Aslında narsisizmin, normal ve yaygın insani bir dürtü olan kendini özel hissetme anlamına geldiği söylenir. Kendini beğenmek nereye kadar normal, nereden sonra anormaldir?
İnsanın bu dünyaya katlanabilmesi, yoluna devam edebilmesi için kendini beğenmesi gerekiyor. Kendini beğenmeyen biri yaşamaya devam edemez. Bazen biz bu noktada karmaşıklığa düşebiliyoruz, hatta tevazuu yanlış anlayabiliyoruz. Uzun bir süre boyunca hak ettiğinden azına razı olmak insanı depresyona sokabilir, karamsarlık getirebilir, özgüvensizliğe, umutsuzluğa sebep olabilir. Bu insan hayallerini gerçekleştirmek için kendine inanmaz, kendini ifade edemez, ilişkilerde kendisi olamaz. Hayatımızda en temel nokta kendimizi belli ölçüde beğenmemizle başlıyor. İnsanın temel yakıtı kendini beğenmesidir diyebiliriz. Zaten aksi bir durumda bahsettiğimiz bu tuzaklara düşebiliyoruz.
Kendini beğenme konusunu üç alt başlıkta toplayabiliriz; öz sevgi, özgüven, öz şefkat. Öz sevgi "Beyhan'ı bu dünyadaki mücadelesiyle, varlığıyla,
kaşıyla, gözüyle seviyorum" hissiyatıdır. Aynaya baktığında kendini "harikaymış" gibi görme değil, aynada gördüğünde kavgalı olmama, her ne kadar ara ara olmasa da çoğunlukla onunla memnun olma halidir. Özgüven dediğimiz durum ise hayatta sahip olduğumuz yeteneklere ve becerilere inanma halidir. "Benim bir fikrim varsa bu fikir güzel bir fikir olabilir" hissidir. Örneğin özgüven olmadığında insanlar sosyal kaygı yaşarlar, yeni insanlarla tanışamayabilirler. Öz şefkat ise insanın kendi yaptığı hatalara karşı affedici olma durumudur. Başkalarına gösterdiğimiz anlayışı kendimize de gösterebilmektir. İnsan bu ölçüler dâhilinde olduğu zaman makul bir biçimde kendini beğenme, kendine değer verme halini gerçekleştirmiş olur. Dikkat edersek bu saydığımız ölçülerin hiçbiri başkalarının sınırlarına girmiyor. Ben kendimi sevmek için başkalarından çalmadığımda sağlıklı bir şekilde sevmiş oluyorum. Ne zaman ki kendi depomu doldurmak için başkalarından çalmaya başlıyorum, o zaman sınırlar karmaşıklaşmaya başlıyor ve biraz daha sorunlu bir bölgeye, narsisizmin karanlık alanına doğru giriş yapıyoruz.
Narsisizmi biraz tanımlayalım mı? Ne zaman o karanlık alana giriş yaparız?
Narsisist bugün çok yaygın kullanılan bir kavram. Bir şey çok sık kullanıldığında yüzeysel bir duruma dönüşebiliyor. Bu kavramın psikolojideki karşılığı narsisistik kişilik bozukluğudur ve bu belli belirtilerin bir araya gelmesiyle oluşan bir kişilik spektrumu aslında. Bu kişilik bozukluğunu yaşayanlar hem kendisi hem çevresi için hayatı zorlaşabiliyor, ilişkileri olumsuz etkilenebiliyor. Peki, bu insanların özellikleri neler? Birincisi narsisist, kendisine aşırı ilgi gösterir. Yani ona göre her şeyin merkezinde kendisi vardır. "Ne olursa olsun benim derdim, benim başarılarım, benim varlığım konuşulacak" düşüncesini taşır. Mesela seninle sohbet ediyoruz. Sen azıcık kendinden bahsediyorsun, ben de ayıp olmasın diye 30 saniye sana sabrediyorum. Sonra yine mevzuyu kendime çekiyorum. Kendine ilgi hali hem fiziksel anlamda kendini beğenme hem hayattaki davranışları ve başarıları hem de ebeveyn olarak çocuğu ile ilgili olabilir. Örneğin otururken "Benim çocuğum şunu yaptı" diye başlıyorum. Bazen çocuğum da benim narsisizmimin bir nesnesi olabiliyor. Kendine ve kendi parçalarına yönelik aşırı ilgi her yerde karşımıza çıkabiliyor.
Hepsi için olmasa da çoğu narsisist için geçerli bir başka durum ise diğer insanların takdiri ve hayranlığının çok önemli olması. Bu tip insanlar çok janjanlı olabiliyorlar. Çok iyi giyinirler, çok bakımlı olurlar, güzel konuşurlar. Eğer biraz kafası çalışıyorsa bir narsisist ilk bakışta hayranlık uyandırır çünkü vitrini çok iyi düzenler. Diğerlerinin hayranlığını kazanmak için bazen bilinçli bazen bilinçsiz çabada bulunabiliyorlar ve grubun en popüleri, lideri olmak onların peşinde koştuğu özellikler olabiliyor. Bunlar normal seviyede hepimizin içinde var. Buradaki belirleyici özellik bu durumun kişinin hayatını domine edecek kadar yoğun olması. Bazı narsisistik yapıların çok daha yoğun olduğu insanlarda empatik beceriler çok az. Mesela hayatınızın altını üstüne getiren bir narsisistle karşı karşıya kaldığınızda siz ağlayın, bağırın, günlerce, belki yıllarca kendinizi anlatın, bir gün belki onu ikna edeceğinizi düşünebilirsiniz ama o ikna olmaz çünkü empati becerisi yok. Normalde sağlıklı bir insan karşısında biri ağladığı zaman onun duygularını anlama eğiliminde olur çünkü bir noktada biyolojik bir şeydir. Onlarda ise bu kısımlar biraz zayıf. Bir söz vardır; komşununevinin yangınında yumurtasını pişirmek diye. Çünkü yangın onun hiç umurunda değil.
Manipülasyonu çok sık görüyoruz. Kendi istek ve arzularını gerçekleştirebilmek için karşı tarafı yönlendirme, tuzağa düşürme, psikolojik ve fiziksel anlamda kandırma çabası karşımıza çok çıkar. Kıskançlık da yine çok fazla görülür. Birisi onu geçecek olduğunda, birisini rakip gördüğünde elindeki bütün silahları kullanabilir. Bu sadece makam mevki durumlarında değil; iş yerinde birisi daha güzelse narsisistik olan güzel olanın ayağını kaydırmaya çalışabilir. Yani kendisinin daha önde olmasını engelleyen herhangi biri için bunları yapabilir. Bazen elde edilmesi gereken şey belirgin olmayabilir; para ya da bir mevki olmasına gerek yok. Mesela maddi durumu iyi olan birine "Bu parayı nasıl kazandı?", "Onlar kim bilir nereden almıştır?" gibi o kişiyi aşağıya çekecek söylemlerde bulunabilir. Narsisizmin en büyük özelliklerin birisi kişinin her şeye hakkı olduğunu düşünmesi.
"Ben senin hayatına gelirim ve hayatını alt üst ederim" der. Ona "Neden bunu yaptın?" diye sorduğumuzda "Çünkü canım istedi. Bunu suç olarak
tanımlamıyorum, ben öyle istedim" diyebilir. Bir narsisist özel olduğunu hisseder. Kuralların onun için değil, başkaları için geçerli olduğunu düşünür. Birçok yerde özel muamele görmek, kendisinin farkına varılmasını ister. Bir grubun ya da bir ilişkinin içinde çok önemsiz bir durumda bile "benim fikrim olsun" der.
Kendini sevmek için başkalarının sınırları nasıl işgal edilir? Bir narsisist karşısındaki kişinin sınırlarını nasıl ihlal eder?
"Narsisistik tedarik" dediğimiz bir mevzu var. Narsisistin benlik, yani ego deposu çok büyüktür. Mesela ben küçük şeylerden ya da diğer insanlardan aldığım güzel geri bildirimlerden keyif alırken narsisistin buna çok daha yoğun ihtiyacı vardır. Vampir gibi düşünelim. Benim o an ihtiyacım nedir? Daha iyi hissetmek… Bunu bazen senin ilginle sağlayabiliyorum, senin hayatının merkezine girebilmek için sana yapmayacağın şeyleri söylüyorum, vaatlerde bulunuyorum, olmadığım bir insan gibi davranıyorum. Sen de diyorsun ki "Bu kişi çok başka bir insan" ve hayatının merkezine alıyorsun. Bir narsisist özellikle durduk yere seni kötü hissettirmez. Seni duygusal anlamda sömürür, senden aldıklarıyla kendisini daha iyi hisseder. Her bir narsisistik yapı birbirinden farklı olabiliyor ve çok enteresan bir durum ortaya çıkıyor. Mesela bazı narsistik yapılarda kendinden üstte gördüğüne inanılmaz bir hayranlık gösterebiliyor. O kişiye normalden fazla saygı gösterebiliyor, yağcılık yapabiliyor, onun için fedakârmış rolüne girebiliyor ama kendi eşiti ve altındakilere karşı inanılmaz derecede acımasız, aşağılayıcı, küçümseyici, yok sayıcı davranışlarda bulunabiliyor. Sıkıntılı olan taraf
da küçümseme ve aşağılama yoluyla başkalarının sınırına girme hali aslında.
Gündelik hayatta narsisizm ile özgüven birbirine çok karıştırılıyor? Bu ikisi arasında ne gibi farklılıklar var?
Şöyle düşünelim. Ben bir psikoloğum ve becerilerimin hakkını verebilirim. Fakat kişi "Her şeyin en iyisini ben biliyorum" diyorsa, diğerlerini kale almayıp devamlı onları -5'ten başlatıyorsa ve adaletsiz bir değer dağılımı söz konusuysa narsisistik bir durum var. Yoksa belli ölçüde yeteneklerine güveniyor olmakta anormallik yok. Burada bakacağımız durum diğerlerini anlamama, diğerlerine hak ettiği değeri vermeme hali var mı? Özgüvenli insan kendi değerini de bilir, karşı tarafın güzel yaptığı şeyleri de takdir eder. Narsisist ise kendisi yetenekli olsa bile başkasının yeteneğini takdir etmek yerine onu aşağı çekmeye çalışır, sabote eder. Özgüvenli insan başka bir yetenekle birleşince daha güçlü olabileceğinidüşünürken narsisist ise o yeteneği kendine rakip olarak görür. "Yarın benden daha çok tercih edilir" diye düşünür. Bu yüzden diğerlerinden rahatsız olur. Mesela özgüvenli bir yönetici yetenekli insanlarla çalışmak isterken narsisist bir yönetici olası yetenekli insanları rakip olarak görür ve onları aşağılar, küçümser, özgüvenini kırar, manipüle eder.
Bir narsisisti nasıl tanıyabiliriz?
Genelde yakınlaşmadıkça bilemeyebiliriz. Onunla uyuşamadığı zaman nasıl davrandığını görürsün. Ben senin hayatına geldim, sana güzel şeyler yapıyorum ama senden bir şeyi benim istediğim gibi yapmanı istedim. Sen benim istediğim gibi değil, kendi bildiğin gibi yaptığın zaman sana nasıl davranıyorum? Buna bakmak gerekiyor. Bu yüzden narsisisti çatışma anında tanırız, her şey iyi olduğu zaman değil. İlk zamanlarda, ideal koşullardayken narsisistle beraber çalışmak, dostluk kurmak, ilişki yaşamak rüya gibidir. Zaten birçok insan bu yüzden narsisistlerin tuzağına düşüyor.
Vitrinini çok iyi düzenleyen insanlarda bazen de pozitif bazı özellikler görebiliyoruz. Mesela maddi anlamda çok yardımsever olabiliyorlar. Bununla da sık sık karşılaşıyoruz.
Narsisistik türler olarak değerlendirirsek yardımsever narsisistler vardır. Misyonerlik gibi düşünebiliriz bunu. Afrika'yı Hristiyanlaştırmaya çalışan misyonerlerin amacı sadece orayı sömürge yapmak değildi; bir yandan içlerinde çok fedakâr insanlar da vardı. Burada temelde ne var? "Ben
sana manevi anlamda minicik bir destek vereceğim, sen de bana kontrolü vereceksin." Yardımsever narsisistlerin dünyası biraz böyle. Ben senin hayatına geliyorum, maddi manevi destekte bulunuyorum ama diyorum ki "Beni dinleyeceksin." Çok popüler olabilen bir narsisistik yönü de şöyle açıklayayım; kişi çok hayırsevermiş gibi yapar. Dışarıdan bakıldığında oradan oraya gidiyor, birçok sivil toplum kuruluşunda çalışıyor. Aslında bu onun hayranlık ihtiyacına yönelik bir davranış. Diğer insanların hayatına giriyorsun ve herkes sana karşı "Teşekkür ederim" modunda ve sana "Harika biri, ne kadar hayırsever bir insan" diyorlar. Bu kısım onun hayranlık deposunu doldurmaya yardımcı olabiliyor.
Narsisizm ile kendimizi en çok gösterdiğimiz alan olan sosyal medya platformlarının yaygınlaşması arasında bağlantı kuranlar oluyor. Instagram, Twitter ya da benzerlerinin narsisizme katkısı gerçekten büyük mü?
Narsisistik bir zaman diliminde yaşadığımızı söyleyebilirim. Eskiye oranla çok daha benmerkezci bir çağdayız. Sosyal medyanın bunda bir etkisi var mı? Mesela bazı insanlar alkolle şiddete daha meyillidir çünkü alkol insanın içinde olmayanı çıkartmaz diye bir iddia var. Zaten o potansiyel sende vardır ve zihnindeki kurallar kısmı kalkınca sen onu yapmaya başlarsın. Bahsettiğimiz konuya da şöyle yaklaşmak lazım; sosyal medya sebep mi
sonuç mu? "Sosyal medya bizi bozdu" demek bana çok adil gelmiyor. Kimse bize sosyal medyayı dayatmadı. Demek ki bizim kendimizi göstermeye,
kendimizi öne almaya ihtiyacımız varmış. İnsanlar günde birkaç saatini sosyal medyada geçiriyor. Burada bir ürün varsa ve bu ürün çok popülerse genelde bir eksikliğe karşılık gelmiş demektir. "Sosyal medya bizi narsisist yaptı" demekten ziyade "Bizim neden bu kadar kendimizi göstermeye ihtiyacımız vardı da sosyal medya bu kadar popüler oldu?", "Neden günde 150 twit paylaşarak sanki dünyanın en önemli şeyini söylüyormuşum
gibi paylaşıyorum?" diye sormalıyız. Aslında inanılmaz bir boşluk içindeydik ve sosyal medya buna merhem sürdü. O yüzden bu kadar karşılık buldu.
Bana sorarsanız insan son 100 senedir yolunu kaybetmiş durumda. Sosyal medya kullanımına paralel olarak estetik müdahalelerle bütün kadınlar birbirinin aynılaştı, erkeklerde de tüm bu uygulamalar rutin haline geldi. Kozmetik merakı, sağlıklı beslenme hali, ideal vücutlar, tüm bunlar kaybolmuş insanın kendini bulmak ve daha değerli hissetmek için yaptığı eylemler. Bunlar bir süreç. Nereye varacak peki? Tarih biraz döngüsel bir şey. Sonunda belki insan başka bir yere evrilecek. Dediğim gibi sosyal medya sebep değil, sadece insanın kaybolmuşluğunda geçici bir durakmış gibi geliyor bana. "Kendimi daha fazla paylaşıyorum, kendi fotoğrafımı daha fazla ortaya koyuyorum" hali bana yardım çığlığıymış gibi geliyor. "Beni görün, beni fark
edin" olarak bakıyorum. Bu sebeple yargılamak yerine "Neden insanlar bunu bu kadar tutuyor?" diye sormayı tercih ediyorum.
Peki, boşluk içindeki insanı like'lar ya da etkileşimler doldurabiliyor mu?
Hayır, doldurmuyor. Ben bazen şunu söylüyorum; değersiz hissediyorsan bir noktada belki değersizsindir. Hepimizin standart olarak bu dünyadaki var oluşundan ötürü bir değeri var fakat bir yandan da herkesin bu dünyada var oluşunu anlamlı hale getirmesi için bir şeyler yapması gerekiyor. Bu benim işimi yapmam olabilir, birinin anne olması olabilir, her ne olursa bir anlam verilmesi gerekiyor. Ama ben kuru kuruya "değerliyim, harikayım, mükemmelim" demek beni gaza getirebilir ama ben kendime bu dünyada bir amaç, bir anlam bulmazsam kendimi gaza getirdiğim o değer hissi geçici olur. Bu durumu içtiğimiz bir sıvı gibi düşünelim fakat bu öyle bir sıvı ki içtiğimizde sanki susuzluğumuzu gideriyormuş gibi geliyor ama daha çok susamamıza sebep oluyor.
"Biz narsisistik bir çağdayız" derken neyi kastediyoruz? Neden eskiye oranla daha benmerkezci bir dönemdeyiz?
Eskiden insanlar şunu kabulleniyordu: "Ben öldükten 150 yıl sonra kimse beni hatırlamayacak." Ama şimdi modern insan diyor ki: "Ben özelim, tekim, benim hayatım sanki tarihin en özel anı." Bu da ister istemez insanın sıradanlığını kabul etmemesi için devamlı yeni bir şeyler üretmesine sebep oluyor. "Dünyayı gezmeliyim, otantik deneyimler elde etmeliyim, farklı hazların peşinde koşmalıyım" hissiyatı bizde bazı yanılsamalar yaratıyor. Hâlbuki bilmem kaç milyar insandan biriyiz ve yıllar sonra bizi kimse hatırlamayacak bile. Bunu kabullensek hayat biraz daha kolay olacak. Ölümün gerçekliğini unutmak modern sistemin dayattığı bir şey çünkü ne kadar çok ölümü hatırlamadığın bir yaşam sürersen o kadar çok satın alıyorsun. Bugün aslında birçok şey insanların daha çok satın alması ve daha çok tüketici olması üzerine kurulu. Cinsiyetsizleşme bile onunla alakalı çünkü erkekler satın almıyor. Ne kadar çok kadınlara yaklaşırlarsa o kadar çok satın alan konumuna geliyorlar. Çünkü sistem devam etmeli, ekonomi dönmeli.
İnsanın benliğini araması ile egosunu yüceltmesi arasında bir fark olsa gerek. Bugün sanki bu kavramlar biraz yanlış anlaşılıyor değil mi?
Her şey bağlamından kopmuş durumda ve bugün her şeyi alıp işinize geldiği gibi kullanabilirsiniz. Dinden örnek verirsek manevi anlamda insanı doyuran tarafı aslında işlevselken şu anda onlar da nesneleşmiş durumda. Yüzeysel ve "-mış" gibi bir yaşam halindeyiz. Narsisistler ile ilgili bir şey paylaştığımda görüyorum ki herkes bir narsisist tarafından üzüldüğünü düşünüyor. Ben de şunu diyorum: Narsisistler tarafından üzülen bu kadar çok insan varsa, peki narsisistler nerede?
Bağlamından kopuk değerlendirme şuna sebep oluyor: Ben üzüldüğüm zaman narsisist beni üzdü, ben başkasını üzdüğüm zaman "insanlık hali." Ben bu paradoksu fark etmiyorum, hikâyenin bir kısmını vurguluyorum. Mevlana'nın söylediği bir sürü şey var fakat kişi üzüldüğünde Mevlana'nın değerli hissetmeyi vurguladığı yeri alıp kullanıyorsa gerçeklikten kopmuş oluyor. Kişi o an kendine geçici de olsa ne şifa olacaksa işine geldiği gibi davranabiliyor.
Narsisizm son dönemlerde toplumsal boyutlara vardığı, dünya çapında belirginleşen bir hadiseye dönüştüğüne dair pek çok yorum okuyoruz. Buna "toplumsal narsisizm" diyenler de oluyor. Doğru bir yaklaşım mı?
Çoğu dinin bakış açısı şu; aslında bu koskoca karanlık evrende anlamını arayan bir insan var. Hangi açıdan bakarsanız bakın din insanı ferahlatmak için hayatımızda. 1900'lerden sonra ise insanın merkezde olduğu hümanizm temelli akımlar ortaya çıktı ve artık tutunacağı manevi değer kalmayan insan kocaman dünyada yapayalnız kaldı. Bugün geldiğimiz noktada artık "insan" yeni dinimiz olmaya başladı. İnsanın merkeze alındığı, bireyselliğin
çok önde olduğu, "önce ben mutlu olmalıyım, sonrasında belki diğerlerine verebilirim" düşüncesinin temel alındığı bir dünya var olmaya başladı.
Toplumlardaki genel durum şu; benden sonrası tufan. Karar verme mekanizması "ben" kısmına öncelik veriyor. Bunun belli ölçüsü sağlıklı olmakla beraber toplumlardaki "ben" kısmı artmış durumda. İş yerlerinde bile narsisistik özellikte olan yöneticiler tercih ediliyor çünkü insanları daha çok çalıştırıyor. Bu dünyanın yeni normali haline geliyor.
Diğer taraftan haz odaklı bir yaşama geçtik. Haz dediğimiz durum içtikçe susatan su gibidir. İnsanın kaybolmasıyla beraber toplumsal anlamda bireysellik ve "ben"in daha öne çıktığı bir zaman dilimindeyiz diyebilirim. Ben buna "metrobüs paradoksu" diyorum. metrobüsün içindeyken dışarıdan biri binmeye çalışıyorsa "Yer mi var?" derken ertesi gün dışarıda olan ben olduğumda "Bir kişi daha alsanız ne olacak" diyoruz. İnsanda kendinden yana olma hali çok arttığını söyleyebiliriz.
Narsisist olduğu iddia edilen gruplardan biri de yeni nesil aslında. Toplumdaki genel kanı ve önemli tartışma konularından biri Z kuşağının önceki kuşaklara göre daha bencil olması. Buna katılıyor musunuz?
Ben bu kadar kuşakları ayrıştırma, kategorileştirmenin işe yaramadığını düşünüyorum. Anne babaların çocuk yetiştirirken özgüvenle narsisizmi karıştırmaları söz konusu. Ben öz güvenli bir çocuk yetiştireceğim derken bazen diğerlerinin hakkını ihlal edebilecek kadar özgüvene sebep oluyor. Mesela şöyle bir örnek vereyim. Havaalanında üst level insanların kullandığı CIP'de tuvalete girince şöyle bir şey görebiliyorsunuz; eli kirlenmesin diye sifona basmıyor. Lüks yerlerde bu daha fazla. Kendi hijyenini düşünüyor, kendinden sonra tuvaleti kullanacak kişiyi düşünmüyor. Baktığınız zaman o kişi çok iyi bir yönetici olabilir. Böyle anne babaların da yetiştirdiği çocuk şu; "Önce her zaman kendini koru, bazen başkasının hakkını ezmek pahasına olsa da." Bu noktada özgüvenli çocuk yetiştirmekle narsisist çocuk yetiştirmek arasında fark var. Özgüvenli çocuk yetiştirirken "Sen bunu yapabilirsin ama bunu da yapmaman lazım" demek gerekiyor. Öbür taraf da şunu söyler; "Sen her şeyin en iyisine layıksın, sen hak ettin, sen mükemmelsin." Çocuğa kendisini hak etmediği bir başarının sahibiymiş gibi gösterdiğimiz zaman çocuk dünyadan alacaklıymış gibi oluyor. "Hayatta her şeye hakkım var ve dünya ile insanlar bana borçluymuş" gibi bir düşünceye kapılabiliyor.
BEYHAN BUDAK Kimdi r?
1985'te Ankara'da doğdu. 2006'da İstanbul Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nden mezun oldu. Mezuniyetinden sonra Tedaş Genel Müdürlüğü'nde çalışmaya başladı. Ancak aradığının bu olmadığına karar veren Budak, Dr. Zekai Tahir Burak Kadın Sağlığı ve Eğitim Araştırma Hastanesi'nde uzun yıllar çalıştı. İlk yüksek lisans eğitimini 2011'de Gazi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümünde tamamladıktan sonra 2016'da İstanbul Esenyurt Üniversitesi Klinik Psikoloji Bölümü'nde ikinci yüksek lisansını tamamladı. TRT Türk'te Bir Uzman Var programında yer alan Budak, kamera önünde olduğu kadar kamera arkasında da başarılı işlere imza attı. Kuzucuk ve Elif'in Düşleri gibi çizgi film senaryolarına danışmanlık hizmeti verdi. TRT Radyo 1'de de 2014 boyunca sabit konuk olarak yer aldı. 2018 ve 2019 yıllarında TedX konuşmacısı olarak; "O Satın Aldığın Şey Mutluluk Değil!" ve "İnsan Nasıl Değişir, Nasıl Değişmez?" başlıklı konuşmalar yaptı. 2019'da Kendine İyi Davran Güzel İnsan ve 2020'de Senin Suçun Değil-Geçmişin Yüklerinden Kurtulma Rehberi isimli iki kitabı yayınlandı. Fenomen Psikolojik Danışmanlık ve Eğitim Merkezi'nde psikoterapi ve psikolojik danışmanlık hizmetleri veriyor.