İnsanlık tarihine bakınca Hint'ten Çin'e, Colomb öncesi Amerika'dan Afrika'ya ve elbette İslam'a pek çok farklı paradigmayı barındıran medeniyet ve onlara ait değer ve anlam sistemlerinin izlerini görüyoruz. Bu farklı medeniyet birikimlerini gözden geçirince insanın tabiatla, insanlarla ve en başta yaratıcıyla ilişkilerinin bambaşka olduğu anlar görüyoruz ve bu binlerce yıllık tecrübe gelecek için de dönüştürücü bir güç oluyor. Tarih bilinci bu yüzden çok değerli. Bugün ise dünyamız büyük sıkıntılarla, buhranlarla yüzleşiyor. Ancak şunu biliyoruz ki zorlukla birlikte kolaylık, zahmetle birlikte rahmet var oluyor. Öncelikle şunu ifade etmeliyim: şartlar ne olursa olsun "başka bir dünya mümkün" ilkesi ile hareket etmeliyiz.
"İnsan ömrünün en anlamlı faaliyeti nedir?" diye bir soru sorsanız çok rahat insan yetiştirmek diyebilirim. Ama tabii burada "Yetiştirmek istediğimiz insanda en çok hangi yönün açığa çıkmasını isteriz?" sorusu cevaplanmayı bekliyor. Bir dönem eğitime dair trendler IQ-EQ tartışmaları arasında bocalarken şimdilerde tüm bu birikim nöro-mitler olarak bambaşka bir noktadan tartışmaya açılıyor. Mevcut paradigma bizim hayal ettiğimiz daha müreffeh, daha adil bir dünya için mühim olan ilkeleri hunharca görmezden gelirken, bir yandan da kendini hepimize dayatmaya devam ediyor. Bütün müspet katkı ve kazanımlarıyla birlikte çetin tutarsızlıklara duçar olmuş bu paradigmanın sorgulanma vakti çoktan geldi. İnsanın yaratılışı gereği çok katmanlı bir varlık olduğuna inanıyorsak, yetiştireceğimiz nesillerde madde ve mana, ruh ve bedenin dengeli birlikteliğini sağlamak öncelikli gündemimiz olmalı. Eğitim kurumlarımızın müfredatından metodolojisine, akademik kadrosundan fiziki şartlarına kadar bütün unsurları bu tasavvura göre hizalanmalı en başta.
İyiliği proaktif bir hal, bir eylemsellik olarak gören nesillerin yetişmesi için eğitimin sadece sonuçları ölçen, süreç ve tekamülü kayıt altına almayan üslubundan uzaklaşması gerekir. Güzel ahlakı açığa çıkarabilmek için, kendi motiflerimizi yeniden gençlere kazandırabilmek için süreç odaklı bir ölçme değerlendirme sistemi kurgulamalıyız. Başkalarının hak ve menfaatlerini kendi hak ve menfaatinden üstün tutmak, hataları görmezden gelmek, özür dilemeyi gerektirecek davranışlardan sakınmak, sözünde durmak, kendini başkalarından üstün saymamak gibi değerlerin uygun bir metodoloji ve ölçme değerlendirme sistemiyle kazandırılması. Eskiler fütüvvetnamelerde bu alanları detaylandırmış ve her sahada yetişen öncü isimlerin bu ahlakla ahlaklanmalarını beklemişlerdir. Gelenekteki mümbit kaynağa dönüş bize metodolojiye, usule dair de yol gösterecektir. Bugün sahip olduğumuz teknik ve teknolojik gelişmeler de bu süreç takibinde farklı imkânlar sunabilir.
6 kök değeri ölçüt edinmiş bir model
İmkânsız şeylerden bahsetmiyorum. Sevgi, saygı, sorumluluk, edep, adalet ve merhametten müteşekkil altı kök değeri kendine ölçüt edinmiş okulumuzda tüm gayretimiz bu geleneği yükseltecek bir model oluşturmaya yönelik… Eğitimciler olarak biz zamanının problemleri karşısında ahlanmak vahlanmak lüksüne sahip değiliz. Bize düşen en önemli görev makul çözümler geliştirmek ve bunları hedeflerimiz doğrultusunda modelleyerek ilerlemektir.
Rahatlıkla söyleyebilirim ki öğrencilerde ahlak gelişimini en çok destekleyen şey hayatı içinden deneyimlemektir. Bunun için okullarımızda öğrencilerin aktif katılımını gerektiren, onların üretkenliklerini ortaya koyabilecekleri bireysel ve grup atölyeleri, yardım faaliyetleri gibi çalışmaları sistemli bir şekilde teşvik ediyor, destekliyoruz. Beş yıldır yürüttüğümüz deneyimleme programlarımız ve zorunlu toplum hizmeti çalışmalarımız her sene üzerine özenle eğildiğimiz ve zenginleştirdiğimiz alanlar... Bu tip çalışmalarda gençler kendileri kadar başkalarının da farkına varıyor, kendi faydaları kadar başkalarının faydasını da gözetmenin tadını alıyor, yakın ya da uzak ayırt etmeksizin yardım etmenin sağaltıcı etkisini yaşıyor. Dinimizde ve geleneğimizde vazedilen pek çok erdemin doğrudan davranışa dönük olan yansımalarının -kanaat etmek, yardımseverlik, affedicilik, kusurları örtmek, mahremiyeti korumak, alçakgönüllülük gibi- insanın iyilik haline olumlu katkılar sağladığını son yıllarda pozitif psikoloji alanındaki akademik yayınlarda da sıkça görüyoruz. Bu hasletler sadece çocuklar nezdinde değil eğitim sürecine doğrudan ve dolaylı katılan bütün paydaşlar -başta ebeveynler, öğretmenler, idareciler ve öncü modeller- tarafından da hayata geçirildiğinde, çocukların güzel alışkanlıkları meleke haline getirmeleri için tutarlı bir zemin inşa edilmiş olur.
Müstakil düşünme becerileri kazandırmak
Dijital bağımlılıklar ve mülteci meselesi yaşadığımız çağın belki de en zorlayıcı iki konusu. Postmodern, "post truth" çağ olarak anılan bir dönemde değerlerin değersizleştirildiğine, imajın hakikatin önüne geçtiğine, kimliklerin silikleşerek adeta önemsizleştirildiğine şahit oluyoruz. Bu gelişmelerin insanı otantikliğinden, özgürlüğünden, müstakil varlık bilincinden uzaklaştırdığını düşünüyorum. Bu gelişmeler karşısında öğrencilerimize en değerli katkının onlara müstakil düşünme becerileri kazandırmak olduğunun bilinciyle eğitim programımızı zenginleştiriyoruz. Eleştirel düşünce, akletme diyelim arzu ederseniz... İnsana özge bir şeydir bu. Bu zayıfsa insanda etik savrulmaların daha sert ve kolay olduğunu görüyorsunuz. Sorgulama hatları oluşturmak izlediğimiz eğitim programının hayati bir parçasıdır.
Yaşadığımız çağın sözde hümanist değer paradigmasının geldiği nokta maalesef kültürlerin varlık alanlarını da daraltmış, adeta yok etmiştir. Üzülerek görüyoruz ki daha barışçıl, daha adil bir dünya için vazedilen "kültürel çoğulculuk" ya da "dünya vatandaşlığı" gibi kavramlar kültürlerin müstakil varlıklarını sürdürmelerine değil, hâkim kültürün hegemonyasını daha etkin şekilde sürdürmesine hizmet etmektedir. Oysa kültürel tektipleşme en az küresel ısınma kadar tehlikelidir insanlığın geleceği için.
İste bu sebeple okulumuzda öğrencilerimizin milli kimliklerini, dini kimliklerini, cinsiyet kimliklerini tanıyıp güçlendirmelerini önemsiyoruz. Kimlik bilinci güçlü ve fakat başka kültürlerin zenginliğine saygı duyan ve onlardan öğrenmeye, onlarla işbirliğine açık gençler yetişsin istiyoruz. Vatanına karşı sorumlu, memleket bildiği bu topraklara karşı borçlu ve bu bilişle hak-sorumluluk dengesini gözeten gençler yetiştirmeye gayret ediyoruz. Bunun için bu yıl özel bir müfredat da geliştirdik. 9. sınıftan 12. sınıfa kadar tüm kademelerde çocuklarımıza önce kendi özlerini sonra memleketlerinin değerini fark ettirecek özgün bir ders içeriği hazırladık: Ben ve Türkiye. Türkiye'yi merkeze aldığımız, Türkiye'ye mensubiyetimizle övündüğümüz ve tüm bu farkındalığı kendimize dair bilgimizi arttırarak/derinleşerek sürdürdüğümüz bir çabaya dönüşecek. Öte yandan, vakfımız çatısı altında en genç oluşumumuz olan Enstitü Sosyal'de de liselere yönelik yürütülen müzakere eğitim programında farklı taraflar arasında kazan-kazan temelinde iletişim, empati, işbirliği, karar verme becerilerini gençlere kazandırmaya çalışıyoruz.
Gençleri güzel olana yönlendirmek
Bir yandan bu problemlerin bize dayatılan meseleler olup olmadığını tartışmak, öte yandan da kötü olandan bağımsız bir iyilik hareketine yönelmeyi önemsiyorum. Hud Suresi 114. ayette Rabbimiz "İyilikler kötülükleri giderir" buyuruyor malumunuz. Bu manada, olumsuz örnekler üzerinde fazla mesai hem enerji hem de motivasyon kaybına sebep olabiliyor. Gençleri güzel niyet, güzel söz ve güzel davranışa yönlendirmek/cesaretlendirmek için önce onlarla bağ kurmak, sonra onların özünü gür kılacak becerileri -irade eğitimi, eleştirel düşünce, fütüvvet ahlakı gibi- onlara kazandırmak inanıyorum ki bambaşka bir enerji açığa çıkaracak.
Söz konusu dijital platformlar ve bağımlılıklar olunca elbette devletlere düşen mühim sorumluluklar var. Gelişmiş pek çok ülkede benzerlerine rastladığımız denetim ve düzenlemelerin, ülkemizde de bazı sosyal medya mecralarına yönelik harekete geçirilmesini, çocuklar üzerinde son derece yıkıcı tesirleri olan oyun platformlarına yönelik düzenlemeyi son derece yerinde bulduğumu da ifade etmeliyim. Gençlerin hayatlarını karartan, gerçeklik algılarını darmadağın eden, zaman ve mekân algıları kadar kendileriyle ve çevreleriyle olan ilişkilerini ve psikolojik iyilik hallerini altüst eden dijital mecralar devletin çok yakın takibinde olmalıdır. Çarşıda pazarda zehirli ya da çürük bir malı süsleyip püsleyip sattığınızda nasıl hesap veriyorsanız, dijital platformlar da hesap sorulabilir olmalıdır.
Bununla birlikte teknolojinin, dijital dünyanın sağladığı imkânları takip etmek, faydaya dönük kullanımını teşvik etmek için kafa yormak da gerekli. Analog ya da konvansiyonel yöntemleri de eş zamanlı insanın faydası için kollamaya devam etmeliyiz. Sanıyorum pandemi bu dersi çıkartmak için iyi bir laboratuvar oldu hepimiz için. Bu ödevler yalnızca eğitim kurumlarının proje bazlı gündemleri olmamalı, ebeveynler, medya ve ilgili sivil toplum kuruluşları da üzerine düşen görevleri üstlenerek çocukları kuşatmalıdır.
Bu manada bencilliğin gençte değil, ebeveyndeki tezahürlerine karşı da uyanık olmak ve ebeveynin tam zamanlı olan bu mesleği icra ederken iradesine yenik düştüğü, eylem-söylem tutarlılığını kaybettiği hülasa yorgun olduğu anları tespit ederek onları desteklemek de bizim görevimizdir.
"Doğru çocuk yetiştirme" tam olarak doğru bir ifade mi bilmiyorum ama "doğrunun/ hakikatin peşinde çocuklar yetiştirmek" için birbirimize ihtiyacımız var. Yalnızca okulda öğretmenlerin tutarlılığı, evde ebeveynin kararlılığı, büyük ailedeki ilkelilik yetmeyebiliyor. Toplumca ahitleşmeye, iyilik ve güzelliği yayma seferberliğine ihtiyacımız var. Çünkü "başka bir dünya mümkün…"
Ben yeniden toplumsal bir ahitleşmeye ihtiyaç olduğunu görüyorum. Bütün klasik ve yeni medya aktörlerini, sivil toplum kuruluşlarını, devletin tek bir bakanlığını değil, ilgili tüm bakanlık ve kurumlarını, aileyi, farklı sosyolojik katmanları ve her bir bireyi kuşatacak topyekün bir ahitleşme... Adeta bir iyileşme seferberliği...
* Nun Eğitim ve Kültür Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi/Genel Müdürü