İnsan kendini nesneye dönüştürüyor
Prof. Dr. Hayrettin Kara
Psikiyatrist
Değişen dünyada insanın kendiyle, diğer insanlarla ve dünyayla ilişkisinde nasıl bir dönüşüm gözlemliyorsunuz?
İnsana farklı perspektiflerden bakabiliriz. Psikolojik açıdan bakarsak insan temelde ilişkisel bir varlıktır ve ilişkililik içinde var olur. Geçmişi ve günümüzü bu ilişkililik zemininde değerlendirebilir ve geleceği de yine bu açıdan öngörebiliriz. İnsanı diğer türlerden farklılaştıran niteliklerden bahsedilir; düşünmesi, konuşması alet yapıp kullanması gibi. Tüm bunlar en derinde insanın kendine dönebilen yani kendi kendisiyle ilişki kurabilen bir varlık olmasındandır. Bu en içteki ilişkililik daha sonra diğer öznelerle ilişkililik ve en dışta da dünya ile ilişkililik şeklinde tezahür eder. Meseleye bu bağlamda bakıldığında insanın gidişatının nereye doğru olduğunu öngörebiliriz. Bu öngörme bağlamında da maalesef iç açıcı şeyler söylemek pek mümkün görünmüyor. Tarihsel olarak hep bir değişimden bahsedilir ama tanık olduğumuz bu dönemde bu değişimin beklenmedik şekilde ivme kazandığını, sıçramalar halinde ortaya çıktığını görebiliriz. Bu değişimin her ilişkililik düzeyinde bir bozulmaya doğru gittiği açık değil mi? En dış katmanda dünyayla ilişkide modern insanın kendi dışında her var olan üzerinde işlem yapılacak, tüketilecek bir materyale, bir nesneye dönüştürdüğü
hep söylenir. Artık insan özneler arası ilişki düzeyinde de diğer özneleri bir nesneye dönüştürüyor. Ama bozulmanın en kötüsü ve en zor görüneni en içte olanı; insanın kendisi ile ilişkisinde. İnsan türünün nereye doğru gittiğinin, nereye doğru evrildiğinin asıl cevabını aramamız gereken yer burası diye düşünüyorum.
Modern insanın cinsiyet ve maneviyat gibi katmanlarından "arındırılıyor" olması da bahsettiğiniz ilişkiselliğin dönüşmesinden mi kaynaklanıyor?
Diğer katmanlardaki nesneleştirme eğilimi, insanın kendisini de özünde nesneleştirmesine evriliyor. İnsan kendisiyle ilişkisinde de kendisini bir nesneye dönüştürüyor. Oysa insanın kendisiyle ilişkisi aşkınlığın, kutsalın ve anlamın kaynağıdır. İnsan yapıp ettikleri ile kendisine anlam veren bu kaynağı kurutuyor. "Kendini tanı" diyen evrensel öğüdü hepimiz duymuşuzdur. Diyeceğim o ki insanın kendini tanıması gereken öz buharlaşıyor. Bu durum bende, bildiğimiz, aşina olduğumuz insan türünün kaybolmakta olduğu hissine yol açıyor. Teknolojik gelişimi de bu açıdan okuyabiliriz. İnsan bir taraftan yapay zekâ günün birinde bilinç kazanabilir mi, yani kendiliği olan bir varlığa dönüşebilir mi, diye soruyor. Oysa kendisindeki aşkın bilinci kaybettiğinin, paradoksal biçimde bir makineye dönüştüğünün farkında değil.
Tüm bu hikâyenin insan türüne özgü bir yanılsama ile de ilgili olduğunu düşünüyorum. İnsan kendini sanki kendi kendine yeterli bir varlıkmış gibi zannediyor. Oysa insan ancak belirli verililikler içinde var olan, kendisi olan bir varlık. Bilimsel gelişmelerin bu konuda bir farkındalık yaratması beklenirdi. Oysa bilimsel gelişmeler tam tersine paradoksal olarak bu yanılsamayı derinleştiriyor; insanı daha kör ve daha kibirli bir varlık yapıyor. İnsanın giderek kimliksizleşmesi de bu yanılsama üzerinden okunabilir. Örneğin günümüzdeki cinsel kimlik tartışmalarında bu yanılsamayı açık biçimde görmek mümkün. İnsan bedenli bir varlıktır; bedenli olmak insan için bir verililiktir. İnsan cinsel kimliğini ancak bu bedenli varoluşu üzerinden oluşturabilir. Oysa şimdi insanın bedenli bir özne olduğu bile yadsınabiliyor, cinsel kimliğin özne-iktidar ilişkisi içinde sonradan oluşturulduğu iddia ediliyor. Bütün bunlar benim için bahsettiğim yanılsamanın insanı nereye doğru sürüklüyor olduğunun göstergeleridir.
Bugün cinsiyetsizleştirmenin tam ortasındayız
Dr. Şöhret Karaduman
Davranış bilimci
Cinsiyeti Terk Etme kitabınızda günümüzde çocukların kimlik ve cinsiyet gelişiminde ailenin önemine vurgu yapıyorsunuz.
Çocuklarda cinsiyet bilinci oluşturmak ve dış etmenlerden etkilenmelerinin önüne geçmek için aileler neler yapmalı?
Çocuklardan önce ebeveynlerin sağlıklı bir cinsiyet kavramına sahip olmaları gerekiyor. Ebeveynlerin eril ve dişil rollerinin farkına varmaları gerekiyor ve bunu sahiplenmiş, kabullenmiş, buna mutlu ve dengeli bir şekilde sahip çıkarak çocuğa tabii ki örnek olacak. Bugün bizler cinsiyetsizleştirmenin tam ortasındayız. Farkında değiliz sadece çünkü bu beden olarak kendisini göstermiyor. Bunu artık fikirlerde, konuşmalarda, davranışlarda, kıyafetlerde görebiliyoruz. Bazılarına absürt gelebilir fakat sürekli göz önünde olan İngiliz Kraliyet Ailesi'ne bakarsanız eğer kız çocuklarının sürekli etek, elbise, erkek çocuklarının da her zaman pantolon, şort giyindiğini görürsünüz. Bu gibi detaylara çok dikkat ediyorlar çünkü belirli bir yaşa kadar o çocuğun psikolojisininin sağlıklı bir şekilde yönlendirilmesi ve yönetilmesi gerektiğini biliyorlar. Kimse bu detayların rastgele olduğunu düşünmesin. Bunlar çok bilinçli ve farkındalıkla yapılan eylemlerdir. Fakat bugün toplumlara baktığımızda maalesef yeni bir akımın arkasına takılma isteği var. Tüm çocuk odaları bej tonlarında. Önceden çocuk yetiştirirken kız çocuğu-erkek çocuğu diye ayrım yapılan tüm bilgiler bugün uygulanmıyor. Şimdi ise pembe-mavi ayrımı bile demode bulunuyor. Tam olarak burada başlıyor çocuğa yön vermek, çocuğu yönetmek.
Batı ülkelerinde cinsiyetsizleşmeye yönelik eğilimler artık insanlara dayatılıyor, değil mi?
Batı'da artık bu tamamıyla kabul görmüş. Farklılıklar kutlanılıyor ve bu farklılıklar sadece cinsiyet farklılıkları altında değil, fiziksel özellikleri de kapsıyor. Önceleri kadın fiziği üzerine baskı uygulayan, kadını zayıflığa zorlayan Batı'da artık şişman kadınları da görmeye başladık. Çok toleranslı bir toplum olduğunu göstermeye çalışıyorlardı. Kim istemez bunu? Daha sonra da arka kapıdan bu cinsiyet farklılıkları kabul ettirildi. Buna karşı çıkanlar ise hoşgörüsüz ve kabul edilemeyecek nefret söylemi olarak kabul ediliyor. Amerika'da bazı bölgelerde, dinlerine çok bağlı olan ufak kasabalarda veya şehirlerde bunlar tartışılıyor veya karşı çıkılıyor. Biz duyamadığımız için yok sanıyoruz. Biz zannediyoruz ki bunu reddeden başka insanlar yok. Ama bunlar da tabii ki sessiz gruplar ve azınlıkta kalıyorlar, medyada kendilerine yer bulamıyorlar. Komşu ilişkileri, küçük mahalle ilişkileri bitti, insanlar daha çok evde kendi başlarına vakit geçiriyor ve daha çok çevrim içi dünyada veya televizyonlarda iletişim kuruyorlar. O yüzden medyada sadece bahsettiğimiz grupları görüyoruz. Çocuklar da artık çevrimiçi büyüdüğü için tabii ki bunları normal olarak kabul etmiş durumda. Çocuk dışarıda farklı bir şey söylediğinde linç edileceğini biliyor, bu ikilemle yetişiyor. Buradaki tehlike çanları çoktan çaldı da insanlara anlatmakta
güçlük çekiyoruz.
Olimpiyatlarda mesela 10 yaşlarındaki bir kız çocuğunun da dans ettirilmesi aslında bir gövde gösterisi. Biliyorlar ki bütün dünya olimpiyatları izliyor. Bu özel bir kanalda yayımlanan, özel bir program değildi. Sadece cinsiyet değil, tüm inançlarla dalga geçiliyor ve "Bakın istediğimizi yapabiliyoruz" diyorlar. Karar verenlerin bizler değil, kendileri olduğunu söylüyorlar. Evet, bugün çevrim içi yollarla, yeni akımlarla çocukları istedikleri gibi yönetebildiklerini görüyoruz ama sağlam bir ailede yetişen bir çocuk bundan çok daha az etkilenecektir. İşte bu yüzden diyoruz ki artık aile kurumuna da zarar verilmek isteniyor. Bugün çocuğun kökü sağlam olursa, aile kendi cinsiyetlerinin farkında olup çocuktaki cinsel kimliği sağlıklı geliştirmişse o çocuk zaten otokontrolü yakalayacaktır ve dışarıdan etkilenmesi daha aza indirgenecektir. Yeni çocuk yetiştirme metotları veya yöntemleri de o kadar çok farkındalıktan uzak ki pedagoji diye bir şey kalmamış ve çok fazla yanlış kavramlarla dolu. Mesela çocukların sadece internet girdiği için tehlikede olduğunu düşünenler çok yanlış düşünüyor. İnternet sadece tetikleyendir. Çocuğun içinde olan şey tetiklenir. Ama aile gerçekten sağlıklı bir aileyse çocuğun internette maruz kaldığı kötülüğe karşı verdiği tek reaksiyon kendisini düzeltmeye yönelik olacaktır. Bunun ekran süresi gibi konularla pek alakası yok. Kitabımda da yazdığım gibi ana sebep, ana kaynak gerçekten köktedir, bizim köke inmemiz gerekiyor.
Yapay zekâyı insanlığımızı kaybetmeden kullanmalıyız
Prof. Dr. A. Ayhan Çitil
Akademisyen
Yapay zekâ teknolojilerinin gelişmesi ve akıllı makine kullanımının yaygınlaşması insan bilincini ve yeteneklerini ne yönde değiştirecek?
Makinenin mi insana, insanın mı makineye yakınlaştığını düşünüyorsunuz?
Yapay zekâ sağladığı ve gelecekte sağlamayı vaat ettiği imkânlar ve beraberinde getirdiği riskler dikkate alındığında bizleri –haklı olarak– karmaşık beklentilere ve duygulara sevk ediyor. Bu karmaşa içerisinde nihai kararı vermekte acele etmemekte yarar olduğunu düşünüyorum. Kanaatimce yapay zekâya dayalı olarak geliştirilen teknolojileri ne insanlık durumuna ilişkin tüm sorunları çözecek bir kurtarıcı ne de distopik bir geleceğin habercisi olarak görmek doğru olur. Birkaç örnek üzerinden ve "ya… ya da…" safsatasına kapılmadan bizi nelerin bekliyor olabileceğini öngörmeye çalışalım.
Yapay zekâ hayatımızı kolaylaştıracak, daha önce çok uzun süreler harcayarak yapabildiğimiz pek çok işin üstesinden kolayca gelecek gibi görünüyor. Örneğin, başarıyla geliştirilmiş bir YZ uygulaması emek, malzeme ve teknolojinin birlikte kullanıldığı, çok aşamalı karmaşık bir projeyi dinamik şartlar içerisinde bir insanın yapabileceğinden çok daha başarılı biçimde yönetebilir. Tıbbî bir vakaya ilişkin yapılmış en son araştırmaları bir doktorun hızlıca karar vermesini kolaylaştıracak biçimde başarıyla derleyebilir ve özetleyebilir. Bu iyi. Öte yandan bu tür uygulamaların devreye girmesi ve hızlıca uygulamaya konması pek çok iş kolunda büyük bir işsizlik dalgasına yol açabilir. Bu kötü. İnsan kendi yeteneklerini taklit ve simül eden muazzam bir teknoloji geliştirerek ve onu kontrollü biçimde kullanarak insan olmanın onurunu yaşayabilir ve zekâ sahibi olmanın keyfini sürebilir. Bu iyi. Öte yandan kendi eliyle geliştirdiği bir aracın kendisini aşan bir zekaya sahip olduğunu vehmeder kendini değersizmişçesine algılayabilir. Bu kötü. Saatlerce direksiyon sallamaktan uykusundan mahrum kalıp bazı kapıları, sınırları, mekânları beklemeye; kan ter içerisinde toprağı işlemekten iş kazası risklerinin yüksek olduğu iş kollarında emek sarf etmeye kadar pek çok konuda yapay zek teknolojilerinin getirdiği konfor yaşanabilir. Bu iyi.
Öte yandan bazı gelecek bilimcilerin öngörme eğiliminde oldukları gibi "hiçbir işe yaramayan", bir bakıma "fuzuli" bir insan kategorisi altında toplanabilecek bireylerin sayısı gittikçe genişleyebilir. Bu suretle iş yaparak olgunlaşma ve gelişme imkânları pek çok insanın elinden sökülüp alınabilir. Bu kötü. Yeterince yatırımın gitmediği, nitelikli öğretmenlerin, doktorların, hâkimlerin hizmet veremediği bölgelerde insanlar, yapay
zekâ teknolojileri yardımıyla geliştirilmiş birinci sınıf hizmetlerden yararlanabilirler. Bu iyi. Öte yandan yapay zekâ sahibi öğretmenlerle eğitim görmenin çoğunlukla tercih edilmesi halinde öğrenciler ancak sınıf ve okul ortamında kazanılabilecek yetkinliklerden ve insanî niteliklerden mahrum kalabilirler. Doktor- hasta veya hâkim-sanık ilişkisinin insani ve fenomenolojik yönü tamamen ihmal edilebilir. Bu kötü.
Bu örnekleri ve karşıtlıkları çoğaltmak mümkün. İşin içine bir de yapay zekâ teknolojilerinin karıştığı kazalar, gecikmeler, eksiklikler vb. girdiğinde ihmal edilemeyecek ahlaki ve hukuki tartışmaları da katabiliriz
Tüm bunlardan nasıl bir sonuca varabiliriz?
Sanıyorum konuyu şöyle toparlayabiliriz: Yapay zekâ, insanların insanlıklarını kaybetmeden kullanabilmenin yolunu bulabildikleri ölçüde iyi, bu teknolojilere teslim olup teknolojinin büyüsünün etkisiyle kendilerini kaybettikleri oranda kötü olabilir. Hangi şıkkın galebe çalacağı yine insanın kendi elinde