Hakkı Öcal: ABD İLE İTTİFAK BİR “MİT” Mİ?

ABD İLE İTTİFAK BİR MİT Mİ?
Giriş Tarihi: 19.12.2024 11:21 Son Güncelleme: 19.12.2024 11:21

Bozuk saat bile günde iki kere doğru zamanı gösterir, derler. Amerika'da bir başkanın ekibinde iyi-kötü yer edinmiş, ama o başkanın devri dolduktan sonra onunla aynı partiden başka bir başkanın seçilmesini ve onun kuracağı ekipte yer alabilmeyi umutla beklerken sözüm-ona düşünce kuruluşlarında zaman öldüren tipler vardır.

Steven A. Cook, bu ekiplerden NeoCon (Yeni Muhafazakar) takımına mensuptur; George W. Bush'un döneminde, "teröre karşı sonsuz savaş" yaftası altında dünyayı içine attıkları ateş hâlâ devam ederken bu ekibi yeniden canlandırma hayali ile bugünlerde bir yandan "Unutmayın ki Sinwar öldü ama Hamas yaşıyor" ve "İran konusunda İsrail ne diyorsa, o!" tadında tahriklere devam ediyor.

Bir yandan da Asli Aydıntaşbaş ve Sinan Ciddi gibi "uzman" isimlerle arada bir takipçilerine "Erdoğan'ın sonu geldi!" tarzında müjdeler veriyor. En son, NeoConlar tez zamanda işbaşına gelmezse, Amerika'nın "küresel hırsı" dediği emperyalizmin sonunun geleceği tehdidiyle bir kitap yazmıştı. Bu
gibi kişileri zinde tutabilmek için ait oldukları sözde düşünce kuruluşları bu arkadaşlara sık sık kitap yazdırırlar; onlar da eski makalelerini yeniden paketleyip, kitap olarak ortaya sürerler.

Bunlar, Cook saatinin bozuk anları! Ekim 2017'de yazdığı bir makale var ki, Steven Cook'a, aradan 7 yıl değil, 70 yıl geçse, hâlâ saygı duymama yeter. Cook, taa o zaman, "Washington ve Ankara'nın ne değerleri ne de çıkarları paylaştığını ve ortaklıklarının Soğuk Savaş dönemindeki parlak günlerine geri dönemeyeceğini anlamanın zamanı geldi" fetvasıyla, Türkiye ile ABD arasındaki müttefiklik ilişkisinin bittiğini ilan ediyordu. ABD İstanbul konsolosluğunda, Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi'nde çalışan bir şahsın Fetullahçı Terör Örgütü'ne mensup olduğu iddiasıyla tutuklanmasından sonra (ki bu şahıs 8 yıl 9 ay hapis cezası aldı) ABD, Türkiye'yi cezalandırmak kastıyla Türklerin vize başvurularını askıya almıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan da tepkisini, o zamanki ABD büyükelçisi John Bass'ın ülkesini temsil niteliğini kaybettiğini söyleyerek dile getirmişti.

"Müttefiklik ilişkisi bitti"

Ülkeler arasında bu tür sürtüşmeler hep olur. Ama Cook, şimdi kimsenin hatırlamadığı bu olaya bakarak, "Ha, işte! ABD ile Türkiye bırakın müttefik olmayı, çatışmanın eşiğindeler" yargısına varacak kadar kehanetlerde bulunmuştu:

"Washington ve Ankara'nın sorunlu ilişkilerini Türkiye'nin karizmatik ve hırçın başkanının üzerine yıkmak hata olur. Gerçekte ABD ve Türkiye, Sovyetler Birliği'nin dağıldığı 1991 Noel gününden bu yana bir çarpışmaya doğru gidiyor."

Yazının geri kalan kısmı, çarpık sonuçlara varsa da, ABD'nin Türkiye'yi kandırma siyasetini anlamak için gerekli verileri sayıp döküyordu. Mesela, Cook'a göre, Erdoğan'ın Türkiye'nin gücü ve Batı'ya güvensizliği konusundaki fikirleri ülkede hemen hemen herkes tarafından paylaşılıyordu. (Cook, burada parantez açıp, CHP iktidara gelirse bu fikirlerin hiç bir kıymeti harbiyesi kalmayacağı güvencesini de veriyordu!) Cook, ikinci sebep olarak ABD ve Türkiye toplumsal ve siyasal hiçbir değeri paylaşmadığını, üstelik çıkarlarının da aynı olmadığını yazıyordu. Eğer bu iki sebep yetmezse,
Cook'un bir başka kanıtı daha var: "Son olarak, çeyrek asrı aşkın bir süre önce ABD-Türkiye ittifakının en parlak döneminden bu yana dünya çok değişti."

Steven Cook, kendisi için bir kilometre taşı niteliğindeki bu yazısında, Kremlin'in gönderinden orak-çekiçli bayrak indirildikten sonra Türkiye'nin hala ABD'nin müttefiki olarak kalacağını beklemenin hata olduğunu yazıyordu. Elbette, Cook ve onun gibi "uzman" takımı, Türkiye'nin bu müttefiklik trenine nasıl bildirildiğini, İkinci Dünya Savaşı sonrası, bölgenin İngiltere hegemonyasından Amerikan hegemonyasına geçişinde Türkiye'ye ne gibi tuzaklar kurulduğunu, önce İsmet İnönü hükumetlerinin, ardından Menderes Hükumetinin bu tuzaklara nasıl düştüğünü anlatacak değillerdi.

Gereksiz atılganlıklar
Eğer bugün genel olarak Batı, özel olarak da ABD ittifakının Türkiye'ye ne gibi getirileri (ve tabii ne gibi "götürüleri" olduğunu çok dikkatle irdelemezsek, önümüzdeki açılan BRICS ve Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) kulvarlarında ilerlerken, gereksiz atılganlıklar ve gereksiz çekinmelerle
karşılaşabiliriz. Gereksiz atılganlıklar derken, NATO'ya ve AB'ye tümüyle v e hemen sırtımızı dönmek var aklımda. Gereksiz çekingenlik ise bizi bazen istenmediğimiz yerde durmaya, bazen de önümüzde açılan kapıları görememeye sevk eder.

ABD ile ittifak gemisine gereksiz bir atılganlık sonucu binmedi Türkiye. Ama yeni bir siyasal düzene, tek parti yönetiminden, çok partili sisteme, İnönü ve CHP diktatoryasından, Demokrat Parti'nin demokratik özgürlüklerine geçmeye hazırlanan ülkede, tek parti yönetiminin önüne konan "Komünizm Tehlikesi" ve "Bizim şemsiyemiz altına girmezseniz, Rusya sizi kapacak!" kumpaslarının arkasındaki yalanlar araştırılamadı. Sovyet Diktatörü Josef
Stalin'in sadece Türkiye'ye değil, bütün Asya ülkelerini, hatta kendi ülkesi Gürcistan başta olmak üzere bütün Rusya milletler topluluğunu
yanlış yönlendiren hatalarını, sosyalizm adına işlediği cinayetleri unutmamak gerekir. Stalin'in kendi ülkesinde bile-isteye, planlı şekilde katlettiği 6 milyon Rus köylüsünü de bu cinayetlerin arasına katabilirsiniz.

Güya Ermenistan'ı kollamak ve Sovyetler Birliği'ni güçlendirmek için, Stalin, birtakım Ermeni siyasetçilerin, sözde bilim insanlarının, Türkiye'nin bazı illerinin gerçekte Ermenistan'a ait olduğuna dair "tarihi bilgilerinin" yayılmasına izin verdi. Buna Stalin'in İngiliz işçi sendikaları temsilcileri ile görüşmelerinde, "Türkiye'yi işgal edip, altı vilayeti Ermenistan'a bağlayacağım" dediği yalanını eklersek, İkinci Dünya Savaşı'nı güçlükle atlatan
Türkiye'nin Amerika yoluyla kendisine ulaşan bu yalan karşısında çaresizlik hissetmemesi hemen hemen imkânsızdı (Ben bu konuyu Milliyet'teki birçok yazımda ifade ettim).

Bağlılıktan bağımsızlığa adımlar İngiltere'den bölgenin tapusunu devralan ABD'nin İkinci Savaşı'nın tek galibi, dünyanın en güçlü, en büyük, en zengin ülkesi sıfatlarının, zaten Batı ile ittifaka, İngiliz işgal kuvvetlerinin İstanbul'dan ayrılmasından sonra ziyadesiyle hevesli olan Osmanlı kalıntısı
İttihat Terakki artığı Türkiye Hariciyesinin başını nasıl döndürdüğü, şarkılara, şiirlere yansımıştı.

Celal İnce'nin "Dostluk Şarkısı": "Amerika, Amerika/Türkler dünya durdukça/Beraberdir seninle/ Hürriyet savaşında./Azmimizdir hür yaşamak/Dünyada sulhu sağlamak/Dalgalanır hep bu uğurda/İstiklal aşkı ruhumuzda." (İsterseniz bu "yeni dönem" ilahisini dinleyebilirsiniz!)

"Altı vilayet" efsanesini önce tek parti, sonra Demokrat Parti basının nasıl abarttığı bunun BM ve ardından NATO (bu ar ada yeni kurulan İsrail'i tanıyan, ABD'den sonra ikinci ülke olma onurunu da unutmayalım) kervanlarına nasıl kolayca katılmamızı sağladığını biliyoruz. Bu katılım,
Celal İnce'nin şarkısındaki gibi, Türklerin "hür yaşama azmi" ile değil, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı sonrası Sovyetler'in sıcak denizlere inme hayaline engel olmak için kurmak istediği yeni hegemonya azmi ile açıklanabilir.


Steven Cook'un dediğinin aksine, Sovyetler Birliği çökmeden önce de Türkiye'nin Batı İttifakından bir beklentisi olmaması gerekirdi. Eğer gerçekler önümüze konabilseydi; önümüze gerçek diye konan İngiliz sendikacıların ABD eliyle aldığımız raporunun sahte olduğunu bilebilseydik.

Marcus Aurelius Antoninus, 161-180 yılları arasında Roma imparatorluğu yapmıştı; ama gerçekte Stoacı bir filozoftu. Mutluluk, Stoacılara göre ancak sosyal ve entelektüel bir ahlakla sağlanabilirdi; onun bunun ipinde kuklalık yaparak değil. ABD'nin kuklası olmamak gerektiğini en az 20 yıldır, savunmada, enerjide ve finansmanda tam bağımsızlık yolunda gereken adımları atarak gösterdik. Bakalım devamı nasıl gelecek.

BİZE ULAŞIN