Bu toprakların bir parçası Molmak tarihin her döneminde zorlayıcı, yıpratıcı ama bir o kadar da şerefli bir uğraş olmuştur. Savaşlar, göçler, terör eylemleri, darbeler, ihanet, büyük afetler ve daha nicesi yaşantımızın bir parçası olmuş; atalarımızdan aldığımız genetik ve psikolojik miras ve de sosyal öğrenme ile kazandığımız beceriler sayesinde bu zorluklar üstesinden gelmeyi her seferinde, bir şekilde başarmışızdır.
Sıradan bir Avrupalının ömrü boyunca karşılaşacağı travmaları bizler bazen bir haftada yaşayıp aldığımız yaralarla yolumuza devam edebiliyoruz. Bu bir yandan yorucu bir yandan da bazı bireylerde psikolojik dayanıklılığı arttırıcı bir unsur olabiliyor. Evet, zorlanıyoruz, yıpranıyoruz fakat kolay kolay da pes etmiyor, kenara çekilmiyoruz, mücadele etmeyi, direnmeyi çok iyi biliyoruz.
Son dönemde gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı seçimleri de toplumsal birlik ve beraberlik açısından keskin ve yıpratıcı söylemlerin kullanıldığı, toplum ruh sağlığını önemli ölçüde etkileyen bir seçim oldu. Seçim demek nihayetinde yarışmak demektir. Rakibe karşı mücadele etmek ve nihayetinde galip
gelmeyi istemek demektir. Ama bu mücadelenin de bir ahlakı ve sınırlılıkları vardır.
Seçimlerin ve yarışmanın doğası gereği rakibimizi, bizim gibi düşünmeyeni ve hatta bizim inandığımıza inanmayanı eleştiririz. Karşı tarafın eksikliklerini, yanlışlarını, açıklarını anlatır, eşimize, dostumuza, akrabamıza şaka yollu takılır ve hatta bazen de sinirlendirmeye çalışırız. İşin doğası budur; karşı tarafın kötü ve eksik, kendimizin ise iyi ve tam olduğunu ispatlamaya çalışırız. Fakat tekrar ediyorum tüm bu eylemlerin ve söylemlerin
insani değerler çerçevesinde bir sınırı ve ölçüsü olmalıdır. Karşı tarafın onuruna, gururuna, inandığı değerlere, aile şerefine hakaret etmemek, onu aşağılamamak, küçük görmemek gerekiyor. Ama üzülerek söylüyorum ki bu ölçü ve hassasiyet ne yazık ki geçtiğimiz seçimlerde yitirildi.
Burada büyük bir patoloji var
Hepinizin malumudur, bir sokak röportajında kendi fikrini uygun bir dille ifade eden genç bir hanımefendinin yanına yaşını başını almış bir hanımefendi geldi ve bir kadına edilebilecek en ağır hakaretleri etti. Bu bireysel ve bir inanca, topluluğa mâl edeceğimiz bir eylem değildir. O çirkin sözleri söyleyen kişinin geçmişini, travmalarını, fiziksel hastalıklarını, mevcut ruh sağlığını bilmeden kendisi ile ilgili net bir şey söylemek de kendi adıma etik değil.
Buraya kadar olanlar kötü de olsa bir şekilde anlaşılabilir fakat küfür eden bu kadının sosyal medyada bir ikona dönüştürülmesi, ettiği küfrün yüz binlerce kişi tarafından paylaşılması, hakkında destekleyici capsler yapılması ve nihayetinde insanların o kadın gibi giyinmesi durumun ne kadar vahim olduğunun kanıtı. Hatta Türkiye'nin yüksek takipçiye sahip sosyal medya fenomenleri, şarkıcıları bu kadının fotoğrafını profil fotoğrafı yaptı. Kendisini manevi değerlere bağlı olarak lanse eden bir siyasi partibaşkanı reklam videosunda küfür eden kadının karikatür halini kullandı ve bunu paylaştı.
Bazen sahiden de insan kendinden şüphe ediyor, "Acaba ben mi yanlış düşünüyorum?" diye sorguluyor kendisini. Bir kadın kameralar karşısında diğer bir kadının onuruna, gururuna açıkça küfrediyor ve bu durum toplumun önemli bir kesimi tarafından, siyasiler ve sanatçılar tarafından destekleniyor, yüceltiliyor ve reklam malzemesi haline dönüştürülüyor. Burada büyük bir patoloji mevcut.
İnsanlar farklı siyasi ideolojilere gönül verebilir, bu ideolojileri insani bir biçimde savunabilir, taraf tutabilir. Ama sadece ideolojisi yüzünden bir insanın onuruna, gururuna küfretmek ve bu sapkınlığı desteklemek o kişilerin ruh sağlığı ile ilgili önemli veriler sunar bize. Tek doğrunun kendisi olduğunu düşünmek, kendisini diğerlerinden yukarıda görmek, daha donanımlı, bilgili, akıllı olduğunu düşünmek, diğerlerinin cahil, akılsız, zavallı ve muhtaç olduğunu düşünmek bir tür grandiyöz hezeyandır aslında.
Bu büyüklenmeci tavır ve düşünceler genellikle bipolar bozuklukta, şizofrenide ve bazı kişilik bozukluklarında görülür. Grandiyöz hezeyanlar narsisistik kişilik bozukluğunda karşımıza çok sık çıkar. Bu kişilik bozukluğunda birey kendini diğerlerinden üstün, güçlü, başarılı, zeki hisseder. Özel birisi olduğunu düşünen bu kişiler kendilerini sadece özel kişilerin ve kurumların anlayacağını iddia edebilirler. Yoğun bir empati eksikliği yaşarlar, kibirli davranırlar ve ötekine daima yukarıdan bakarak diğerlerinin kendisine muhtaç olduğunu düşünürler. Ne kadar tanıdık bir tablo değil mi?
İyiliğin özünde karşılık yoktur
Muhtaciyet demişken seçim döneminde yine hepimizin kanını donduran ve büyük kitleler tarafından destek bulan bir söylem daha vardı: Afet bölgesine yapılan yardımlar…
Annenizi, babanızı, kardeşlerinizi, çocuklarınızı, evinizi, işinizi kaybettiniz. Fiziksel ve psikolojik olarak dağıldınız. Dünya sizin için çok zor bir yere dönüştü ve bunun üstesinden gelmeye, dünyaya ve bulunduğunuz ülkeye tutunmaya çalışıyorsunuz. 14 Mayıs günü her vatandaş gibi demokratik hakkınızı kullanarak A ya da B partisine oy verdiniz ve sosyal medyada dolaşırken deprem bölgesindeki seçmenlere ithafen yüzlerce kişiden şu tür mesajları okudunuz:
"Hakkımı ve yardımlarımı onlara helal etmiyorum, Allah'ın bir bildiği varmış, ilahi adalet, beter olsun hainler, deveye diken insana .…, az bile olmuş, beter olun, sizi …… yaranır..."
Ne hissedersiniz?
Amacım kötülüğü yaymak değil, zaten yayılmış olan bu kötülüğün üzerine bir şeyler söylemek. Bilmemiz gereken şey şu: Depremden etkilenen vatandaşlarımız dilenci ve muhtaç değildi, sadece çok büyük bir felaket yaşadılar, bizler de dostlarımız, akrabalarımız, yurttaşlarımız için bize yakışanı yapıp karşılıksız bir biçimde dertlerine derman olmaya çalıştık.
Burada karşılık kelimesini kullanmak bile utanç verici. Çünkü iyiliğin özünde karşılık yoktur. İçinden gelir ve elini, kalbini uzatırsın. Cemil Meriç'in ifadesiyle: "İyilik eden, mükâfat bekliyorsa tefecidir." Evet, yardımları karşısında A ya da B partisine oy bekleyen kim varsa kötü kalpli bir tefeci ve rüşvetçidir.
Haklarını deprem bölgesinde oy kullanan vatandaşlara haram eden rüşvetçiler, deprem için yardımda bulunmadan önce keşke geçtiğimiz dönemki seçim sonuçlarına bakıp yardımlarını (rüşvetlerini) kendi partilerinin birinci çıktığı bölgelere gönderselerdi. Bu haram etme seanslarından kurtulmuş olurlardı. Gelecek seçimlerde ve olası doğal afetlerde lütfen buna dikkat etsinler.
Yara sararken ayrım yapmak
Aziz ve bilinçli Türk Milleti yardım ederken, yara sararken, destek olurken din, dil, ırk, ten rengi, mezhep ayrımı yapmadı ve yapmayacaktır da. Bu bayrak altında yaşayan, ülkenin bölünmez bütünlüğüne inanan her yurttaş bizim dostumuz, yoldaşımız, arkadaşımızdır. Siyasi görüşümüz ne olursa olsun, biz bu topraklarda birbirimize emanetiz ve birbirimizin çaresiyiz.
Biz kendi gündemlerimize dönmüş olsak da deprem bölgesindeki yurttaşlarımız hâlâ yaralı, üzgün ve kırgın, eleştirilmesi, gönlünün incitilmesi gereken en son kişiler de onlar. O yüzden depremden etkilenen yurttaşlarımızla ilgili konuşurken bir değil bin kere düşünmemiz gerekiyor. Kaldı ki bu iğrenç yaklaşımla bakarsak, gönderilen yardımlardan istifade eden A ya da B partili, yani sizin partinizden olabilir. O insan kendi gücü ve değerleri ölçüsünde partiniz için çalışmış olabilir. Bu toptancı anlayışla onun gönlünü neden incitip değersiz hissettiriyorsunuz ki?
Deprem bölgesine yaptığı yardımlardan pişman olan, haram eden, beddua okuyan vatandaşlarımız için ortak bir çalışma yapma fikrinin herkes gibi ben de hâlâ arkasındayım. Bölgeye yaptıkları yardımları söylesinler ve biz de Türk Milleti olarak bu yardımları karşılayalım. Kendilerini kandırılmış ve kötü hissetmesinler çünkü kendileri de bu ülkenin bir parçasıdır.
İşler istemediğimiz gibi gittiğinde suçu karşı tarafta aramak insanın en büyük hatasıdır. "Ben mükemmelim ama diğeri aptal, eğitimsiz, zavallı, kandırılmış" anlayışıyla yaklaşmak insanı sakinleştirse de çözüme ve ilerlemeye katkı sunmayan bir illüzyondur. Özeleştiri yapmak, kendini sorgulamak, kusurlarını bulmaya çalışmak gelişimin ve başarının temel unsurlarıdır.
Büyüklerimizden öğrendiğimiz bir duaydı: "Allah'ım bizi namerde değil, merde muhtaç eyle" diye. Depremden etkilenen vatandaşlarımız üzülmesin,
kırılmasın, incinmesin Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve bu devletin yüce gönüllü yurttaşları hiçbir ayrım yapmadan, yapılanı göze sokmadan, bela/beddua okumadan en temel vazifesi olan yardımlaşmayı sürdürecektir. Namertliği değil, mertliği yüceltecektir.
Kronikleşen seçmen davranışı
Şunu yeniden hatırlatalım, bazı problemli davranışlar artık seçmen davranışlarında kronikleşti. Sandıktan umduğunu bulamayan seçmen aynaya
bakmadan, eksiklerini görmeden doğrudan karşı tarafa hakaret etmeye başlıyor. Her seçim döneminde Türk toplumunun zekâsı ile ilgili, bilimsellikten uzak bir biçimde kurulmuş klişe 1-2 cümleyi sosyal medya hesaplarında paylaşmak, ülke insanına hakaret edip bir iç rahatlaması sağlamak büyük bir yanlıştır. "Bizi seçmiyorlar çünkü zekâ seviyeleri düşük" tavrından vazgeçmeyen, sorunu karşı tarafta arayan seçmen ve siyasi partiler yenilmeye mahkûm olacaklardır.
Bu topraklarda yüzlerce seçim oldu, siyaset arenası, siyasi yüzler değişti. Bu, dünyanın kanunudur. Ve biz yıllardır bu bayrak altında farklılıklarımızla,
beraberce yaşadık. Siyasi ideolojimiz, dünya görüşümüz, dinimiz, memleketimiz, tuttuğumuz takım her ne olursa olsun buluşmamız gereken ortak nokta insanlık ve insani değerlerdir.
Seçim sebebiyle komşumuza, iş arkadaşımıza, eşimize, dostumuza hakaret etmek, kalp kırmak gerçekten de gereksiz bir eylemdir. Kutuplaşmak,
taraf olmak, kavga etmek, hakaret etmek dünyadaki en kolay işlerdendir. Doğası gereği insan çok kolay yıkıcı bir hale dönüşebilir. Önemli olan birbirimizi anlamak, dinlemek, farklılıklarımızı kabul edip insani değerlere uygun bir toplum inşa edebilmektir.
İşte bakın bugün yine beraberiz, iş arkadaşımızla, mahallemizdeki kasapla, çocukluk arkadaşımızla yan yanayız ve emin olun ki bizler birbirimize muhtacız. Birbirimizin selamına, dostluğuna, ilgisine, yardımına varlığına muhtacız. Sert ve kırıcı siyasi söylemlerin bu güzellikleri yok etmesine lütfen
müsaade etmeyelim. Her şey geçer, geçicidir ama insana ait güzellikler hep kalır ve hatırlanır.