biçimleriyse giderek ayağa düşmektedir. (…) 'Muhalif' veya 'taraf' olmak ancak neye, neden ve nasıl karşı çıkıldığı veya destek verildiği nispetince bir anlam kazanır."

BİR ARADA YÜKSELEN ÖZGÜVEN VE AŞAĞILIK KOMPLEKSİ
Şu satırları bir gazetedeki köşe yazısından kısaltarak naklediyorum çünkü ülkemizde artık alışıldık hale gelen bir eleştiri ve karşıtlık zihniyetini çok güzel tahlil ettiğini düşünüyorum. Siyaset Bilimci Dr. Enes Bayraklı, kendisi genel olarak belki bir şeylere taraf olabilir ama kabul edelim ki gazetedeki köşesinde "TOGG: Bir öz güven devrimi" başlıklı kısa makalesinde kaleme aldığı şu satırları bu muhaliflik zihniyetini çok yerinde tahlil ediyor: "Türk Hava Kuvvetleri Keşif Uydu Komutanlığı bünyesinde görev yapan Göktürk 1 uydusu da 700 km mesafeden bu görüntüyü yüksek çözünürlükle fotoğrafladı. (…) Türkiye'nin 700 km mesafeden yüksek çözünürlüklü bir askerî uyduya sahip olamayacağını "700 km değildir, 700 metredir o" diyerek inkâr edenlerin yorumları aslında bir zihniyete işaret etmekte. Bugün toplumumuzun önemli bir kesimi hâlâ Osmanlı İmparatorluğunun Batı karşısında gerilemeye başlaması ile bu topluma sirayet eden aşağılık kompleksi ile malul. Bu zihniyete göre bizden adam olmaz, biz yapamayız, biz üretemeyiz, yaparsa ancak Batılılar yapar, biz de onları taklit ederiz. Sanayi ve teknolojide, montaj sanayisi kavramında ifadesini bulan bu zihniyetin izlerini Kültür, Sanat, Akademi ve diğer sektörlerde görmek mümkün. (…) Nasıl ki sanayide montaj sanayisi ve batılı firmaların distribütörleri var; akademi, kültür ve sanatta da distribütörler ve montaj üretim yapanlar var. Batı'da üretilen bir teori, fikir ya da konsepti Türkiye'ye uyarlamak ya da o teorinin, fikrin ya da konseptin Türkiye'deki distribütörlüğünü yapmak bunların en büyük başarıları. (…) Artık toplumumuzun ve gençliğimizin önemli bir kısmı Türkiye'nin de başarabileceğini ve üretebileceğini gördü ve buna inandı. (…) Türkiye yaptıkça, ürettikçe, dünyaya ihraç ettikçe; yapamayız edemeyiz diyenlerin sayıları azalacak."

TARİHİMİZDEN GELEN "İSTEMEZÜKÇÜLÜK" GELENEĞİ

Tarihimizde Yeniçerilerden kalma bir "istemezük" geleneği var ve bu geleneğin günümüzde de bir kesim tarafından sürdürüldüğünü görmek mümkün. 14. yüzyılda kurulan Yeniçeri Ocağı padişaha en yakın askeri birlikti ama zamanla zıvanadan ve kontrolden çıkıp da araya karışan başıbozukların yönlendirmesiyle sık sık devlet erkânına ve padişaha dahi meydan okuyan, işine gelmeyen her icraata kazan kaldıran, keyfekeder darbeler yapan bir güce dönüştü. Bu topluluk, devlet ve ordunun düzenini de tarumar etti. Bu zihniyetin günümüzde de temsilciliğini yapar görünen bir kitle söz konusu. Onlar da tıpkı "istemezük" diyerek kazan kaldıran yeniçeriler gibi ülkenin milletin faydasına olup olmadığına bakmadan kendileri dışından gelen her türlü yeniliğe, projeye, icraata kafadan ve toptan karşı çıkıyorlar. İtirazla kalmayıp asılsız haberle, saptırma yorumlarla hemen her şeyi sırf "karşı tarafın" eseri olduğu için engellemeye, sabote etmeye çalışıp, yaygara çıkarıyorlar, öfke kusuyorlar. Yerli-milli İHA ve SİHA'lar konusunda, Akdeniz stratejisinde, gaz arama çalışmalarında, Afrin'e müdahalede vs. pek çok hususta muhalifliğin bu türlüsüne sık sık rastladık. Şahsen halen iktidar ya da siyasi muhalefetin pek çok uygulamasını ya da hareketsizliğini eleştiren, memnun olmayan biri olarak salt iktidardan geliyor diye bu ülkenin geleceği için yapılan projelere topyekûn saldırgan bir şekilde muhalefet etmenin ve bunu kitle örgütlenmesine dönüştürmenin akla vicdana sığmadığını düşünüyorum. İşte muhalifliğini bu şekilde gösteren kesim bana "istemezükçü" yeniçerileri hatırlatıyor.

İNSANLAR NEDEN MUHALİF OLURLAR?

Bana kalırsa insanlar arasında doğal olarak bunca fikir ayrılığı, meşrep farklılığı, farklı yaşam tarzları ve şartları varken "İnsanlar neden muhalif olurlar?" diye sormanın pek bir anlamı yok. Çünkü salt bu farklılıklar bile her birimizin bir şeyleri farklı görmemizi, tasvip ya da tenkit etmemizi, karşı durmamızı açıklamaya yeterli. Bence asıl soru şu olmalı: "İnsanlar ne amaçla ve nasıl muhalif olurlar?" Bu soruyu gayet usturuplu cevaplandırdığını düşündüğüm bir makaleden alıntı yapmak isterim. Türk Yurdu dergisinde yer alan A. Filiz Yavuz'un muhalif olmaya yazdığı yazı belki dar bir kesimi hedefliyor olabilir ancak muhalif hislerimiz bakımından hepimizi aydınlatıcı olabilir: "İnsanlar neden muhalif olurlar ya da muhalefet yaparlar. Kişilere mi muhalefet? Davranışlara mı muhalefet? Fikirlere mi muhalefet? Kurumun kendisine mi muhalefet? İcraata mı muhalefet? Muhalif olmak için mi muhalefet? Kifayetsiz olmanın fark edilmemesi için mi muhalefet? (…) Muhalefet yapmanın da şekli tartışılmaya açık ayrıca. Muhalefet sadece eleştiri yapmak için değil, onaylamadığını belirttiği durumları "düzeltmek gayesi ile değiştirmek" için yapılır. Önce hangi durumların yanlış olduğu, neden yanlış olduğu ve nasıl olması gerektiği belirtilmelidir. Muhalefet eleştirisinin arkasından, elindeki imkânların ne olduğunu, neyi neyin yerine ve nasıl koyacağını anlatarak muhalefetine devam etmelidir. Fikrini, fikrî potansiyel ve alt yapısını belirterek nasıl seferber edeceğini anlatmalıdır, muhalifler. Fikrini, planını sunmak istemeyen, ancak patent alma kaygısı çeken tüccar ve sanayicidir. Tüccar veya sanayici zihniyeti ile planlar açıklanmıyorsa eğer; muhalefet edenler ya tüccar zihniyetlilerdir ki, bu dava ticaret davası değildir ya da muhalefet edenlerin ellerinde plan, program, fikir ve imkân yoktur; amaç sadece davalar için harcanacak enerjiyi tüketmektir. Muhalif olmaktaki amaç, "daha iyiye ulaşmak" niyetine, fikrine ve amacına dayanırsa eğer, anlam kazanır."

"ÇAĞDAŞLARIN" YENİLİĞE VE YENİLENMEYE KARŞI MUHALEFETİ

Mevcut konjonktürde Türkiye'de siyasi açıdan muhaliflik mevcut iktidarın her türlü icraatını, görüşünü ve yeniliğini reddetmeye ant içmiş bir görüntü sergiliyor. Bu manzarada muhafazakâr denilenlerin yenilikçi ve modern, kendilerini modern (çağdaş) olarak nitelendirenlerinse gerçekte muhafazakâr olduklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak bu ülkede kendini muhalif olarak nitelendirenlerin büyük kısmı aynı zamanda çağdaş olarak da nitelendiriyor. Ülkemizde çağdaşlığı -ve beraberinde laikliği- bir kimlik olarak benimseyen çoğu "çağdaş" muhalif kesim kendini modern zamanlar öncesinden gelen değerlerin karşısında konumlandırmaktan kaçınmıyor. Oysa söz konusu "çağdaş muhalifler" bakımından ciddi bir tutarsızlıkla karşı karşıyız: Çağdaşlık kendi tabiatı gereği yeniliği, toplumsal açıdansa değişimi, yenilenmeyi içeren bir kavram ve bu da yeniliği sadece öngörmekle kalmayıp üretmeyi inşa etmeyi de kapsıyor. Çağdaşların yenilikleri desteklemesini, telaffuz etmesini, onlara öncülük etmesini muhafazakârlarınsa yeniliklere karşı çıkmasını bekleriz, öyle değil mi? Oysa bizdeki bu "çağdaş muhalifler" toplumsal ya da teknolojik bakımdan olsun bir yenilik ve değişim üretmek şöyle dursun, yapılan her türlü yenilikçi hareketin de karşısında yer almayı tercih ediyorlar. Yeniliklere imza atanlarınsa "muhafazakâr" denilenler olduğunu görüyoruz. Onlara göre siyasi iktidar cenahından gelen her türlü yenilik ve değişim kendilerince muhafaza etmeleri gereken şeyler bakımından ve özellikle yaşam tarzlarının geleceği bakımından tehlike ve tehdit içeriyor hatta doğrudan bir komplo olarak değerlendiriliyor. Bunun sonucu olarak bu çevreler ülkede oturtulmuş statükoyu değiştirmeye yönelik her yeni adıma topluca karşı çıkıyorlar. Hal böyle olunca bu kesimlerin her fırsatta bir medar-ı iftihar vesilesi olarak dile getirdikleri "çağdaşlık" inandırıcılıktan uzak bir paye olarak havada kalıyor. Açıkçası söz konusu muhaliflik pek de ilkesel bir şey gibi görünmüyor.

KEMALİZM'İN MÜZMİN MUHALEFET SURETİNDE YENİDEN İMALATI

Bir bakış açısına göre 1990'lı yıllarda Türkiye tepeden gelen son derece tatsız, hak-hukuk tanımaz, jakoben uygulamalar eşliğinde Kemalizm'in "ulusalcılık" şeklinde yeniden imalatına sahne oldu. O dönemin insan hakları ihlali teşkil eden pervasız icraatları 28 Şubat'ta zirvesine ulaşarak aslında netice olarak bugün "müzmin muhalif" diyebileceğimiz kesimin karşı çıktığı ortamı doğurdu. Bana kalırsa bugün de benzer bir hadiseye tanık oluyoruz. Mustafa Kemal Atatürk'ten bağımsız ve onunla alakasız bir bağlamda ele alınan Kemalizm ideolojisi günümüzde müzmin muhaliflik tavrı üzerinden kendini yeniden üretme gayreti içerisinde. Bu aynı zamanda Jakobenizmin de ülkemizde yeniden tesis edilmesi çabaları anlamına geliyor. Daha açıkça söylersek kendi ideolojisini halkın düşünce, inanç ve değerlerinden daha üstün gören ve bunu topluma dikte ederek benimsetmeye çalışan bir anlayışın eski şaşaalı günlerine geri dönme arayışı içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu eğilim büyük ölçüde Türkiye'deki seküler kesimlerin kendilerine karşıt olarak belirledikleri hemen her şeyi kafadan hedef tahtasına oturtmaları esasına dayanıyor. Müzmin, inatçı ve koro halinde bir muhaliflik damarı ise bu arayışın başlıca enstrümanını oluşturuyor. Bu koronun birbirini tekrar eden elemanlarının kafadan karşı çıktıkları şeyleri tahmin etmek ise güç değil: Siyaset sahnesinde Ak Parti'nin faydalı ya da faydasız her türlü icraatı, genel olaraksa muhafaza edecek değerleri bulunanlar, gerçek milli menfaatler, din, dindarlar, kadim değer ve gelenekler.

BİZE ULAŞIN