"Koyun, sürü, cahil, oksijen israfı, yandaş..." Bu hakaretler listesi uzayıp gidiyor. Uzun süredir toplumun kendine "çağdaş" ve "modern" olarak tanımlayan bir kesimi, kendine benzemeyen, kendi gibi düşünmeyen, siyasi tercihleri ve yaşam tarzları kendisi gibi olmayan insanları bu şekilde aşağılıyor. Hatta geçtiğimiz seçim sürecinde bu hakaretler iyice arttı. Seçimde güya "modern ve çağdaş" kesimin taraftarı olmadığı partiye deprem bölgesinden ezici çoğunlukta bir oy oranı çıkınca, depremzedelere bile hakaret etmekten, onları cahillikle suçlamaktan geri durmadılar. Hatta vaktiyle yaptıkları yardımları "haram" ettiler.
Uzmanlar bu duruma toplumsal narsisizm diyor... Belli bir kesimin her şeyin doğrusunu bildiğine, her şeyin "en"i olduğuna inanması, kendilerinden ve kendi çevrelerinden başka herkesi cahillikle itham etmesi akıl alır gibi değil. Ortada psikiyatrik bir durum olduğu kesin!
"Narsisizm sadece bireysel değil toplumsal olarak da görülebiliyor" diyen psikolog Aleyna Nazlıcan Aday bu konuyla şöyle açıklık getiriyor: "Toplumumuz bakış açısını değiştirdikçe bilinçlenmeye başladı. Sizin de dediğiniz gibi demokratikleşme sürecini yansıtmayan sınıfsal ayrışma ile karşı karşıya bırakılan bir süreçten geçtik. Kendisi gibi düşünmeyeni ötekileştirmek, kendi görüşlerine katılmayanı, kendisine taraftar olmayanı suçlamak, en doğrusu en iyisi olarak kendini görmek narsisist kişilik bozukluğuna sahip bireylerin özellikleridir. Ancak narsisizm sadece bireysel değil toplumsal olarak da görülebiliyor."
Kolektif narsisizm
Aday, konuyu şöyle derinleştiriyor: "Kolektif narsisizm yurttaşlık sorumluluğunu kişinin kendi çıkarına ve memnuniyetine kaydırması gibi, işleyen
demokrasiye zarar verebilecek davranışlarla ilişkilidir. Kolektif narsisizme sahip olabilecek, bu konuda siyasi partiler aracılığıyla söz hakkına sahip olan kişiler daha az uzlaşma, iş birliği ve affediciliğin yanı sıra daha fazla çatışma ve sivil çekişmeyle varlıklarını gösterirler. Kolektif narsisizme sahip kişilerin siyasi alanda güç gösterileri yapmasının temelinde "Hakkım olan saygıyı almakta ısrar ediyorum çünkü ben saygı duyulmayı hak ediyorum" mesajını doğrulamaya ihtiyaçları olabilir. Aslında grup içi yüceliğe dair narsisistik inançlar, diğer gruplardan daha kötü olma duygularını telafi etmenin bir yoludur. Gerçekliği saptırarak algılamak isteyen narsisist bireyler kendileri gibi düşünmeyen kimseleri aptal olarak nitelendirebilir, ne yazık ki kendi egosunu tatmin etmek için sınıfsal ayrışmalarda bulunabilirler. Her bireyin tabii hakkı seçme ve seçilme özgürlüğüne sahip olmasıdır. Kolektif narsisizm liderleri kendi kalıp yargılarının doğruluğundan o kadar emindirler ki desteklenme durumunu bile çarpıtabilirler. Olmayan desteği varmış gibi gösterebilir, kendisini yüceltmek için onu desteklemeyen insanları cahillikle suçlayabilir, insani değerini hayvan sınıfına indirgeyerek kendini yüceltebilir. Temel de kendi açlığını doyurmak amacı olabilir. Onu besleyecek kişilerle ilgilenir onu desteklemeyenleri de küçük görerek, etiketlemelerde bulunarak haksız yargısında doğruluk payı çıkararak kendi yüceliğini pekiştirir. Tüm bunların temelin de saf çıkarcılık anlayışı yer almaktadır."
Krizlerde narsisizm artıyor
"Narsisizm çağında" yaşıyoruz diyen sosyolog Prof. Dr. Vehbi Bayhan ise konuya şu açıdan bakıyor: "Neoliberal ekonomi narsisizmi de beraberinde
getiriyor. Her şeye benim de hakkım var, ben de isterim, kendini beğenme ve kendine yapma, sadece ben ve benim fikrim önemli bencilliği toplumsal
narsisizmi de üretiyor. Kriz zamanlarında bencillik ve narsisizm daha fazla ortaya çıkıyor. Narsisist bireylerde dolayısıyla narsisist toplumlarda empati yoktur. Empatiyi gösteriş olarak -miş gibi yaparlar. Onların bütün derdi kendi çıkarlarıdır. Salt kendi ideolojileri ve siyasi tercihleri doğrudur, diğerleri
yanlıştır. Birbirine ve fikrine saygı duymazlar. Türkiye'deki temel sorun demokrasi bilincinin ve pratiğinin de içsellestirilmemesi ve bir araç olarak kullanılarak iktidarı ele geçirmek üzerine kurulması. Bu iktidar imkanlarından nemalanmak için yapılıyor. Türkiye tarım toplumu ve geleneksel kültür, sanayi toplumu ve modern kültür ve bilişim toplumu ve post-modern toplum arasında kalan "arafta" bir toplum. Türkiye sosyolojisini açıklayan iki kavram: "patronaj" ve "nepotizm." Sosyal tarih sürecinde kırsal alanda "ağalık patronajı" (himayesi) ile yaşanırken, kente göç edince önce "hemşehri patronajı" o yetmeyince "siyasi parti patronajı" aldı yani. Temel sorunsal İbrahim Tatlıses'in şarkısında söylediği gibi 'ben de isterem mottosudur."
Bireyselden toplumsala narsisizm…
"Kıyaslama ihtiyacı olduğu için politik süreçlere dâhil olmak, grup içi yüceliğe dair narsistik inançlar, diğer gruplardan daha kötü olma duygularını telafi
etmenin bir yoludur. Zira bu insanlar gruplarının küçük düşürüldüğü hissinekapılırsa intikam peşinde koşmaya daha yatkındırlar. Bu sebeplerden dolayı da hakaret ve ne yazık ki küfür ifadeleri kullanmış olabilirler. Sağlıklı bir kişiliğe sahip olan bireyler için erdem duygusu gelişmiştir diyebiliriz.
Yapılan iyiliğin amacı sadece fayda sağlamaktır. Saygı görebilmek için saygılı olmak gerekmektedir. Sevilmek için zorlanmamalıdır. Aslında insanı insan olarak kabul edebilmek ayrıştırmamak ne büyük bir yetenek… Sağlıklı algılama ve muhakeme becerisini kullanabilen insanların bu erdeme ulaşabileceklerini düşünüyorum. Ama kendi içsel süreçlerini iyileştiremeyen bireylerin başka insanlara tam fayda sağlayamamaları da beklenilen bir sonuçtur." (Aktaran: Psikolog Aleyna Nazlıcan Aday)
"Kendini kayıran yanlılık" ve Kılıçdaroğlu muamması!
Aleyna Nazlıcan Aday (Psikolog)
Muhalefet liderinden, bu üstenci ve hakaretimiz bakışı değiştirmesi beklenirken, kendisi de "Seçimlerde köylüler karşı tarafa oy verdiği için kaybettik" açıklaması geldi. Aleni bir şekilde köylüler aşağılandı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Psikolojide kendini kayıran yanlılık diye bir algılama hatası vardır. Bu şekilde düşünen insanlar için, yaptıkları davranış olumlu sonuçlanıyorsa nedenini kendi olumlu yönlerine atfederler. Olumsuz sonuçlanıyorsa nedenini dışsal etkenlere mal ederler. Verdiğiniz örnekte bir liderin "köylüler karşı tarafa oy verdiği için kaybettik" gibi bir açıklamada bulunması var olan durumu değerlendirme de yanlılık yaptığını çıkan olumsuz sonuçtan kendini kayırdığını düşündürmektedir. Kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenmek kendine güvenmenin göstergesidir. Kendine güvenini geliştirmesi gereken bireyler için dışsal atıflarda bulunmak, yaşadıkları dengesizliği sonlandırmak için suçu başkasına yüklemek en kolayıdır. Güven, saygı ve sevgi kazanabilmek için bir süreç gerekir. Varılan sonuç oy kazanıp ya da kaybetmek olacaksa sonucu etkileyen sürecin nasıl değerlendirildiği olacaktır. Süreci iyi değerlendiremeyen ve davranışları olumsuz sonuçlar doğuran birey için kendini kayırmak sadece buna inanan bireyi rahatlatacaktır. Öznel bir yargılama sürecidir sonucu değiştirmeyecektir. Başka insanlar için bu cümlenin değerlendirilmesi daha farklı olacaktır.
Sizce bu üstenci bakışın normalleşmesinin ilacı nedir? Umut var mı?
Sağlıklı bir kişiliğe sahip olan bireylerin liderliğine ihtiyacımız var. Sağlıklı kişilik nasıl olur derseniz, kişi kendi güç ve düzeyinin farkında olmalıdır. Yapabildiklerine ve yapacaklarına yönelik gerçekçi hedefler koyabilen, ileri görüşlü bir lider olmalıdır. Değişime ve gelişime açık dinamik bir yapıya sahip olmalıdır. Topluma eşit yaklaşan, insani varoluşa saygılı olmalıdır. Söyledikleri ve yaptıklarını arasında tutarsızlık olmamalıdır. Halkının ona karşı fanatizm veya özdeşleme duygularıyla bağlılığına ihtiyaç duymamalıdır. Ne yazık ki durum böyle olmayınca kendi kişiliklerinde doyurulması gereken ihtiyaçlarını fanatizm, idealleştirilecek lider olma gayesiyle yerine getirmek size uymayanı ötekileştirmek sonucuna varacaktır. Oysa saygı duyulmalı ve olayları gerçekçi bakış açısı ile değerlendirmek gereklidir. Kişisel çıkarların önüne çoğunluğun çıkarlarını koyabilmek üstenci bakıştan vazgeçildiğinin göstergesi olacaktır.
Sadece narsisizm değil, bu bir faşizm örneği!
Melih Altınok (Sabah Gazetesi Yazarı)
Son dönem, özellikle seçim süreciyle birlikte toplumda siyasi tercihlerden dolayı bir narsisizm başladı sanki. Bir kesim kendi gibi düşünmeyen insanları, cahillikle, aptallıkla suçluyor. Onlara göre onlar gibi düşünmeyen herkes "koyun sürüsü"... Bu tabloyu, bu üstenci bakışı nasıl yorumluyorsunuz?
Tarif ettiğiniz durumun mutlaka psikolojik gerekçeleri de vardır. Siz narsisim diyorsunuz, Muharrem İnce de daha önce "şizofrenler" diye tarif ediyordu. Hekimler yorumlasınlar. Ne var ki yalnızca bize özgü bir sorundan bahsetmediğimizi görmeliyiz. Bizim gibi açık toplumun olduğu tüm demokrasiler aynı sorundan mustarip. Şu an herkes bu konuya kafa yoruyor. Öncelikle, siyasi farklılaşmadan kaynaklanıyor gibi görünen sorunun başka sebepleri olduğunu da göz ardı etmemeliyiz. Mesela yeni kamusal alanımız, enformasyon kaynağımız sosyal medya faktörü. Bu mecralarda neyin ne kadar gösterileceğini, yayılacağını belirleyen algoritmalar sahipleri tarafından ticari ve politik hedeflere göre saptanıyor. Televizyon ve gazete gibi konvansiyonel medya da bu mecralarda oluşturulan gündeme, kutuplaşmaya uygun şekilde yayın yapıyor. Önüne koyulan ve kanaatlerini belirleyen içeriğin herkese benzer şekilde ulaştığını düşünen insanlar da farklı düşünen, tavır alan biriyle karşılaşınca "Nasıl olur da bu verilere rağmen benimle aynı sonuca varmaz, aptal olmalı" diye düşünüyor. Bu bir sarmal… Telefonundan kafanı kaldırıp diğer mahallere bakmazsan, açılmazsan, hayata katılmazsan aptallaşırsın, sonra da herkesi aptal gibi görürsün.
Özellikle seçimden sonra depremzedelere ciddi hakaretler hatta küfürler edildi. Ve ilginçtir bu hakaretleri eden kişiler kendilerini "en
özgürlükçü", "en demokrat" görüyor. Yaptıklarının bir tür faşizm olduğuna inanmıyorlar. Bunu nasıl yorumluyorsunuz. Bu nasıl bir ruh hali sizce?
Bu çocukça ve rezilce ifadeleri, depremi seçim öncesi bir fırsat olarak görenlerin hayal kırıklığının dışa vurumu olarak görüyorum. Halk, depremde yardım işiyle meşgul olanların gıkı bile çıkmazken göstere göstere, bağırıp çağırarak, kavga ederek ortalığı ayağa kaldıranların yapmacıklığını anladı, yüzüne vurdu. Bu güruh da afişe olan acizliğini haykırıp rahatlama çalışıyor.
Bu üstenci ve hor gören bakışa başka hangi örnekleri verebilirsiniz? Neler var dikkatinizi çeken... Ve sizce altında neler yatıyor bu tutumun?
Kaç kişi okulda, iş yerinde, sosyal çevresinde mobingden, dışlanmaktan, taciz edilmekten korkmadan seçmenin yüzde 52'sinin oyunu alan bir Cumhurbaşkanına oy verdiğini açıkça söyleyebiliyor? Başka bir örneğe gerek var mı?
Sizce bu üstenci bakışın altında nasıl bir toplumsal ve siyasi süreç var. Nerelerden evrilerek gelindi bugünlere?
Cumhuriyet'i kuran, aracı vesayet kurumları ve devletin ideolojik aygıtları eliyle seçilmeden hep iktidarda olan askeri sivil bürokrasi, yıllar boyunca
siyasi, ekonomik ve kültürel hegemonyasını kurumsallaştırdı. Bu jakoben zihniyet toplumu ancak yukarıdan aşağı bilinçlendirilecek, bir başı bozuklar sürüsü olarak gördü. Bir yanda ayrıcalıklarla sermayedar sınıfını yaratırken diğer yanda da eğitim sistemi ve kültür endüstrisi eliyle de bu faşizan orta sınıf ideolojisini yaygınlaştırdı. Sınıfsal bilinci, üretim ve tahakküm ilişkilerini muhafaza etmekten ibaret, rekabetten ödü kopan, kendini Batılı sanan, statükocu toplumsal bir tortu oluştu.
Muhalefet liderinden, bu üstenci ve hakaretimiz bakışı değiştirmesi beklenirken, kendisi de "Seçimlerde köylüler karşı tarafa oy verdiği için kaybettik" açıklaması geldi. Aleni bir şekilde köylüler aşağılandı. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?
Bence Kemal Kılıçdaroğlu kaybetmenin verdiği hırçınlık ve boşboğazlıkla aslında seçmenlerin de canı gönülden onayladığı bir tespiti itiraf etmiş oldu. Geçmiş olsun. Köylüleri, oyunu 500 TL'ye satan sefil bir güruh olarak tarif ederek CHP'nin tabutuna son çiviyi de elleriyle çaktı. "Köylü milletin efendisidir" diyen Atatürk kurduğu CHP'nin, "Benim oyum çobanınkiyle bir mi" diyen Aysun Kayacı'ların partisine dönüştüğünü tarihe not düştü.
Sizce bu üstenci bakışın normalleşmesinin ilacı nedir? Umut var mı?
Cesarettir. Toplumda kurumsallaşmış bu faşizme karşı durmaktır. Burada seçmenin çoğunluğunu oluşturanların siyasi temsilcilerine, kanaat önderlerine, entelektüellerine büyük rol düşüyor. Ne var ki muhafazakâr sağ siyasiler mahalle baskısına hiçbir zaman direnemediler. Sonuçta da ya uzlaşı aradıkları faşizmin altında kaldılar ya da boncuk boncuk ter atıp, şapkalarını alıp gittiler. Bugün de durumun pek farklı olduğunu söyleyemeyiz. Görüyorsunuz, hâlâ meşruiyeti, kendilerini, temsil ettikleri halk kesimlerini ve değerlerini aşağılayanların ekranlarında köşelerinde, platformlarında arıyorlar. İçlerinden Erdoğan gibi cesur bir devrimci çıkmasına şaşırdığımı söylemeliyim. Umuda gelince... Umut hep vardır. Ve Erdoğan da bu umudun gerçekleşebileceğini, dik durarak, numara yapmayarak, kendisi gibi olarak iktidarı kuran çoğunluğun muktedir de olabileceğini gösterdi. 20 yıl öncesine göre daha iyi durumda olduğumuza göre ileride daha özgür ve eşit bir toplumda yaşamamız da mümkün elbette. Ama faşizmle uzlaşılmayacağını ancak savaşılacağını, çünkü ne kadar yol alırsanız alın hep hortlayacak bir zemin bulacağını aklımızdan çıkartmamalıyız.
Prof. Dr. Vehbi Bayhan (Sosyolog)
Depremzedeleri aşağılamak narsisizmin nirvanasıdır!
"Eğer demokrasiye inanıyorsanız ve seçim en uygun uygulama ise sonucuna katlanacaksınız. Kendilerini sorgulamadan depremi de bir araç olarak kullanıp, depremzedeleri aşağılamak narsistliğin nirvanasıdır. İkircikli ve maske ile dolaşan insanlardan oluşan narsisist bir topluma dönüştük. İktidar için alternatif politikalar ve sorunlara ilişkin politikalar üretip üretmediğini sorgulamadan depremzedeleri suçlamak aymazlıktır. Ahlaksızlıktır. Çuvaldızı başkasına batırmadan iğneyi kendine batıracaksın. Önce kendinle yüzleşeceksin. Sokrates'in 'kendini bil' mottosu bağlamında kendini bileceksin. Yoksa daha çok yenilgiler yaşarsın."