Bünyamin Bezci: BUGÜN İKTİDARIN RAHATSIZ EDİCİ BOYUTU “DİNDAR” OLUŞU DEĞİL, YERLİ OLUŞUDUR

BUGÜN İKTİDARIN RAHATSIZ EDİCİ BOYUTU “DİNDAR” OLUŞU DEĞİL, YERLİ OLUŞUDUR
Giriş Tarihi: 21.12.2022 11:48 Son Güncelleme: 21.12.2022 11:49
Muhaliflik denince akla ilk gelen siyasi muhalefet oluyor ancak ülkemizde hem toplumsal hem de siyasi alanda kendine mahsus özellikler sergileyen, bazı kompleks ve rahatsızlıklardan mustarip muhalefet eğilimlerine şahit oluyoruz. Böyle bir manzarada Türkiye’de muhalifliğin ve özellikle bunun siyasi arenadaki başlıca tezahürü olan siyasi muhalefetin analiz edilmesi fikir açıcı olabilir. Yurdumuzdan muhalefet manzaralarının altında yatanları tahlil etmesi için siyaset bilimci Prof. Dr. Bünyamin Bezci’ye başvurduk ve bunun altında yatanları ortaya çıkarmak istedik. Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölüm Başkanı Bezci, “İktidarı yıkmaya yarayacak her yapıyla ortaklık üzerine kurulu bir muhaliflik anlayışı”nı Lacivert için, tabiri cazise, psikanalize tabi tuttu.

Demokratik her ülkede olduğu gibi Türkiye'de de muhalif hareketler ve siyasi muhalefet söz konusu. Bu doğal bir durum. Ancak ülkemizdeki hem muhalif tavırlara hem siyasi muhalefete bakınca hemen hemen her şeyi itiraz ve tartışma konusu yapan inatçı, köktenci, toptancı bir reddiye tavrı hâkim sanırım. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Siyasal alanın rekabete dayalı olmasının üç yolu bulunmaktadır. İlki bütün özcü ve bütüncü iddialardan vazgeçiştir. Yani bu anlamda Türk siyasetindeki fay hatlarının yumuşatılması amaçlanmaktadır. Laikler dindar, dindarlar laik olduğunda ya da Alevilik ve Sünnilik şehirlerde anlamını yitirdiğinde hatta Kürtlük ve Türklük politik değil kültürel bir imleme haline indirgendiğinde düşmanlıklarımız politik hasımlığa dönüşecektir. İkincisi ise farklı siyasal konseptlerden birinin diğerleri üzerinde ikna kabiliyetini ve meşruiyetini oluşturmasıdır. Ki tam da bu üstünlüğün oluşmaması muhalif dilin düşmanlaştırılmasını getirmektedir. Zira düşmanlaştırma da bir ciddiye alıştır, ötekileştirmedir. Üstünlüğünden şüphe etmeyen öteki ile rahat yaşamayı da bilir. Son olarak da bizatihi hayatın kendisi ideolojiler arasında seçki yapabilir ve katılıkları buharlaştırabilir. Yani örneğin dindarlar sekülerliğin, laikler de dindarlığın kıymetini anladığında da muhaliflik belli bir saygı çerçevesi oluşturabilir.

Türk siyasetindeki muhalifliğin ise daha pragmatik olduğunu düşünüyorum. İktidarı yıkmaya yarayacak her yapıyla ortaklık üzerine kurulu bir muhaliflik anlayışı oluştu. Bu anlayışın oluşmasındaki en önemli etken ise Cumhurbaşkanlığı için yüzde elliden fazla oy alma zorunluluğudur. Herkes birlikte olmak istemedikleriyle anlaşmak zorunda. Bu iyi gibi görünse de asıl önemli olan karşı olmadığıyla da anlaşmamak zorunda kalıştır. Günün sonunda anlaşamayanların ittifakı, karşı olmadıklarını düşmanlaştırarak kurulmak zorunda kalınıyor.

Muhalif olmak, eleştirmek bir hak olmakla birlikte bunun da bir ölçüsü bir mantığı olması gerek sanırım. Sizce bu nasıl olmalı?

Devlet olmak, politik olarak birliğe sahip olmak demektir. Politik birlik her konuda anlaşmak demek değildir. Politik olan sadece bir değerlerin dağıtımı mertebesine indirgenmişse politik birlik oluşmuş demektir. Türk siyasi hayatındaki en önemli politik sorun birçok konunun hemen rejim meselesine dönüşmesidir. Birçok hayati konuda uzlaşının sağlanmamış olmasıdır. Örneğin Libya'da bu kadar müdahil olunmaya karşı olabilirsin ama Libya ile yapılan ve Türkiye'nin lehine olan bir anlaşmadan çekilmezsin. Ya da Azerbaycan'ın Karabağ'daki tezleri yerine Ermenistan'ın tezlerini savunur hale gelmezsin. Dahası farklılıklarınız iç politik alanda bazı toplumsallıkları görmemek ya da görmezden gelmek üzerine kuruluysa aslında politik birliği kurban edersiniz. Türk siyasetinde halen politik birliği kurban etmemeyi sindirebilmiş gibi durmuyoruz. Muhalif olduklarımıza aynı zamanda ölümüne düşmanız, taraf olduğumuza da terslik olsa da tarafız.

Bu inatçı muhalif tavrı özellikle yerli ve milli proje, icraat ve stratejilere karşı daha baskın görüyoruz? Bunun nedeni sizce ne olabilir?

Bence muhalifler projelere karşı değiller. Fakat aşamadıkları bir selforyantalizmden mustaripler. Yani "bizden adam olmaz"cı ve "biz yapamayız"cıdırlar. Projeler gerçekleştikçe tavırlarındaki değişim ve olumlulaşma da buna delildir. Fakat yine de "o ne yaparsa yanlış ve eksiktir" tavrı da tükenecek gibi değil dir. Bu anlamda muhalif tavrın en azından yapılanları "eksik" bulduğu bir bağlama evrildiğini görmek ümit vericidir. Ne yazık ki muhalefet halen "daha iyisini nasıl yapacağını" da ortaya koymuş değildir. Yine de muhalefetin hedefleri yapılamaz görse de en azından olanı takdir ettiği bir siyasi kıvam bile bu konuda politik birliğin olduğunun göstergesidir. Selforyantalist "öğrenilmiş çaresizlik" muhalefet için bir eksiklik ama teknolojik konularda topyekûn bir iktidar düşmanlığı bulunmamaktadır.


Türkiye'de olumsuzun yanında olumlu faydalı icraatları da ısrarla eleştiren, karalayan müzmin bir siyasi muhalif kesim var gibi görünüyor. Sizce bunlar en çok hangi kesimlerden çıkıyor. Bunları böyle her şeye karşı olmaya iten temel motivasyon sizce nedir? Bunun altında sınıfsal bir neden de yatıyor olabilir mi?

İktidarı her konuda eleştiren iki tutum görünmektedir. Bunlardan ilki iktidar ile geçmişte ortak çizgiye sahip olanların hınçlarından beslenmektedir. Onlara göre her yapılanın ardında kamuoyunun bilmediği bir kötü niyet yatmaktadır. Bu nedenle de iktidar en kısa zamanda yıkılmalıdır. Diğer kesim ise daha geniş olan iktidarlarını kaybetmiş eski muktedirlerden oluşmaktadır. Kemalistlerden liberallere, PKK'dan Fetö'ye kadar farklı kesimleri içinde barındıran kesimler de iktidar ne yapsa karşı çıkmaktadır. Örneğin Yunanistan'a tavır konsa ilişkiler geriliyor diye eleştirilmekte, Yunanistan'la diyalog kurulsa ülke çıkarları göz ardı ediliyor diye eleştirilmekte. Bu durum Türk siyasetinde sınıfsal olmaktan ziyade çoğu zaman kültürel olmuştur. Geçmişte vesayetçi merkez ile çevreden gelenlerin kültürel çatışması, günümüzde otantiklik arayışında olanlarla kozmopolit olanların kültürel savaşına dönüşmüş durumdadır. Aslında bu dönüşüm içinde Türk siyasetinin ne kadar uluslararasılaştığını da saklamaktadır. Vesayetçi modernistler artık kozmopolit konformistlere dönüşmüş durumdadır.

Genelde iyi ya da kötü her icraata karşı çıkmayı vazife edinen bu kesimin daha ziyade kendisini "laik-kemalist-ulusalcı-çağdaş" olarak nitelendirenlerden çıktığını görüyoruz. Siz bu kesimlerin bu "muhalif psikolojisini" ve sosyolojisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Doğrusu Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu iradesini yansıtan modernist laik Kemalistlerin vesayetçi anlayışlarının 2007 Nisan Bildirisi ile kırıldığını düşünenlerdenim. Bugün (muhalif kesimler bakımından) iktidarın rahatsız edici boyutu "dindar" ve "gerici" oluşu değil, yerli oluşudur. Ki iktidarı destekleyen toplumsallığa bakıldığında çoğunun sekülerleştiğini ve teknolojik hamleler bağlamında aşırı modernist bile sayılacaklarını görebiliriz. Hatta vesayetçi politikalar gerilediğinde baskıcı ve tahakkümcü gücünü de yitirdiğinden Kemalizm bugün bir gönüllülük siyasetine dönüşmüştür. Bu tür bir Kemalizm ile dindarların da barışması zor olmamıştır. Dikkat edilirse CHP'nin dindarlarla ilişkisinde sabıkalı geçmişine rağmen dindarların Kemalist partileri desteklemesi artmaktadır. Hatta İyi Parti gibi muhafazakâr milliyetçi partilerin Kemalizm dozunu artırması seçmenleri tarafından tepkiyle karşılanmamaktadır. Burada asıl sorun antiemperyalizden yola çıkan Kemalistlerin kozmopolitizmde karar kılmalarıdır. Bugün Türk siyasetinin tarafları da sahicilik arayışı ile evrenselliğe teslimiyet bağlamında oluşmaktadır. Ortada ne sağ-sol ne de devlet-toplum ikiliği kalmıştır. Milli ve gayri milli -ki isterseniz ona küresel, evrensel ya da kozmopolit deyin- ikiliği yeni siyasi iklimi oluşturmaktadır.

Türkiye'deki siyaset sahnesi açısından bakarsak siz siyasi muhalefetin ve özellikle ana muhalefet partisi CHP'nin izlediği muhalefet tarzını nasıl değerlendiriyorsunuz?

CHP doksanlardan sonra yeniden kurulduğunda aslında Giddens'in bütün Avrupa solunu saran yeni bir sol siyaset olarak "üçüncü yol" siyasetinden beslenmekteydi. Bu siyasi çizgi CHP'yi ne 95'te ne de 99'da iktidara taşıyabildi. Hatta 99'da meclise bile giremedi. 2002 seçimleriyle birlikte Kemalist kodlara yeniden dönen CHP, seçim sonrası yok olan merkez sağın adresi olmaya çalışmıştı. Baykal dönemi CHP'si kendi durduğu Kemalist vesayetçi konuma merkez sağın eski aktörlerini de katmaya çalışmaktaydı. 367 garabetinde ortak olan Kemalist ve merkez sağ aktörler 2007 seçimi sonrasında büyük bozguna uğramıştı. Kılıçdaroğlu ise partiyi bir adım öteye taşıdı. Baykal'ın durduğu yere çağırdığı sağ siyasallığa bizatihi kendisi gitti. Gerçekten de bu yumuşama CHP'yi yüzde yirmilerden yüzde yirmi beşlere taşıdı. Bir sonraki hamlesini ise kurduğu masayla birlikte yapan Kılıçdaroğlu, desteğini almakta zorlanmadığı HDP ile birlikte gerçekte siyasal konum bilgisini kaybetti. Artık CHP, "iktidardan kaçanları yakala" partisine dönüştü.

Bu arada iktidar partisi olan Ak Parti üzerinden Türkiye'nin de uluslararası sisteme dair muhalefet ettiği, eleştirdiği pek çok mesele var. İktidarın bu muhalif tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidarın muhalefeti, küresel kurulu sisteme ve kozmopolit kültüre karşı yerli bir duruş ve bir otantiklik arayışı olarak öne çıkmaktadır. Fakat bu otantiklik arayışının köklere bir dönüş olmadığını ileriye dönük bir teknolojik ve modernist hamle olduğunu da görmek gerekiyor. İktidarın muhalefeti küresel sistemi yıkmak üzerine değil, küresel adaletsizlikleri değiştirmek üzerine kuruludur. "Dünya beşten büyüktür" tezi sistemde bir yer arayışıdır, sistem karşıtlığı değildir. Bir nevi yeni bir sistemsel kadastro arayışıdır, yoksa tapuları yakma çabası değildir. Fakat sistemi tapulu malı olarak görenler tarafından da hoş karşılanmamaktadır. Bu nedenle küresel sistemin marabalarıyla kazan-kazan üzerine kurulu adil bir ilişki geliştirmeye çalışarak küresel sistemin ağalarını da ifşa etmeye çalışmaktadır. Gönüllerde kurduğu iktidarını ise henüz akıllarda muktedir kılamamıştır.

TOGG fabrikasının açılışında bir kez daha bariz olarak gördüğümüz gibi Türkiye bazı girişim, icraat ve stratejileriyle büyük bir özgüven yakaladı ama buna karşılık sanki bir de geçmişten süregelen bir aşağılık kompleksi söz konusu bazı kesimlerde. Sizce gerekçesi neler olabilir?

"Geri kalmışlık" Türk siyasi tarihinin en büyük travmasıdır ve özgüvensizliğimizin kaynağıdır. Bu travmayı atlatabilmek için iki temel yol üzerindeyiz. Biri geri kalmışlığımızın temelinde inançlarımızı ve kültürümüzü gördüğünden onlardan vazgeçerek kalkınacağımızı iddia eder. Diğeri ise kültürden vazgeçmeden de teknolojik olarak kalkınmadan bahseder. Yaklaşık seksen yıl ilkinin hâkim olduğu bir siyasi iklimde yaşadık ve maalesef travmalarımızı aşamadık. Baştan üstünlüğünü kabul ettiğimizden aşma gayretimizi de zamanla kaybettik. İkincisi ise enerjisini Batı karşısında kaybetmiş olmanın hırsından aldığından aşmadıkça rahat da edemeyecek. İlki Batının teknolojisini aşamasa da ona benzeyerek kendini teskin edebiliyordu. İlk Kemalist neslin kültürel değişimle teskin olduğu konularda sonraki nesiller tüketimle tatmin de olmaya başladı. Kaybetmenin asabiyetini taşıyan muhafazakâr kesimler ise teknolojik ve ekonomik olarak aşmadan rahat edemeyecekti. Aslında her ikisi de travmatik olan bu zihinlerden Kemalist olan selforyantalizmle yaralanmış ve Batının üstünlüğünü kabullenmiş oldu. Diğerleri ise üstünlüğün geçici ve teknolojiyle aşılabilir olduğunu düşündüğünden taravmatik yarasını kapatmaya çalıştı. Fakat Batının üstünlüğünü aşmaya çalışanların asabiyetini kapitalizmin lüksü ve konforu da çoğunlukla yumuşattı. Bugün elimizde Batıyı asla aşamayacağını düşünen özgüvensizlerle, kapitalizmin konforuna alışanlardan umursamazlardan oluşan bir karışım bulunmaktadır. Halen bir avuç asabiyet sahibi teknolojik başarılar geldikçe moral bulmaktadır. Teknofest kuşağının ne kadar sürekli olacağını biraz da özgüvenleri belirleyecek. Özgüveni de teknolojik ve ekonomik başarılar besleyecektir.

Ülkemizdeki muhalif eğilimlerde kök salmış köktenci ve inatçı reddiyeci tavır ister istemez "kullanışlı muhaliflik" kavramını akla getiriyor. Kullanışlı muhaliflik kavramından kasıt nedir? Bu tavrın hangi güçlerin ekmeğine yağ sürdüğünü düşünebiliriz mesela?

Kültürel olarak iki tür kullanışlı muhalif vardır. Birincisi kültürel olarak çoktan kozmopolitleşen ve Batının üstünlüğünü kabullenmiş olanlardır. İkincisi ise kendisini konfora bırakarak umarsızlaşan yeni nesillerdir. Her ikisi de Türk siyasi hayatında kültürel iktidarın taşıyıcılarıdır. Her iki kesim de sıradan insanlardan kültürel olarak nasıl koptuklarını anlayamadıkları için onları iktidara karşı kendilerini desteklemeyen aymazlar olarak görmektedir.

Bunların dışında iki siyasal grup daha kullanışlı muhalif sayılabilir. Bunlardan ilki ayrılıkçı teröre mesafe koyamayan sol gruplardır. İktidarın her türüne karşı olan bu gruplar Türkiye dağılmadan rahat yüzü göremeyeceklerdir. İkincisi ise pragmatiklerden oluşmaktadır. Onlar için iktidarı destabilize eden her türlü dış destek mubahtır. Nihayetinde sadece araçları yani araç olarak iktidarı yıkmak istemeleri ortak olsa da amaçlarının farklı olduğunu düşünmektedirler. Yabancı fonlardan destek alışlarını bu nedenle etik olarak sorun etmemektedirler. Ekonomik anlamda kullanışlı muhalifler ise halen distribütörlük zihniyetiyle iş yapanlardır. Bu tür işadamlarının çoğunu devlet zenginleştirmiş olsa da onlar bugün küresel sermayenin yerli aktörleri olarak kullanışlı iş görmektedir. En büyük düşmanları da büyük projeler üreten yerli şirketlerdir.

Türkiye'de bu her şeye muhalif kesimlerin kendilerinden olmakla birlikte arada yapılan olumlu icraatların hakkını verenleri de dışladıklarına, linç ettiklerine şahit oluyoruz? Bu nasıl bir kafa yapısıdır?

Mahalle baskısı olarak ifade edilebilecek bu durum kültürel, siyasal ya da ekonomik camianın bütününü sarmıştır. İyi niyetli olanları "tam da iktidarı devirecekken bölünmeyelim" havasındadır. Kötü niyetli olanları ise kendilerinden olmayana karşı "vurun kahpeye" havasındadır. Böylece gözü korkanları sindirerek kültürel, siyasal ya da ekonomik ortamda muhalif olmanın meşruiyetini sorgulanır kılmaktadırlar. "Muhalif olmayandan sanatçı olmaz" ama muhalefeti destekleyen de karşılığını almaktadır. Siyasal olarak da iktidarı destekleyenleri muktedirlerin günahlarına ortak tutarak yeni bir linç hattı oluşmaktadır. Bu nedenle iktidarı destekleyenlerin çoğu sessizliğe mahkûm edilmektedir. Dahası muktedirlerin günahlarından dolayı seçmenleri çoğu zaman iktidarı topyekûn sorumlu tutmamaktadır. İktidarla iş yapan firmalar ise küresel piyasalardan dışlanmaktadır.

Sanat, sinema ya da müzik alanında bir ödül töreninde ya da kürsüye çıkıp konuşma imkânı bulan hemen herkesin muhalif rüzgârlar estirmesi gibi bir mecburiyet bile oluştu sanırım? Buna ne dersiniz?

Bir sonraki işi garanti eden en kestirme yol olduğunu düşünüyorum. Nihayetinde kültürel alanda asıl muktedirler halen muhalif kesimlerdir. Velev ki iktidarın dağıtımında rol oynadığı ödül ve teşvikleri de almakta kültürel iktidarlarından dolayı zorlanmamaktadırlar. Dahası iktidar yanlısı göründüklerinde işlerini ve prestijlerini kaybetmektedirler. İktidar otantik kültürel alanlar ve teşvikler oluşturmaya çalışsa da kozmopolit kültürel alanda başarılı olmuş değildir.

Türkiye'de Kemalizm'in ve jakobenliğin muhalif bir tavır üzerinden kendini yeniden üretmesinden bahsedebilir miyiz?

Jakoben Kemalizm'in son çağrısı 2005-2007 arasındaki "Cumhuriyet Mitingleri" idi. O çağrıya kulak verenlerin "kaç kişi olduğunu" 2007 seçimleri göstermişti. Sonrasında Kemalizm, sivilleşmiştir ve seçeneklerden bir seçenek haline gelmiştir. Kemalizm'in asıl genişlemesi ve sivil bir politika olarak güçlenmesi ise siyasal olmaktan çıkıp kültürelleştiği kadarıyla olmuştur. Kapitalist konfor karşısında davalarını kaybeden muhafazakârlar için de artık seküler Kemalizm gündelik hayatın tadını oluşturmaktadır. Vesayetçi Kemalizm döneminde okumuşlar toplumuna ahkâm kesen jakobenler iken şimdilerde o entelektüellerin yerini zenginliğiyle racon kesen jakobenler almış gibidir. Bu nedenle Kemalizm kendini modernist Batıcılar üzerinden ürettiği kadar muhafazakârlar üzerinden de üretmektedir. Değişen bir taraftan entelektüel jakobenlerin yerini alan kapitalist muhafazakâr aktörler, diğer taraftan da vesayetçi Kemalizm'in yerini alan sivil seküler Kemalizm'dir. Bu nedenle ne Kemalizm artık Kemalistlere aittir, ne de jakobenlik sadece okumuşların üstten dayatmalarıdır. Geçmişin jakobenleri seküler değerlerini dini hayata karşı öncelemekteydi, günümüz jakobenleri ise seküler hayatı dini değerlerine karşı öncelemektedir.

BİZE ULAŞIN