"ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİ" DERKEN?
18. yüzyılın ikinci yarısında ilk defa ABD'de tartışılmaya başlanan, 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yasal düzenlemelerde kendine yer edinen ve modern dünyada en hassas hukuki meselelerden biri haline gelen bir kavram özel hayatın gizliliği. Bireysel özgürlük anlayışının dünyada yükselmesi, insanın şahsi ve ailevi hayatında dokunulmaz bir alan olması gerektiğine dair bir söylemin gelişmesine yol açtı. Kişisel verilerin korunması probleminin son yıllarda çok konuşulması da konuyu gündemde tutuyor. Bütün liberal değerler gibi özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunmasının da söylem düzeyinde kaldığını söylememek için bir sebep yok maalesef…
2021 yılında WhatsApp'ın getirdiği sözleşme güncellemesi bu duruma en iyi örneklerden biri. Şirket, kullanıcı verilerinin işletme hesaplarında değerlendirilmek için Facebook ile paylaşılmasının yolunu açan güncellemeyle kullanıcıların "Kabul Et" sekmesine tıklayarak, 8 Şubat'ta yürürlüğe girecek yeni koşulları ve gizlilik ilkesini kabul etmelerini dayatmıştı ve şu ifadelere yer verilmişti: "Bu tarihten sonra, WhatsApp'ı kullanmaya devam etmek için bu güncellemeleri kabul etmeniz gerekecektir. Hesabınızı silmeyi tercih ediyor ve daha fazla bilgi almak istiyorsanız Yardım Merkezi'ni de ziyaret edebilirsiniz." Üstelik bu güncellemenin zorunlu tutulmadığı ülkeler de vardı: AB ülkeleri! WhatsApp gelen tepkiler üzerine tarihi 15 Mayıs'a kadar erteledi fakat geri adım atmadı, sadece sözleşmeyi kabul etmeyenlerin hesaplarının askıya alınmayacağını, bazı kullanım kısıtlamalarına gidileceğini ve adım adım kısıtlamaların arttırılacağını söyledi.
Ocak 2022'de ise dünya yeni fakat şaşırtıcı olmayan bir skandalla tanıştı. İsrailli siber güvenlik şirketi NSO Group'un ürettiği, kullanıcıların haberi olmadan telefonlara sızmayı sağlayan casus yazılım Pegasus'un, Hindistan'dan Uganda'ya, Meksika'dan Filistin'e uzanan geniş bir coğrafyada aktivistler, sendikacılar, siyasetçiler, bürokratlar ve gazetecileri içeren geniş bir kitlenin izlenmesinde kullanıldığı anlaşıldı. Casus yazılımlar, iMessage, Viber, FaceTime, WhatsApp gibi popüler sohbet programları üzerinden gönderilen sahte linklerle hedef kişinin ruhu bile duymadan telefonuna yüklenebiliyor. Yazılım telefona yüklendikten sonra ise telefondan yapılan tüm konuşma ve yazışmalar saldırıyı yapan merkez tarafından izlenmeye başlıyor. Ayrıca lokasyon takibi yapılabiliyor, klavye hareketleri izleniyor. Dahası kamera ve mikrofona da uzaktan müdahale edilebiliyor. Böylece kişinin bulunduğu ortamdan haberi olmadan dinleme ve izleme yapılabiliyor
ANTİSEMITİZMLE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ ARASINDA
Siyonist ideoloji aleyhine en ufak bir yorumda bulunanların "antisemit" yaftasıyla aforoz edildiği sıkı bir denetim mekanizması var dünyada. Sinemada, sanatta, sporda, akademide, reklam dünyasında Filistin'i destekleyici ifadeler kullananlar bir şekilde havuzun dışına itiliyor. Sosyal medya şirketlerinde, internet mecralarında, dizi platformlarında da durum pek farklı değil. 2023'ün sonlarında, İnsan Hakları İzleme Örgütü'nün (HRW) yayımladığı "Meta'nın Tutulmayan Sözleri: Instagram ve Facebook'taki Filistin İçeriğinin Sistemli Sansürü" başlıklı 51 sayfalık raporda, Mark Zuckerberg'e ait Meta'nın, bünyesindeki sosyal medya platformlarında sergilediği İsrail yanlısı tutum açıkça ortaya konmuştu. Raporda, Meta platformlarında Filistin'i destekleyen barışçıl ifadeler ve Filistinlilerin insan haklarına ilişkin kamusal tartışmalar da dâhil olmak üzere paylaşımlarının kaldırıldığı ve bastırıldığı belgelendi. Bu şekilde rapor, ifade özgürlüğü diye bir kavramın her zaman geçerli olmadığını; çağın en önemli insan hakları temelli değerlerinin bile söz konusu İsrail menfaatleri olduğunda eğilip bükülebileceğini tescilledi. HRW, rapor çalışması çerçevesinde 60'tan fazla ülkeden 1050 sansür vakasını inceledi. Her biri en az 100 kez tekrarlanan 6 temel sansür modelinin belirlendiğine işaret edilen raporda, bunlar arasında içeriğin kaldırılması, hesapların askıya alınması veya silinmesi, içerikle etkileşimde bulunamama, hesapları takip edememe veya etiketleyememe, Instagram/ Facebook Live kullanımını kısıtlama ve bir kişinin gönderilerinin, hikayelerinin veya hesabının bildirimde bulunulmadan görünürlüğünde Azalmaya gidilmesinin yer aldığı ifade edildi.
Bu raporda anlatılanların somut bir krize dönüştüğü ilk ülke ise Türkiye oldu. Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu (BTK), 2 Ağustos 2024'te "katalog suçlara uymadığı" gerekçesiyle Instagram'a erişim engeli getirdi. Türkiye ve dünyada birçok medya kuruluşu, Instagram'a gelen erişim kararının Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye'nin öldürülmesinden sonra paylaşılan sosyal medya mesajlarının engellenmesinin ardından geldiğine dikkat çekti. Instagram, İsmail Haniye'nin öldürülmesinin ardından yapılan paylaşımları kaldırmasının sebebi olarak Meta'nın topluluk kurallarına işaret etti ve Hamas'ın hem tehlikeli örgütler ve kişilere yönelik politikası kapsamında hem de ABD hükümeti tarafından terör örgütü olarak kabul edilmesi kapsamında değerlendirildiğini belirtti. Türkiye'nin yürüttüğü müzakere süreci sonunda Instagram, Türkiye'nin katalog suçlar kapsamındaki taleplerini karşılayacağının ve kullanıcılara getirilen sansür konusunda ortak bir çalışma yapacaklarının sözünü vermek durumunda kaldı.
LGBT'YE DOKUNMAK SUÇ
Bir süredir hayatımızda yeni bir faşizm türü var ve bu yeni faşizm, muhatabını faşistlikle itham ederek işini görüyor. LGBT dayatması ve eşcinsellik propagandası aleyhinde konuşan herkes, insanları kin ve düşmanlığa sevk etmek çerçevesinde hareket etmekle suçlanıyor, bir şekilde susturuluyor, çalıştığı veya içinde bulunduğu camiadan dışlanıyor, sosyal medyada sansürleniyor. LGBT hakları savunuculuğu altında sistematik bir şekilde bütün mecralardan içerik bombardımanı yapmak ifade özgürlüğü olurken bunun aleyhinde yapılan en makul yorumlar bile ifade özgürlüğü kapsamında değil.
Avrupa Birliği başta olmak üzere bütün uluslararası kuruluşlar LGBT dayatmasına karşı çıkan aykırı görüşleri baypas etmek için bütün imkânları seferber ediyorlar. AB'nin dünyaya ayar vermek için kullandığı yöntem ise hiç değişmiyor: Süslü söylemler, içi boşaltılmış kavramlar ve odağından saptırılmış değerler adı altında ince ayar yapılıyor. AB'nin 2022 yılında ilan ettiği Avrupa Medya Özgürlüğü Yasası buna en güzel örnek.
AB üyesi ülkelerde medyanın her müdahaleye karşı korunması, gazetecilere karşı casus yazılım kullanımının yasaklanması, tüm medya organlarının mülkiyet ve fon konusunda şeffaf olması ve kamu reklamlarının adil şekilde dağıtılmasını amaçladığı söylenen yasanın bir amacı daha vardı: medyayı susturarak LGBT propagandalarına halel getirmemek. Zaten yasanın konuşulmasını ateşleyen gelişme de Macaristan ve Polonya'nın LGBT dayatmasına karşı gösterdiği tutumdu.
"Basın özgürlüğü" kılıfıyla servis edilen yasa ile Brüksel, birlik içerisindeki üye devletlerin medyalarını kontrol etmeyi amaçlıyor. Yasa ile üye ülkelerdeki medya kuruluşları üzerinde kendi programını dayatacak bir kontrol mekanizması oluşturmayı hedefleyen AB, kendi politikalarına alternatif yayınlar yapan medya kuruluşlarının peşine düşmenin ve bu kuruluşların finansman kaynağını tespit etmenin de yolunu böylece açmış oldu. Yasa hakkında yürütülen tartışmalarda bazı devlet temsilcilerinin "özgür medya" kılıfıyla hazırlanan yasanın, beklenenin aksine ülkelerdeki ifade özgürlüğünü kısıtlayacağı görüşünü paylaşmaları üzerine de Avrupa Komisyon Başkan Yardımcısı Vera Jourova, "hükümetlerle mücadele etmeye hazırız" diyerek tepkilere aldırış etmeyeceklerinin işaretini vermişti. Jourova'nın sözünü ettiği mücadeleyi; LGBT propagandasına karşı olan ve kimisi konuyu yasal düzenlemeye götüren Macaristan, Polonya, Gürcistan, Bulgaristan ve Türkiye gibi ülkeler AB tarafından kibarca tehdit ederek sergilemeye devam ediyorlar.
MÜLTECİNİN BATILISI MAKBUL
Son yıllarda Avrupa ve ABD'de yaşanan bazı gelişmeler tekrar ve tekrar Batı'nın nasıl bir çifte standart sarmalı içinde olduğunu kanıtladı. Biraz hatırlayalım… Rusya-Ukrayna savaşından sonra dünya genelinde birçok ülke ve uluslararası kuruluş, Rusya'ya karşı çeşitli ekonomik, diplomatik ve kültürel yaptırımlar uygulamaya başladı. Rusya'nın büyük bankaları uluslararası finans sistemlerinden çıkarıldı, Rusya Merkez Bankası'nın yurt dışındaki döviz rezervlerine erişimini kısıtlandı, Rus zenginlerin yurt dışındaki mal varlıkları donduruldu, birçok ülke Rusya'dan belirli ürünlerin ithalatına ve Rusya'ya belirli ürünlerin ihracatına yasak getirdi. Avrupa Birliği ülkeleri, ABD, Kanada ve diğer birçok ülke, Rusya'nın diplomatlarını sınır dışı etti, Rusya bazı uluslararası organizasyonlardan ya da etkinliklerden dışlandı, bazı ülkeler Rusya'ya ait uçakların hava sahalarına girişini yasakladı. Rusya, FIFA ve UEFA gibi uluslararası spor organizasyonlarından men edildi, Rusya'daki büyük spor etkinlikleri iptal edildi ya da başka ülkelere taşındı. Savaşın faili olmayan Belarus bile sadece Rusya'ya destek verdiği için aynı kısıtlamalardan nasibini aldı. İşi o noktaya vardırdılar ki, İtalya'daki Milano-Bicocca Üniversitesi, Rusya-Ukrayna savaşı nedeniyle Dostoyevski dersini programdan kaldırdı.
Bütün bunların üzerine, Rusya'nın Ukrayna'ya karşı tutumunun Filistin'e karşı çok daha şiddetlisini ve insanlık dışı versiyonunu sergileyen İsrail'e önlem almak bir yana, ABD başta olmak üzere birçok Batılı ülke İsrail'i desteklemeye devam ediyor. İsrail kaynaklı şirketler dünyayı haraca bağlamaya devam ediyor, devlet görevlileri en prestijli protokollerle karşılanıyor, sporcuları bütün itirazlara rağmen uluslararası müsabakalara katılabiliyor. Bütün dünyanın gözü önünde hastaneleri, güvenli bölgeleri ve yardım dağıtılan noktaları bile bombalayarak soykırıma imza atan İsrail Başbakanı Netanyahu'nun konuşma yapmak üzere ABD Kongresi'ne girerken tam 3 dakika 40 saniye boyunca büyük bir coşkuyla alkışlanması ise iğrenç bir manzara olarak hafızalara kazındı.
İşin ilginç tarafı, ABD'nin çelişkili siyasetini bazı Batılı kuruluşlar da dile getirmeye başladı. İngiltere merkezli yayın yapan Middle East Eye'da, ABD'nin küresel düzendeki çifte standartlarının son dönemde küresel gelişmeleri nasıl etkilediğini ve küresel düzenin devamına dair gelişmelerin ne yöne evrileceğini değerlendiren bir analiz kaleme alındı. Analizde en dikkat çekici noktalardan biri de ABD-İsrail arasındaki ilişkiydi. ABD'nin özellikle İsrail ile ilgili izlediği stratejinin çifte standardının belgesi haline geldiği ve özellikle son dönemde bu çifte standart nedeni ile Küresel Güney olarak adlandırılan birçok ülkenin küresel düzene açıkça meydan okumaya başladığı belirtildi.
"BİZDEN DEĞİLSEN ÖLEBİLİRSİN"
Mülteciler ve savaş mağdurları konusunda da durum pek farklı değil. Avrupa Birliği'nin, milyonlarca Ukraynalı savaş mağduruna geçici koruma sağladığını hepimiz hatırlıyoruz. Her altı ayda bir gözden geçirilecek şekilde üç yıllık bir süre için Ukrayna'dan gelenlere bu statü tanındı; Ukraynalılar böylece oturma izni alabildiler, eğitim ve sağlık hizmetlerinden yararlandılar, çalışma haklarına da sahip oldular. Bütün dünya Ukraynalı savaş mağdurlarına sonuna kadar kucak açtı açmasına ama bu misafirperverliği, Müslüman ve terörist eğilimli (!) mültecilerle kıyaslayarak gerekçelendirdi. Bulgaristan Başbakanı Kiril Petkov, Ukraynalı mülteciler için "Bunlar alıştığımız mülteciler değil. Bunlar Avrupalı insanlar, bu yüzden biz ve diğer tüm AB ülkeleri onları karşılamaya hazırız. Bunlar zeki insanlar, eğitimli insanlar… Bunlar, havalimanı bombalanan ve yoğun ateş altında bulunan Avrupalılar." dedi. Afgan mültecilere karşıtlığı bilinen yeni Avusturya Başbakanı Karl Nehammer "Ukraynalılar Afganistan gibi ülkelerden gelen mültecilerden Farklı. Mahalle yardımından bahsediyoruz." açıklamalarında bulundu. AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ise "Ukrayna bize ait, bizden biri ve onları aramızda görmek istiyoruz..." ifadeleriyle mültecilere ayırımcı bir politika sergilediklerini açıkça beyan etti.
Suyun diğer tarafına geçtiğimizde ise bambaşka bir manzarayla karşı karşıya kalıyoruz. Ukraynalı mülteciler konusunda çok hassas olan Batı dünyası Iraklı, Suriyeli ve Filistinli göçmenler söz konusu olunca birtakım kriterler gözetmeye başlıyor: mavi gözlü, beyaz tenli, sarı saçlı olmak! Ayrımcılığın ve ırkçılığın her fırsatta eleştirildiği modern Batı dünyasında, ırkçılığın yeni bir güncellemesi uygulanıyor. Suriyeli ve Orta Doğulu
sığınmacıların Avrupa'ya girişini engellemek için son yıllarda sınır duvarları inşa ediliyor, kilometrelerce dikenli tel çekiliyor. Avrupa'yla Türkiye arasında tampon işlevi gören Yunanistan, yıllardır Suriyeliler başta olmak üzere Orta Doğu, Asya ve Afrika kökenli sığınmacıları kelepçeli bir şekilde doğrudan denize atıyor ya da botlarını patlatarak pek çok gayri hukuki ve gayri insani geri itme politikaları uyguluyor. Üstelik Avrupa Birliği Sınır ve Sahil Güvenlik Ajansının (Frontex), Ege'de Yunan unsurlarınca düzensiz göçmenlere yönelik yapılan geri itme ve denizde terk etme vakalarına dahil
olduğu; Lighthouse Reports, Der Spiegel, SRF Rundschau, Republik ve Le Monde tarafından yürütülen ortak araştırmaya göre, Frontex'in veri tabanında, yüzlerce düzensiz göçmenin Ege'de geri itilmesine yönelik kayıtlar yer aldığı ortaya çıkıyor!