Hayatım boyunca hiç bir şeyin fanatiği olamadım. Anlamadığım ve muhtemelen hiç de anlayamayacağım herhangi bir şeye tutkuyla, sorgusuz, sualsiz bağlılık gerektiren, akıl almaz fedakarlıklar -hatta çılgınlıklar- yaptırabilecek bir duygu fanatizm. "Ya sev ya terk et, ya benimsin ya kara toprağın, ya hep ya hiç" savrulmalarının beslendiği toprak… Öyle abartılı duygular, öylesine coşkulu yükselmeler, ateşli savunmalar, şüpheye düşülmeyen inançlar kümesidir fanatizm. Fanatiklerin ateşleri sadece kendilerini değil etraflarını da yakar. Bir fanatik âşık olduğu kadını çok sevdiği için öldürebilir. Eğer ispatlaması gerektiğini düşündüğü bir sevda, bir dava varsa o silahı kendisine de doğrultup canına kıyabilir.
Fanatiklerle ilgili en iyi tanımlamaları yapan isimlerden biri Eric Hoffer, Kesin İnançlılar adlı kitabında onlarla ilgili şunları söyler: "Fanatiklerin geri vitesleri hiç yoktur. Her şeyi temizleyip düzelteceklerine ve kendileri sayesinde dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair müthiş güvenli vaatler sıralarlar. Genelde tüm dünyadaki fanatiklerin zihinleri benzer şekilde işler ki bu dazlak bir futbol holiganı da olabilir, uzaylıların yakın zamanda gelip dünyayı ele geçireceklerine inanan ve hayatını buna göre düzenleyen biri de. Öncelikle hayatlarının ilk yıllarından başlayarak daha minicik bir çocukken edindikleri ciddi güvensizlikleri ve kendinden nefret etme psikozları vardır. Kendilerini hiç bir zaman yeterince seviliyor veya yeterince saygı görüyor hissetmezler. İçlerinde sürekli hissettikleri bu kocaman boşluğu bir amaca, düşünce veya inanca büyük bağlılık gösteriyor numarası yaparak örtmeye çalışırlar. Kendi değersizliklerini o amaç, düşünce ve inanç sevgisi içinde maskelemek isterler. Bu kişilerin geçmişinde büyük değişimler
bulursunuz. Mesela bir siyasi düşüncenin bir ucundan diğer ucuna savrulabilirler. Örneğin ilk faşist diktatör Mussolini siyasi hayatına solcu bir fanatik olarak başlamış ama sonradan daha radikal bir şekilde sağa savrulmuştu. Amerikan Başkanı George W. Bush, 1985 yılına kadar dinle diyanetle hiç alakası olmadan içki ve kumar peşinde bir hayat sürerken bir anda en fanatik evanjelik Hristiyan oluvermişti."
Aşırı uçlara savrulmaya meyilliler
Hoffer'ın da ifade ettiği gibi fanatikler aşırı uçlara savrulmaya fazlasıyla meyilliler. Tek başlarınayken gayet makul ve mülayim olduğunu sandığınız kişinin bir grup içerisinde hareket ederken adeta bir canavara dönüşebilirler. Onlar karakterini gruptan alır ve rol modeli grup lideridir. Bir kimliğe sahip olmayan (olamayan) insanların kimlik arayışıdır fanatizm. Bir nevi aidiyet duygularını bu şekilde tatmin etmeye çalışırlar. Kendi kişisel kaynaklarıyla kendi güvenliğini sağlayamaz, fakat bu güvenliği, bulup sarılabildiği destek hangisi ise ona ihtirasla yapışmakta bulur.
Bu ihtiraslı yapışma, onun körü körüne kendini adamasının ve sofuluğunun ruhunu oluşturur ve tüm meziyetlerinin ve gücünün kaynağını orada bulur. Her ne kadar onun dar açılı bir görüşle kendini adayışı, aslında kendi canını kurtarma endişesinden ibaret olsa da, o kendisini, sarıldığı bu kutsal amacın destekçisi ve savunucusu olarak görür. Kendi rolünün gerçekten böyle olduğunu gerek kendine gerekse başkalarına göstermek için canını feda etmeye hazırdır. Kendi değerini ispat etmek için canını feda eder.
O bir amaca, amacın doğruluğu ve kutsallığı nedeniyle değil, bir şeye tutunmak için duyduğu şiddetli ihtiyaç nedeniyle sarılır. Onun bu bağlanma ihtiyacı, sarıldığı her amaca bir kutsiyet atfetmesine yol açar. Evet, her fanatikliğin bir "kutsiyeti" vardır. Çünkü akıl ötesi anlamlar yüklemek fanatiği olunan şeyi tartışmaya kapatır. Ve bir fanatik savunduğu şeyin tartışılmasından, eleştirilmesinden asla hoşlanmaz.
Laik, ırkçı, seküler bir hareket: Siyonizm
Fanatik dinî hareketlerin hemen hepsinde ortak olan düşünce kendilerinin yeni, farklı ve tek doğru; ötekinin ise yanlış olduğu, yalnızca kendilerine inananların kurtuluşa ereceği anlayışıdır. Hareketin içinde yer alan kişiye grubun yanılmayacağı düşüncesi aşılanırken toplumun ve ötekinin yanılgı içerisinde olduğu kabul ettirilir. Saf haliyle din, genelde ikinci plandadır. Burada oluşacak bir başarı esasında dinin değil, kendi davalarının, cemaatlerinin, gruplarının başarısıdır. Dolayısıyla bir kitleye bağlananlar öncelikle dava ile tanışır, sonra da dava ölçüsünde dine yer verilir. Dine davanın yorumu ile bakılır ve dini söylem ve buna yönelik faaliyetler davaya zarar vermeyecek şekilde bir serbestiyet kazanır. Din daha çok grubun maddî ve sayısal varlığını artırmak ve örgütsel disiplinini sürdürmek için bir araç olarak kullanılır. Siyonizm de Yahudiliği kendi amaçları doğrultusunda ve amacına kutsiyet kılıfını giydirmek için kullandı. Yahudi inancında "Mesih beklentisi inancı ve Tanrı eliyle vaat edilen topraklarda bir Yahudi devletin kurulması" önemli bir idealdir. Teodor Herzl'in 1897'de Basel konferansıyla başlattığı siyasal Siyonizm, özü itibariyle laik, ırkçı, seküler bir harekettir. 1948 yılında seküler iddialarla kurulan İsrail, kurulduğu günden bu yana kuruluşunu teolojik olarak meşrulaştırmak istedi. 1967'deki Altı Gün Savaşı, Siyonistler tarafından İsrail'in kuruluşunun teolojik tasdiki olarak yorumlandı. Sonrasında İsrail Devleti Yahudiler için bir ihsan değil, esasında Tanrı'nın Yahudi olmayan uluslardan intikamı olarak görülmeye başlandı.
Özünde modernitenin teolojik- politik bir projesi olan bu durum kutsallık kılıfıyla Siyonist hırsların kamufle edilmesine neden oldu. Altı Gün Savaşı ile
birlikte siyasal Siyonizm dinî bir hüviyete bürünmeye ve İsrail Devleti bazı Ortodoks Yahudiler hariç Yahudi toplumunda genel kabul görmeye başladı. Aslında Tanrı'nın eliyle kurulması gerekirken Yahudiler tarafından kurulmuş olan ve bundan dolayı dinî meşruiyet taşımayan İsrail Devleti, Arap-İsrail savaşlarında başarılı oldu, bundan çıkarılan neticeyle Tanrı'nın İsrail Devletine rızası olduğu düşünülerek yaygın kabul kazandı.
Zorunlu meşruluk için hurafelere sarılmak
Altı Gün Savaşı'nın sonuçları, Siyonistlere aradıkları meşruiyeti önemli oranda verdi. Ancak bütün Yahudiler aynı fikirde değildi. Altı Gün Savaşı'nı Siyonist perspektiften "ilahi bir mucize ve İsrail'in kuruluşunun teolojik tasdiki olarak" gören teo-politik anlamının yanı sıra aynı olayı anti- Siyonist perspektiften "şeytani bir plan" olarak görenler de var. Bu anlayışa göre yapılması gereken Yahudiliğin gereklerini yerine getirerek sabırla beklemek. İlahi tasdik Siyonist amaçlar için gerçekleştirilen savaşlarla olmaz. Siyonizm ise geleneksel Yahudilikte benimsenen Mesih ve kurtuluş inançlarını kabul etmez. Yahudilerin, kendi kaderlerini bizzat çizmelerini, Tanrı'nın, Mesih'in ya da diğer ulusların desteğini aramadan yurtlarına dönmelerini, bir devlet kurarak uluslararası camiaya eşit şartlarda katılmalarını hedef olarak gösterir. Ancak Ortodoks Yahudilerin çoğunluğuna göre bu hedef, aslında Tanrı'dan ümidi kesmek ve O'na bir nevi başkaldırmaktır. Ortodoks Yahudilere göre İsrail Rönesansı tüm insanlığın kurtuluşunu sağlayacak, dünya evrensel barış ve adalet dönemine girecektir. Savaşlar, söz konusu ilahi iradeye başkaldırı anlamına gelir ve bu da Mesih'in gelişini geciktirir.
Siyonizm tarafında ise Tanrı'nın İsrail Devletine onay verdiği propagandası yapıldı. Hatta bu zafer bizzat Tanrı'nın amacı sayıldı. Çünkü Tanrı desteklemeseydi Yahudilerin Arapları yenmesinin mümkün olmadığına inanılıyordu. İsrail'in kuruluşunun teolojik meşruiyet sorunu Altı Gün Savaşı'na da kutsallık atfedilerek de çözülmeye çalışıldı. Yahudi gelenekteki evrenin altı günde yaratıldığı inancı ile Altı Gün Savaşı arasındaki ilişki kuruldu.
Eylem halindeki hurafe
Siyonizmin hedefleri ile Yahudilik arasında şimdi bu sayfalara sığdıramayacağım kadar kutsallık içeren bağlamlar uyduruldu ve propagandası yapıldı. Toscano "Fanatizm, eylem halindeki hurafedir" derken tam da bunu kastediyordu kanımca. Deleyre ise "Hurafe hak dine nasıl yakınsa fanatizm de haklı inanca o kadar yakındır. Bu nedenle de tehlikeli bir güçtür" diye boşuna demiyordu. Ona göre fanatizm, hakikatin yörüngesinde hareket eder ve hakikate, gerçeğe yakınlık ve rasyonaliteden yoksun olan bir ikna gücü aşılar. Bu aynı zamanda doğru ile yanlışın karışması demektir. Bu yüzden yanlış ile doğrunun birbirine karışmasının mutlak bir cehaletten daha kötü olduğunu dile getirir. İşte Yahudiler bu doğru ile yanlışın karışmasının oluşturduğu fitne ortamından beslenerek yeryüzünde bozgunculuk çıkarırlar.
Yahudi kutsallık doktrini, Haham Meir Kahane'nin "Tanrı bizim bu ülkeye gelip bir Yahudi devleti kurmamızı istedi" yorumuyla politik bir anlam kazandı. O, "Tanrı, yabancı olanla mümkün olan en az temasın olmasını sağlamak için kendimize ait tamamen soyutlanmış bir ülkede yaşamamızı istiyor" diyordu. Bu aynı zamanda Arapların bu ülkeden gitmesi gerektiği anlamına geliyordu. Geçmişte Hz. İbrahim'e yapılan vaat, aynen bugün de geçerliydi. Bundan dolayı Araplar gaspçı olarak değerlendirildi.
Böylece yaratılış miti ve etnik temizlik, politik bir programın gerekçesi haline getirildi. Haham Kahane'nin teolojisinde Hristiyanlar, Ruslar, Araplar, Naziler ve siyahlar düşman olmakta birdir. Her şeye Yahudilerin çektiği ıstırap ve ona karşılık alınacak intikam penceresinden bakılır. Bir bakıma olaylar Yahudilerin kendi iradelerinin dışında daha büyük bir tanrısal iradenin eseri olarak görülür.
Her fanatik "özel"dir (!)
İsrail halkının milli şuur kazanmasının temelinde "milli Tanrı" inancı bulunur. Bir taraftan İsrailoğulları'nın atası olan Yakub'un Tanrı veya O'nun meleğiyle güreşmesi dolayısıyla gücü ve dayanıklılığı, diğer taraftan Tanrı'nın seçilmiş kavmi oldukları inancı, İsrailoğulları'nın gurura kapılıp ırkî üstünlük iddiasında bulunmalarına yol açmış, imtiyazlı olduklarını vurgulamış, âdeta kendilerinin dışındaki insanları hakir görmüşlerdir.
Yahudilerdeki kendini "Tanrı tarafından seçilmiş, özel ve üstün" görme düşüncesi aslında fanatiklerin psikolojisini net bir şekilde özetliyor. Evet, bir zamanlar onlar Allah tarafından seçilmişti. Kur'an, İsrailoğulları'nın bir zamanlar âlemlere üstün kılındıklarını fakat bunun ırkla ilgili olmadığını belirtir, onlara Allah'a verdikleri sözü ve diğer yükümlülüklerini hatırlatarak üstünlüğün ancak bunlarla olabileceğini söyler. Verdikleri sözü tutmayan İsrailoğulları lanetlenmiştir.
Fakat İsrailoğulları bir fanatizm gereği olarak Allah'ın sevgisinden, merhametinden nasiplerini alamayınca daha da radikalleşti ve saldırganlaştı. Yeryüzündeki bozguncular haline geldiler. Çünkü her tür fanatikliğin perde arkasında o kimsenin/toplumun kendine duyduğu güvensizlik ve değersizlik hisleri bulunur.
Kişiler çocukken ebeveynlerinden alamadıkları sevgi ve güveni aşırı, abartılı duygularla, fanatizmle gidermeye çalışır. Bir türlü mutlu olamama ve etrafındakilerin ona gereken saygıyı göstermedikleri paranoyası kişiyi daha da radikalleştirir. Bu kişileri herhangi bir şekilde ikna etmeniz mümkün değildir. Bunun topluma ve tarihe sirayet etmiş halini de Yahudilerde görürüz. Çünkü Yahudi şımarıklığı her ne yaparlarsa yapsınlar Tanrı tarafından el üstünde tutulmalarını istemeleri üzerinedir. Ayette de belirtildiği gibi onlar kendilerini Allah'ın sevgilisi ve oğlu olarak görürler. Allah ise cevaben "Öyleyse Allah sizi niçin günahlarınız yüzünden cezalandırıp duruyor?" der. (Maide/18)
Velhasıl Siyonistler Filistin topraklarını işgal ederken hurafelerinin kutsallığı ile dünyevi hırslarını perdelemeye çalışarak fanatizmin akıl dışı eylemleri ile binlerce cana kıyarken uzun vadede de silahını kendi kafalarına doğrulttuklarının farkında değiller. Fanatiğin cinnet halinin sonu hep aynıdır.