Hakkı Öcal: BEN NEYİM?

BEN NEYİM?
Giriş Tarihi: 25.11.2022 15:42 Son Güncelleme: 25.11.2022 15:43
“Ben neyim?” sorusuna kimlik, kişilik, edinim, kazanım ve uygarlık tercihi dışında, cinsiyet gibi sabit verilerle cevaplanabilecek bir alanda tercih hakkını kişinin kendisine bırakmak, uygarlık mıdır?

Yıllaaar önceydi… (Sanki bugüne kadar bu dergide düne dair bir şey yazmışım gibi...) Prof. Samuel P. Huntington'ın bir yüksek lisans seminerine katılmıştım. Ders şöyleydi:

Sam (kendisine bütün Harvard, öğrencisi, rektörü, fotokopicisi "Sam" derdi), ders başlarken birini seçer, "Söyle bakalım sen nesin?" diye sorardı. O şahıs, mesela, "Ben bir İrlandalıyım..." derdi. Hoca sorardı:

"İrlandalılar ne yapar?"

Arkadaş cevap verirdi: "Biftek ve süt üretirler..."

İnanmazsınız ama buradan İrlanda ahalisinin hayat tarzı, üretim biçimi, komşularıyla ilişkileri, sosyal düzeni, siyaseti, tarihsel gelişiminin, yani kısaca İrlanda'yı İrlanda yapan her şeyin, ülkenin yüzde 80 Katolik olmasından dolayı böyle olduğuna kadar varan bir tartışma başlardı.

Sınıfta Çinliler vardı; Araplar vardı. Ben vardım Türkleri temsilen! Balkanlardan, Kafkaslardan öğrenciler vardı. Sanırım bir Rus veya Ukraynalı vardı çünkü Ortodoksluk da söz konusu olmuştu. Özetle Huntington bize milliyetimiz, milletimiz, etnisitemiz ne olursa olsun, bizi şekillendiren şeyin kültürümüz olduğunu ve kültür dediğimiz öbeğin temelinde de dinin getirdiği davranış kalıpları ve işaretlere verilen anlamların bulunduğunu söyletirdi.

Dersin sonunda bağıra bağıra "Tamam hocam, ben Rus-mus değilim... Ben Ortodoksummmm!" derdiniz. Türklüğün İslam'a katkısı, Almanların Protestanlığa, onun da Hristiyan kültürüne katkısını belirtirdiniz; veya Sam sizi sorularıyla buraya iterdi ama sonuçta ortaya daha sonra kendisinin izah edeceği üzere "uygarlık" (medeniyet) temeli çıkardı. Hani, bir çikolata mı, gofret mi, bir şeyin reklamı vardı: "Açken sen, sen değilsin!" diye. Aynen öyle: Uygarlığın yoksa sen, sen değilsin! Uygarlığın da ne millet, milliyet, etnik kimlik: Tamamen din!

"Gay olarak ne yaparsınız?"

Bu teorinin aksayan tek yönü ABD gibi, tek dine, tek kültüre dayanmayan ama sonunda belirli bir uygarlığın kalıplarını taşıyan toplumların ortaya attığı "istisna" halleri idi; ama onun da cevabını, aşağı yukarı 20 yıl sonra yayınladığı Who Are We? The Challenges to America's National Identity (Biz Kimiz? Amerika'nın Ulusal Kimliğinin Ortaya Çıkarttığı Zorluklar) başlıklı kitabında "Egemen kültür" kavramı ile çözmüştü. Ki, benim işkenceye çekildiğim derste de Orta Asya+Anadolu amalgamının kültürünü izahta aşağı yukarı aynı çözümü önermişti: Türklerin Anadolu'daki daha eski kavimlere kendi dinini egemen kültür kaynağı olarak dayatması.

Bir gün muzip bir genç, sıra kendine gelince herkesten beklendiği gibi kendisini bir etnisite veya milliyetle tanımlayarak dersin her zamanki rutininde yürümesi yerine, Huntington Tiyatrosu'nun tekerine çomak sokarak, "Ben beyim?" sorusuna "Ben Gay'im" karşılığını vermişti. "Yıllaaar önceydi" dedim ama yazılı tarihten önce de değildi, 80'lerde artık "homoseksüel" yerine "Gay" denmeye başlanmış, bu kelime aşağılayıcı, küçültücü anlamını yitirmişti. Yani adamın kendisine "Ben bilmem neyim..." demesi sınıfta infial uyandırmamış, insanlar birbirine dönerek, gözlerini bir tavana, bir sağa bir sola bir zemine çevirip, alt dudaklarını ısırarak "Avvvvvv" demesi gibi bir durum olmamıştı. Ama yine de bir iki kişi yanındaki kıza, oğlana bir göz atıp, suratında beşuş bir ifadeyle adama gözlerini diktiğini de söylemeliyim.

O tarihte ABD toplumunda eşcinsellerin yüzde 10 oranında olduğu söyleniyor; hatta Harvard "Gökkuşağı Kulübü" sık sık yürüyüşler yapıyorsa da bugünkü gibi bir dayatma hali henüz yoktu ve hepimiz merakla bu "Parlak" ifadeden uygarlık sorununa nasıl atlayacağımızı beklemeye başlamıştık.

Huntington da herkes gibi önce bir sarsıldı ise de belli etmeden sordu: "Gay olarak ne yaparsınız?"

İnsanların iki cinsten oluştuğu anlayışını yıkmak

"Biz Türkler çok misafirperverizdir…" veya "Arap olarak ben, biz çalışmayı sevmeyiz..." gibi diğer derslerde vermeye ve dinleye alışık olduğumuz cevaplara benzer (Bir Arnavut öğrenci, "Biz tartışmayı çok sevmeyiz, adamı öldürürüz..." demişti mesela) bir cevap bekleyerek adama bakıyoruz. Cevap şöyle geldi:

"Biz sizlerin insanların kadın-erkek olarak iki gruba ayrılmadığını anlamasını sağlamaya çalışırız."

Bütün bu hikâyeyi, sırf bu sözü ilk duyduğum anda yaşadığım sarsıntıyı size yaşadığım gibi anlatabilmek için anlattım. 1980'lerde, eşcinsel topluluğunun Harvard'da MİT'te, Yale'de, Princeton'da, Oxford'da yapmaya çalıştığı şey insanların kadın-erkek olarak iki cinsten, iki gruptan, iki ayrı varlıktan oluştuğu anlayışını yıkmaktı. Elhak, bunu başardılar. Bütün ABD veya Avrupa toplumuna bunu kabul ettirebildiklerini söyleyemeyiz; ama amaç buydu. Dernek isimlerinin veya sözüm-ona bilimsel kategorileştirme çabalarında kullanılan yaftaların nerede ise her gün yeni bir, harfin eklenmesiyle uzayıp gitmesinin temelinde de ana klasmanı reddetme keyfiyeti yatıyor.

Eklenen her harf, toplumun doğal iki cinse ek olarak yeni yeni cinsler yarattığı veya bu cinslerin geç de olsa farkına vardığı gerçeğini (!) yansıtıyor. 40 yılda bu mücadele gelip bizim sahillerimize dayandı. En büyük olmasa bile en eski kurucu sıfatıyla övünen partimiz bile bugün batı kentlerindeki billboardlarda, "toplumsal cinsiyet" sıfatını rahatça (yani yüzü kızarmadan ve oy kaybı endişesi taşımadan" kullanabiliyorsa, 80'lerdeki bu çalışma yatmaktadır.

Bugün uygar olmanın ölçüsü (!)

Bir parantez açıp, Huntington'ın sınıfındaki bu "Gay" tartışmasının ortaya nasıl bir uygarlık çözümü çıkarttığını merak ediyorsanız; etmeyin. Çünkü ne Sam, ne de o sınıftaki 30'a yakan doktora adayı, o tarihteki adıyla bir cinsel sapkınlığın, ne mensuplarını ne de muhataplarını uygarlık açısından bir bütünsel davranışa, tutuma, anlam birliğine ve söylem bütünlüğüne itebileceğine dair düşüncesi yoktu. Ama oldu! Bugün uygar olmanızın ölçüsü, bunun sapkınlık olduğunu reddetmenizden geçiyor. Bunu kabul ettirdiler topluma. O kadar ki, bugün "Eşcinsel evililik" denen şeyi önlemek için anayasa değişikliği gerekiyor!

Aradan geçen 40 yıl boyunca, o tarihte bu genç şahsın ifade ettiği çalışma hızlanarak devam etti, bugün "toplumsal cinsiyet" tabiri Türkiye'deki siyasal söylemde bile, en azından bir partinin dilinde yerini almış biliniyor. Afişte "Toplumsal cinsiyet eşitliği" tabiri yer alıyor. Burada "cinsiyet eşitliği"nin toplumsal bir benimsemeye kavuşması, mesela kadınlara erkeklerle eşit işte eşit ücret verilmesini talep etmek gibi bir masum (ve doğru) amaç mı güdülmektedir, yoksa bizi eşitliği talep edilen şey "toplumsal cinsiyet" midir?

Eğer toplumda gerçekten sadece erkekler ve kadınlar yoksa ve insanlar kendi cinsiyetlerini bu uzayıp giden yeni tanımlamalar arasından kendi özgür iradeleri ile seçebiliyor ve istedikleri bir cinsiyete yönelebiliyorlarsa, yani "cinsel yönelim" kişinin kendi tercihi ise ve toplum buna karışma hakkına sahip değilse… Özetle bir kadının kendisinin kadın, bir erkeğin de kendisinin erkek olduğunu reddetmesi, taa 40 yıl önce Harvard'daki sınıfta o genç adamın söylediği gibi bir aberration (sapma) sayılamaz; tersine bu bir uygarlık göstergesidir.

İnsanlığa dayatılan uygarlık (!)

Hemen her dilde bu uygarlık terimi sorunludur. Medeniyet, uygarlık, civilization, sadece bir takım kriterler açısından tanımlanan boyut (mesela ülkenin yüzölçümü) gibi bir özellik belirten nötr terim değil, aynı zamanda bina edildiği kavram itibarıyla bir aşama, bir gelişme, yeni ve daha yüksek bir düzey anlamına geliyor. Medeniyet var veya yok. Az medeniyet ya da çok medeniyetten söz etmiyoruz. Bir ülke geniş olabilir, küçük olabilir. Ama yüzölçümü terimi değişmez. Uygarlık öyle basit bir ölçüm meselesi değil. Ya var, ya yok.

Bugün insanlığa dayatılan uygarlık (!), üyelerinin kendilerinin ne olduğuna karar verebilmelerini öngörüyor; buna izin veriyor. Eğer uygarlığı, Huntington ile birlikte, "dinin getirdiği anlamlar kümesinin kabulü" ve sosyal düzenin bu kabul üzerine bina edilmesi olarak tanımlayacaksak, cinsel yönelim insanın kendisine bırakılabilir ve hukuk, sosyal ilişkiler, ekonomik gerçeklik bu yönelime bina edilebilir mi?

"Ben neyim?" sorusuna kimlik, kişilik, edinim, kazanım ve uygarlık tercihi dışında, cinsiyet gibi sabit verilerle cevaplanabilecek bir alanda tercih hakkını kişinin kendisine bırakmak, uygarlık mıdır?

BİZE ULAŞIN