En amansızından bir zihniyet hastalığı
Dışarılara bakmaya da pek hacet olmasa gerek zira bizim ülkemiz de bağnazlık modellerinden muaf değil. Yerli bağnazlık modelleri içinde özellikle
biri var ki yıllarca bu memleketin insanlarını hedef aldığı gibi günümüzde de dinmiş görünmüyor. Bu amansız asabiyet hastalığının bu topraklardaki bir numaralı modeli halkın neredeyse tümüne yakınını, birkaç kesim hariç tüm kesimlerini bir şekilde inancı, dili, kültürü, giyim-kuşamı, örfü, görgüsü, mezhebi, meşrebi, hatta yaşadığı bölge vs. üzerinden horlamak, hakir görmek ve daha da ötesi bunlar üzerinden bağnazlıkla yaftalamak. Oysa asıl bağnazlık tam olarak bu. Maalesef toplumumuzun kendini diğer katmanlardan daha üstün, daha zeki, daha bilgili, daha eğitimli, daha rafine ve ülkenin
gerçek sahibi gören bir kesiminin içine düştüğü bu kronik bağnazlıktan yani diğer kesimleri bağnaz- gerici-yobaz-gelişmemiş- yontulmamış görme
hastalığından kurtulma gibi bir niyeti de yok. Bu zihniyet halkın dinini maneviyatını ucube bir taassup olarak görür ama California'dan Uzak Doğu'dan
batıl inanç devşirmekten geri kalmaz. Halkın yüzlerce yıllık sanat ve kültürünü aşağılamaktan geri kalmaz ama kendisi ne üretmiş belli değildir, sanki
dünyaya nizam veren büyük düşünürler çıkarmış, abidevi eserler vermiş gibi kasılır. Opera ve klasik müziğe ısınamayan milletini yobazlıkla suçlar ama kendisi bu alanda taklitten başka ne üretmiş belli değildir. Onlarca yıl geri bıraktığı halkı eğitimsiz- cahil olmakla itham eder, sanırsın dünyanın
en itibarlı üniversitelerini o kurmuştur. Milletin tarihini öyle küçümser ki çağları açmış kapatmış da şimdi yorgunluk molası vermiş sanırsın. İnsanların bin beş yüz yıllık tasavvuf-dergâh geleneğini hakir görür, sonra gider Kadıköy'deki kafeterya falcılarından büyücülerinden medet umar. Köylüsünü "köylü" diye, kasabalısını "taşralı" diye horlar, sanırsın en medeni şehir hayatını kendi geliştirmiş ve yaşamaktadır ama nerede. Bağnazlığın kralına
hapsolmuştur ama kendini sırça köşkte sanır. Dahası gerekmez, siz anladınız.
Mezhepçilik taassubu tefrikaya dönüşünce…
Bir mezhebe mensup olmakta bir beis yok ama iş bu konuda taassuba kapılmaya vardığında çok tehlikeli mecralara kapı aralanıyor. Mezhepler
arasında bazı noktalarda dini yorumlamada görüş ayrılıkları olması kaçınılmaz ama iş burada kalmayıp diğer din yorumlarını inkâr, dışlama, tekfire vardığında olay dinin sahasından çıkıp kolaylıkla tefrika musibetine yol açabiliyor. Özellikle içinde yaşadığımız Orta Doğu ve yakın coğrafyasında mezheplerin kemikleşmiş bir taassupla benimsenmesinin neden olduğu hadiseleri yıllardır görüyoruz. Mezhep hak olabilir ama işi diğer tüm görüşleri ve aidiyetleri düşmanlaştıracak noktaya getirmek ister istemez meseleyi siyasi, etnik boyutlara taşıyor ve daha da kötüsü tefrika çıkarmak isteyen yerel ya da dış güçlerin eline muazzam elverişli bir imken sunuyor. Neticede mezhep taassubu tefrikacıları kimlik politikaları üzerinden kolaylıkla çatışma unsuruna dönüştürülebiliyor. Bunun ne gibi noktalara varabildiğini İslam'ın ilk dönemlerinden, Selçuklu ve Osmanlı tarihindeki ibretlik hadise ve isyanlardan biliyoruz. Ülkemizde de bu meseleyi özellikle Alevilik üzerinden siyasete bolca malzeme yapıp ayrışma ve çatışma üretmeye
çalışanlar bilhassa sol siyaset kanadında hiç de az değil. Dini bakış açısı farklılığını aşarak artık etnik ya da kültürel bir kimliğe dönüştürülmüş olan mezhep taassubunu ülkemizde Sünnilik-Alevilik üzerinden kaşıyan iç ve dış tefrikacılar başarılı olamadılar belki ama benzer mezhep bağnazlığını Libya'da, Irak'ta, Yemen'de, Suriye'de, Afganistan'da çatışmaya dönüştürmeyi gayet iyi becerdiler. Suudi Arabistan gibi ülkelerde de kaşımaya devam ediyorlar. Mezhepçiliğin politik kimliğe dönüştürülmesi ortalığı karıştırmak isteyenlerin eline maşa vermekten başka bir şey değil.
Ey militan ateistler gelin de bunu izah edin bakalım!
Bağnazlık ithamının çoğunlukla din ve maneviyat alanına yöneltildiğini hepimiz biliriz. Bu büyük ölçüde Aydınlanma döneminin başlamasıyla ilgili
bir şeydir. Aydınlanmacı görüşler büyük ölçüde bilim-akıl-mantığı ana eksene aldıkları için eskiden kalma inançları ve bilhassa Kilise'nin temsil ettiği zihniyeti –biraz da haklı olarak- eleştirir ve aşağılarlar. Bu konuda en ileri gidense ateizm olmuştur. Zamanında Pozitivizmin körüklediği ateizm bu aşağılama eğiliminin zirvesinde olmuş ve dini külliyen bir bağnazlık ve hurafe olarak nitelendirmiştir. 21. yüzyılda yeni bir kisveye bürünen Yeni Ateizm bu eğilimi daha azılı boyutlara taşıdı. Öyle ki bu "Yeni Ateizm" "militan ateizm" ve "köktenci ateizm" olarak da adlandırılır. Militan ateistler dini ve dindarları bağnazlık, cehalet ve hurafecilikle yaftalamakta eskilerden daha azılı görünüyorlar. Ne var ki yeni ya da militan ateizmin kendisi de bizzat bağnazlığa dönüşmüş hatta çağdaş bağnazlıkların öncüsü haline dönüşmüş durumdadır. Oldukça radikal bir tanrıtanımazlık olan militan ateizm de bir inancı değil ama inançsızlığı iman haline getirmiş ve bunu dini inançlara saldırarak oldukça zorla yayma eğilimindedir. Üstelik her ne kadar dini inançlar aşkın bir Tanrı ya da maneviyatın varlığını rasyonel olarak ispatlanabilir kılmasalar da militan ateistler de böyle bir aşkın bir Tanrı ya da maneviyatın kesin olarak mevcut olmadığını rasyonel olarak ortaya koyamamaktadırlar. Ama felsefi bir görüş olarak bunu benimsemekte yani inanmaktadırlar. Daha vahimi ise bu "Tanrının var olmadığı ve dinin uydurma bir şey olduğu" inancını en agresif şekilde yayma gayreti içindedirler. Daha da ötesi bu yeni ve militan ateizmin önde gelen savunucusu Richard Dawkins ateizmi adeta bir din haline getirircesine bir Ateist Temple (Ateist Tapınak) dahi inşa etmiştir. Şimdi gelin de bana ateizmin bir inanç olmadığını ve bu tavrıyla bağnazlığa kapılmadığını anlatın. Ey ateistler gelin de bunu izah edin bakalım!
İyi ama bu evrimci bağnazlık değil de nedir?
Çağdaş bağnazlıklar içerisinde en zavallılarından biri olarak evrimciliği görürüm. Hayır, inkar ettiğimden değil… Aksine Evrim Teorisini mevcut
izahatlar içerisinde Yaratılışa getirilen en makul ve rasyonel bilimsel ya da felsefi açıklama gayreti olarak görürüm. Bir teori olduğu için inanmam
gerekmez ama Yaratılışı açıklama konusunda eldeki en rasyonel model olduğunu düşünürüm. Bu görüşü benimsememde en çok azılı bir ateist ve evrim taraftarı olan, kitaplarını okuyup yıllar önce İstanbul'da bir panelde bizzat dinlediğim Richard Dawkins'in getirdiği açıklamaların katkısı
büyüktür. Ancak şunu da söylemem gerekir ki evrimci bilim adamı ve düşünürlerin çoğu gibi o da savunduğu bu teori konusunda bağnaz bir yaklaşım
içine düşmüştür. Öncelikle evrim teorisi biyolojik ve felsefi boyutlu bir teoridir; yani henüz kesin olarak ispatlanmamış, bir tabiat kanunu niteliği kazanmamıştır. Bu noktada çoğu hadlerini aşarak bir illüzyona başvururlar. Çoğunun yaklaşımı bu teoriyi ispatlanmış ve doğa kanunuymuş gibi
kabul etme ve gösterme yönündedir. Evrimcilerse bu teoriye tam bir inançla bağlıdır. İşin bir başka boyutu ise birçok evrim taraftarının bu teoriyi
ateizme dayanak yapmasıdır. İnandıkları evrimi payanda yaparak yaratıcı bir Tanrı inancını ortadan kaldırmaya ve ilahiyatın alanına tecavüz ederek dinin boş bir şey olduğunu ispatlamaya çalışır. İyi ama bu bağnazlık değil de nedir? Bence bilimsel ve felsefi kılıf giydirilmiş bir taassuptan başka bir şey değildir. Daha vahimi ise bu agresif ve inatçı tavırlarıyla canlıların ortaya çıkışı ve çeşitlenmesini açıklayacak en makul ve rasyonel teoriye karşı farklı dinlerin inançlılarının benzer bir bağnaz yaklaşımla ısrarla tepki göstermelerini tahrik etmeleridir. Tartışmak, üzerine düşünmek, değerlendirmek dururken iki yönlü bağnazca bir yaklaşımla bu mesele körü körüne bir çatışma unsuruna dönüştürülür.
Bir yanda bilim- teknolojiperestlik, öte yanda gelişme karşıtlığı
Bilimin ve teknolojinin gelişerek kendini dayattığı modern dönemlerin ortaya çıkardığı başlıca iki karşıt bağnazlık günümüzde de körüklenerek sürüyor: Biri gelişme karşıtlığı, diğeri ise ilerleme ve teknoloji perestlik. Bir yanda geleneksel ekol ve değerlere meydan okumayı misyon edinmiş görünen abartılı bilim-gelişme-teknoloji kültü, öte yanda bunun karşısında binlerce yıllık müktesebatını ve anlam dağarcığını tehdit altında görenlerin bu teknoloji ve gelişmeyi tanrılaştıranların aşırılığına karşı gösterdiği kuşkucu tepki… Makinelerin, sistemlerin, akıllı bilgisayarların, algoritmaların ve benzerlerinin insanlığı yücelteceği, yeniden şekillendireceği, hayatı mükemmelleştireceğine dair bir tür mehdi inancı taşıyan teknoperestlerin taassuba dönüşmüş ve engel tanımayan hırsları bir yanda. Tüm bunların hayatı daha katlanılır, insanı daha mutlu, doğayı daha temiz kılmadığını faydalarının yanında sebep oldukları tahribatı da görerek bu kontrolsüz ve meczupça teknoperestliğe bir çekince koyuyorlar. Aslında artık teknoloji-gelişme-bilim üçgeni dediğimiz şeye karşı bağnazca bir karşıtlıktan söz etmemiz pek mümkün değil. Zira dünyada birkaç marjinal grup dışında bunlara külliyen karşı çıkan kalmadı denilebilir. En marjinal dini gruplar bile bunlara çoğu birkaç nokta dışında muhalefet etmiyor, en fazla bunların aşırı müdahalelerine tepki gösteriyorlar. Ama buna karşılık giderek yükselen ve taassuba dönüşen bir bilim-teknolojigelişme taraftarlığından ve hakimiyetinden kolaylıkla söz edebiliriz. İşin garibi insanoğlunu bile yeniden formatlama iddiasındaki bu hareketin gözü kara temsilcilerinin aşırılıklarına muhalefet edenlere yöneltilen başlıca itham da "bağnaz, gerici, yobaz" oluyor.
28 Şubat bağnaz laiklerin eseri değil miydi?
"Bağnaz, yobaz, gerici, fanatik" yakıştırmalarını bugüne dek en fazla laiklik taraftarlarından kendi düşüncelerine itiraz getirenlere yöneltilen hakaret ve ithamlar olarak duyduk. Bir laiklik taraftarının bu sıfatları asla kendine yakıştırmayacağına eminim ama gerçekte öyle mi dersiniz. Yeni ve çağdaş bağnazlıklar denilince aklıma ilk gelen yakın tarihimizdeki tatsız tecrübelerimizin de etkisiyle laiklik holiganları oluyor. Aslına bakarsanız teorik olarak ideal ve makul bir biçimde uygulanabilecek olan laiklik farklı inanç ev yaşam tarzlarına sahip kesimlerin hem birbirlerine karşı hem de kendi içlerinden gelebilecek baskı ve hak ihlallerine karşı her kesim ve birey için bir sigorta vazifesi görebilir. Ama sorun şu ki böyle insaf ehlini görmek ne mümkün. Uygulamada gördüğümüz ekseriyetle gücü ele geçirenin kendisinden farklı olanlara karşı baskıcı ve müdahaleci olması. Buna yılmaz laiklik taraftarları da dâhil. Ülkemizde geçerli olan laiklik anlayışının, paranoyak bir yaklaşımla, farklı düşünenlere ve özellikle dini akidelerini hayatına aksettirmek isteyenlere karşı ne denli baskıcı olabildiğini, insanların en bariz temel hak ve hürriyetlerini kısıtlayabildiğini yakın tarihimizde hep birlikte gördük. Farklı inançtakilerin birbirlerine karşı sigortası olacak bir laikliğin değil de kendi paranoyalarıyla kurguladıkları bir laiklik anlayışının savunucusu olanların üniversitelerden okullara, ofislerden dolmuşlara kadar nasıl bir fanatizmle insanların inançlarından giysilerine kadar hoyratça müdahale edebildiğine toplumca şahit olduk. Aynı hoyrat ve bağnaz laiklik taraftarlığını son dönemlerde Fransa, Almaya gibi Avrupa'nın sözde medeni ülkelerinde kendilerinden farklı inanç ve yaşam tarzına sahip insanlara karşı getirilen kısıtlamalarla, ihlallerle, nefretle görüyoruz. Demem o ki, insaftan, vicdandan, hukuktan, insan haklarından nasipsiz olunca dünyaya ders verme makamında gören laikler de fevkalade bağnaz ve yobaz olabiliyor. "Gerçek laiklik bu değil!" diye haykırası geliyor insanın.
"Siyonizm aşağılık bir bağnazlıktır"
20. ve 21. yüzyıla damgasını vuran din kılıflı ideolojik bir bağnazlık var ki gelmiş geçmiş bağnazlıkların tümüne tur bindirir. Dünya adına en tehlikeli bağnazlık Siyonist bağnazlık. Neden mi? Sadece kendini en doğru ve en üstün görmüyor, diğer insanları yok etme, bastırma, ezme, insanlık dışı görme eğilimi de var. Bu ideolojinin dünyaya neler getirebileceğinin ön gösterimini halen Gazze'de görebiliyoruz. Dünyanın en eğitimli beyinlerinin, en kültürlü entelektüellerinin, en üretken sanatçılarının, en varlıklı şirket ve bankerlerinin, en zengin girişimcilerinin ve en yüksek teknolojilerinin nasıl olup da bu denli bağnaz bir ideolojiye hizmet edebildiklerini, bu denli insanı aşağılayıcı ayrımcı bir yapıya aidiyet hissedebildiklerini akıl da vicdan da haysiyet de kabul edemiyor. Ama böyle bir yapı var ve insanlığı kan ve fesada bulayan eserleri de ortada. Bu ideolojinin günümüzde nasıl bir küresel bağnazlık olduğunu benden değil kendisi de Yahudi olan ABD'li eski başkan adayı senatör Bernie Sanders'ten dinleyelim. Gazze'de sürdürdüğü insanlık kıyımına tepki olarak İsrail'in katliamcı başbakanı Netanyahu'ya haykırdığı cümlelerinde Sanders aynen şu sözleri sarf etti: "Hayır Netanyahu! Aşırılık yanlısı hükümetinizin altı aydan biraz daha uzun bir süre içerisinde 34 bin Filistinliyi öldürdüğünü ve yüzde 70'i kadın ve çocuk olmak üzere 77 binden fazla Filistinliyi yaraladığını söylemek antisemitizm ya da Hamas yanlılığı değildir. Bombalamalarınızın Gazze'de 221 binden fazla konutu tamamen yok ettiğini ve neredeyse nüfusun yarısı olan bir milyondan fazla insanı evsiz bıraktığını belirtmek antisemitizm değildir. (…) Netanyahu, antisemitizm milyonlarca insana acı vermiş olan aşağılık ve iğrenç bir bağnazlık biçimidir. Ancak Siyonizm de aşağılık ve iğrenç bir bağnazlıktır. İşlediğiniz suçları yüzünüze vurmak Yahudi düşmanlığı değildir. Hakikati dile getirmek antisemitizm değildir."