İnsanoğlu için "üreme" binlerce yıldır öncelikle bir kadın ve bir erkek gereksindirmekte; sürecin geri kalanı -ayrıntılarına çok da vakıf olunmadan- kadın bedeni içerisinde kemale ermekteydi. Biyolojinin bildiklerinin ve tıbbın yapabildiklerinin hacmi genişledikçe kendi bedeni üzerinde daha çok kontrol sahibi olmaya başlayan modern insan, nihayetinde üremeyi de dönüştürme gücüne kavuştu. Şimdi gelin birlikte "üreme devrimi" diye tabir edilen bu dönüşüme ve içerdiği yeni üreme teknolojilerine bir göz atalım.
Üreme anlayışımız değişirken
Yeni üreme teknolojileri, üreme anlayışımızı köklü bir şekilde değiştirdi. Öyle ki üreme "doğal" bir fonksiyon olduğu kadar, "teknik" bir işlem olarak da görülmeye başlandı ve aksadığı durumlarda "destek" verilmesi mümkün hale geldi. Her ne kadar "yeni üreme teknolojileri" şeklinde isimlendirilse de, bu yazıda ele alınacak uygulamaların ortak atası daha çok "tüp bebek" olarak bilinen "in vitro fertilizasyon" uygulamasıdır. Dolayısıyla yeni üreme teknolojileri diye tabir edilen yöntemlerde yeni olan şey, fertilizasyon esnasında ve sonrasında biyolojik ve sosyal açıdan alışılmışın dışına çıkılmış olmasıdır.
Cinsel üremenin ilk aşaması olan fertilizasyonu beden dışına taşıyan "tüp bebek" teknolojisi, hayatımıza 1978 yılında girdi ve bu tarih "üreme devrimi" diye anılan bir dönemin başlangıcı olarak ilan edildi. Günümüzde Amerika Birleşik Devletleri'ndeki doğumların yüzde ikisi, Japonya'daki doğumların ise yüzde beşi tüp bebek uygulaması sonucunda gerçekleşiyor. 1978'den itibaren mezkur teknoloji ile yaklaşık sekiz milyon kişinin dünyaya geldiği tahmin ediliyor.
Tüp bebek uygulaması lambadaki cini dışarı çıkardı, cinsellikten beri olan ama biyolojik anlamda hala cinsel (eşeyli) üreme olarak adlandırılan olgunun yalnızca mekânını ve yöntemini değil, aynı zamanda bileşenlerini, işbirlikçilerini ve ontolojisini de değiştirdi. Örneğin yapay rahim uygulaması yalnızca fertilizasyonu değil gebeliğin tamamını (ya da bir kısmını) kadın bedeni dışına taşımayı vadederek üremenin temel bileşenlerini; gamet bağışı uygulaması evlilik bağıyla birbirine bağlı olmayan iki kişinin, belki de birbirlerini hiç tanımadan, çocuk sahibi olmaları imkânı sunarak üremenin işbirlikçilerini; geleneksel taşıyıcı annelik uygulaması ise bir çiftin bebeklerine geçici bir süreliğine varlık alanı sağlayarak üremenin ontolojisini değiştirmektedir.
Geleneksel annelik dönüşüyor
Çağdaş Batı toplumunda pek çokları tarafından ayakta alkışlanan bu uygulamalar, üreme özgürlüğü bağlamında savunulmaktaysa da, bu özgürlüğün sınırlarının nerede başlayıp nerede bittiğini anlamak pek mümkün görünmüyor ve çokça eleştiriye maruz kalıyor. Yeni üreme teknolojileri ile yalnızca üreme olgusu değil; gebelik, annelik, ebeveynlik, soy bağı ve aile kavramları da önemli değişimlere maruz kalıyor. Günümüzde taşıyıcı annelik vasıtasıyla bebeği taşıyıp doğuran ve yetiştiren kadınlar farklı olduğundan, geleneksel anneliğin dönüşümüne şahitlik ediyoruz. Embriyonun oluşumu sırasında kullanılan yumurtanın sahibi olan kadının "genetik anne"; cenini kendi bedeninde misafir eden kadının "taşıyıcı anne", çocuğu yetiştirenin ise "yetiştiren anne" olarak tanımladığı bir vasatta, anneliğe eşi benzeri olmayan bir hürmeti layık gören bir kültür için, cennet bu annelerden hangisinin ayakları altında aranmalıdır?
Bir adım daha ileri gidip, ektogenez ve yapay rahim ile anneliğin biyolojiden arındırılmasının imkânı üzerine konuşmak mümkün müdür? Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya'sını okuyanların kolaylıkla anımsayacağı "kuluçka makineleri" artık distopya olarak görülmeyip, bilakis kimileri için kadınları biyolojilerinin hegemonyasından azat ettirecek bilimsel bir gaye teşkil ediyor. Ektogenez (dış oluşum), gebeliğin (kısmen ya da tamamen) dış ortamda devam ettirilmesi anlamına geliyor ve bu amaç için de modern kuluçka makineleri olarak değerlendirilebilecek "yapay rahim" teknolojisine ihtiyaç duyuluyor.
"Biyolojik bir zorbalık"
Feminist Batılı yazarlardan bazılarının "doğanın adaletsizliği" olarak tarif ettiği gebelik, cinsiyet eşitsizliğinin en gözle görülür biyolojik yüküdür. Bu anlayışa göre gebelik bir tür barbarlık olup, kimi zaman kadının hayatını sekteye uğratan ve hatta hayatına mal olabilen biyolojik bir zorbalıktır. Öyle ki yapay rahim teknolojisi henüz gelişim aşamasında olsa (ve bir gebeliği başından sonuna kadar devam ettirip ettiremeyeceği öngörülemese de), söz konusu biyolojik deneyimi yaşamak istemeden anne olmayı arzulayan kadınlara, doğanın bu sözde adaletsizliğini sona erdirmeyi vaat eediyor ve kadın bedenini gebeliğin yükünden (ve dahi zorbalığından) özgürleştirebilecek bir umut olarak değerlendiriliyor.
Peki, ismi pek de lazım olmayan Batılı feministlerin nazarında özgürleştirici olan bu teknoloji, bizi bağrında taşıyan ve içine doğduğumuz kültür için ne anlama geliyor? Doğum sürecinde çektiği sancılar vesilesiyle günahlarından arındığına; doğum sırasında hayatını kaybetmesi durumunda şehit mertebesine erişeceğine inanan bizler için gebelik, biyolojik bir yük ya da doğal bir adaletsizlik değil; olsa olsa biyolojik bir imtiyaz ve ilahi bir lütuftur.
İslam kültürünün egemen olduğu toplumlarda yaşayan pek çok kadın için hamilelik belki de hayatlarının en değerli hissettikleri dönemidir. Bu nedenle yapay rahim teknolojisi, böylesi bir toplumda kadının özgürleştirilmesinden ziyade onun tahtından indirilmesi ve sahip olduğu dönemsel ayrıcalıkların elinden alınması olarak değerlendirilmeye daha yakın görünüyor.
Anne olmak isteyen yalnız bir kadın sperm bağışı ile; baba olmak isteyen yalnız bir erkek yumurta bağışı ve taşıyıcı anne iş birliği sayesinde genetik olarak ilişkili oldukları bir çocuk sahibi olabiliyor. Yalnızca Amerika Birleşik Devletleri'nde 41 tane sperm bankası bulunurken, yabancı bir erkeği biyolojik babaya dönüştürebilecek olan gamet hücreleri yaklaşık 150 dolara temin edilebiliyor. On yıldır sperm bağışında bulunduğunu belirten bir adam, 138 çocuğun biyolojik babası olmaktan duyduğu memnuniyeti, kendisine uzatılan mikrofona gülümseyerek ifade ederken; babalarından muhtemelen habersiz olan 138 çocuğun soy bağını bilme hakkını ihlal ettiğinin farkında bile değil. Gamet ve embriyo bağışı yoluyla meydana gelen soy bağının dejenerasyonu hangi sosyokültürel sonuçları haiz olacaktır?
Tek veya üç ebeveynli çocuklar
Sperm bağışını bile gölgede bırakabilecek ve henüz deneysel aşamada olan diğer bir uygulama ise somatik hücrelerden elde edilebilecek sperm hücreleri ile bir babaya ihtiyaç duymadan doğabilecek "tek ebeveynli çocuklar." Erkeksiz aileler, bir babası olmayan çocuklar ve erkeğin etkisini soy bağından bile elimine etmeye kendini adamış bir ideoloji evimizin direği yerinden oynatırken neyi amaçlıyor olabilir?
Tek ebeveynli bir çocuğun yaşamöyküsünü düşüneduralım ama mitokondri değiştirme terapisinin dünya nüfusuna armağanı olan "üç ebeveynli çocuklar"ı da unutmayalım. Mitokondri değiştirme terapisi, genetik katkı bakımından üçüncü bir kişiye, daha doğrusu ikinci bir kadına ihtiyaç duyuyor. Fertilizasyon ile meydana gelen tek hücreli zigotun çekirdeğindeki kalıtım materyali anne ve babadan eşit miktarda gelirken; müstakil kalıtım materyaline sahip olan mitokondri ise yalnızca anneden aktarılıyor. Dolayısıyla, anne adayının mitokondriyal bir hastalık taşıma riski bulunuyorsa, mitokondri değiştirme terapisi adı verilen teknoloji imdada yetişiyor ve ikinci bir kadından mitokondri transferi yoluyla sağlıklı bir embriyo oluşturulabiliyor.
İnsandaki kalıtım materyalinin yaklaşık binde birini taşıyan mitokondrinin üçüncü bir kişiden alınması kimilerine göre söz konusu çocuğu "üç ebeveynli" yaparken; kimilerine göre ise binde birlik bir katkı önemsiz olup ebeveynlik statüsü kazandırmayacak. Üreme denklemine böylesi bir müdahale gamet bağışı statüsünde değerlendirilemese de, akıllarda önemli soru işaretleri bıraktığı muhakkak. 2018 yılında Çin'de dünyaya gelen Lulu ve Nana isimli ikiz bebekler, soy hattına genetik müdahalede bulunulmuş olarak dünyaya gelen ilk insanlar oldular.
Bir kurguda dünyaya gelmek
Soy hattına yönelik genetik müdahale, tasarım bebek fantezisini de besleyen yanıyla hem çok tartışılıyor hem de merakla bekleniyor. Şu an dünyanın hiçbir ülkesinde bu uygulama aracılığıyla gebelik oluşturmak yasal değilse de, yakın gelecekte üremeye yardımcı teknolojiler arasında yerini alabileceğini öngörmek zor değil. Akıllarda ise tek bir soru: Bu müdahale tedaviden ötesini de amaçlayıp, -yine Huxley'nin romanındaki gibi toplumu alfa, beta ve gamalar olarak sınıflandıracak mı? Üremenin denklemindeki bilinmezleri ve öngörülemezleri hedefleyen bu müdahaleyi "sağlıklı çocuk sahibi olma" arzusunun tahakkümü olarak mı, yoksa dikkatli kullanıldığında üremede çığır açabilecek bir teknoloji olarak mı görmeliyiz?
Bir zamanlar sorulduğunda "seni leylekler getirdi" diyenler vardı. İlişkisiz, bağlantısız ve geçmişsiz bir şekilde, herhangi bir leyleğin ayaklarında taşıdığı bir torbada dünyaya fırlatılmış olma duygusu pek çokları için baş edilebilir olmamıştır muhakkak. Teknolojinin bizi getirdiği yerde, kuluçkayı andıran yapay rahimler içerisinde gelişip dünyaya gelenlerin ilişkisiz, bağlantısız ve geçmişsiz bir şekilde herhangi bir makine içinde dünyalı oluverme duygusu ile baş etmeye hazır mıyız?
Anne, baba ve soy bağına dayanmayan bir kurguda dünyaya getirilmiş bir çocuğun; yumurta, sperm ve rahminboşluk doldurmak için kullanıldığı bir üreme eyleminin sonuçlarına "devrim" demek gerçekten mümkün mü? Bulunduğumuz noktadan bakıldığında, üremede modern bir devrimden ziyade, post-modern bir darbenin izlerini görmek mümkün. Ya da kim bilir, üremede devrim dedikleri de leylekten inip kuluçkaya binmektir belki nihayetinde?
Dipnot:
1) İnsan bedeninde, haploit gamet (yani üreme) hücreleri ve diploit somatik (yani vücut) hücreleri olmak üzere temelde iki çeşit hücre tipi bulunmaktadır. Örneğin karaciğer hücreleri, nöronlar ve kas hücreleri somatik hücrelerdir.