A. Teyfur Erdoğdu: TARİH BİLİM MİDİR SANAT MI?

TARİH BİLİM MİDİR SANAT MI?
Giriş Tarihi: 21.6.2023 11:46 Son Güncelleme: 21.6.2023 11:46
Tarih uğraşısının evrimleşmesi gibi zamanla tarihçilerin bilinci de değişime uğradı. Bu değişimin son aşamasında tarihçiler henüz sayıları az da olsa oynadıkları tanrısal rolden sıyrılmaya, kendilerine verilen yetkiyi reddetmeye ve dayatmalara başkaldırmaya giriştiler.

Bilimsel ilkeler gözetilerek yapılmaya başlamasından 20. yüzyılın ortasına kadar tarihyazımı aynı zamanda bir hikâye anlatımı olarak kabul edildiği için bir yanıyla bilimsel diğer yanıyla sanatsal bir faaliyet sayıldı. Bu yüzden tarih mevcut hâliyle ikisinin ortasında bir yerde bulunuyor dendi ve söz konusu tür, hikayeci tarihyazımı (narrative-rhetoric) diye isimlendirildi.

Elbette Fransızların dediği gibi "Ecrire l'histoire est d'abord raconter une histoire"dır (tarih yazmak önce bir hikâye anlatmaktır). Bununla birlikte belirtmek isterim ki sanat ürünüyle bilim arasında ciddi bir sınır vardır. Bu sınır aşağıda ayrıntılı görüleceği üzere gerçeklik tarafından çizilir.

Daha sonra hikayeci tarihyazımından ayrı, verilen eserlerde hikâyeleştirme tekniğini kullanan yeni bir tür geldi: sorunsalcı tarihyazımı (problematic historiography). Bu türde bir veya birkaç mesele ele alınıp incelendi ve metin inşasında hikâye ediş kendine ya çok az ya da hiç yer bulamadı; tıpkı tarihçi Cengiz Orhonlu'nun "Dicle ve Fırat Nehirlerinde Nakliyat" isimli çalışmasındaki gibi.

Bu iki türün konumuz açısından ortak özellikleri şunlardır: Geçmişten intikal eden bilgi eksikliklerini "olumsallık" (contingency), "olsa olsa", "tarihçilik sezgisi", "duygudaşlık" (empathy) gibi teknikler kullanarak doldurmak ve bütünlüklü bir metin inşa etmek amacı taşırlar.

Post-yapısalcı tarihyazımı

Bu iki tarihyazım türüne ilaveten bir başkası ortaya çıktı: Postyapısalcı tarihyazımı (poststructuralist historiography). Bu tür kısaca, iç-dış tenkide tabi
tutulan belgelerin bir de anlam dünyalarına müdahale edilerek çözümlenmeye çalışılmasına dayanır. Bu türü uygulayan tarihçiler bir belgenin tek bir yazılış/ yaratılış amacı, tek bir anlamı ya da tek bir varlığı olmadığını kabul ederler ve bu yüzden belgeleri yeniden yaratılabilir, yeni anlamlar yüklenebilir nitelikte görürler. Metne yeni anlamlar verme süreci, sonsuzluğa doğru geri çekilen ufkun sürekli takip edilmesini andırır. Bu yönteme
belgenin konuşturulması denir. Böylelikle belge kendi haline bırakılmaz, sandalyedeki sanık gibi "konuşturulur".

Herhangi bir belgede söylenen, söylenmeyen, gizlenen hatta yazarının da bilmedikleri vardır. Tarihçi yaratıcı okurluk yaparak belgeye bu dört yönden bakar. Ancak bu yaklaşım, Amerikalı tarihçi Dominick LaCapra'nın (1939-) dediği gibi belgeleri doğru dürüst okumadan onları sadece birer araç olarak görüp içlerinden işe yarayacak bilgileri cımbızlamak ve/ya onlara işkence ederek konuşturmak değildir. Yapılacak işlem; 1. eldeki malzemenin
içine nüfuz ederek onu parçalara ayırmak, 2. bu parçalar arasında farklı bakış açılarıyla ve sorularla yeni ilişkiler kurmak, 3. böylelikle yeni okumalar elde etmek, 4. malzemedeki bilgi eksikliklerini mevcut bilgilere ve yapıya uydurarak icat etmek, 5. sonuçta bütünlüklü bir eser yazmaktır.

Burada bir uyarıda bulunmalıyım: Sanılanın aksine geçmiş, tarih eserinin içinde yeniden inşa edilmez, geçmiş ilk kez inşa edilir. Çünkü geçmişte sadece olaylar (hadise) mevcuttur, olgular (vakıalar) yoktur; kısaca herhangi bir bütünlük arz etmez. Yukarıda ele aldığım geleneksel tarihyazımı türleri bu bütünlüğü ilk kez verdikleri eserde kurarlar. Geçmişte böyle bir bütünlük olmadığı için tarihçiler geçmişi yeniden inşa ediyor denemez. Geleneksel tarihyazımı türlerinin ilkelerine uyularak verilmiş tarih eseri geçmişe dair bütünü ilk kez kuran, ilk kez inşa edendir. Yeniden inşa tabiriyse ancak daha önce herhangi bir tarihçi tarafından kurulan ilk bütünün tekrar ele alınıp yazılması için kullanılabilir.

Yeni bir tür: Skeptik tarihyazımı

Geleneksel tarihyazımı türlerine karşılık, bundan yaklaşık yirmi sene önce -2000'lerin başındayeni bir tür önerdim ve uygulamaya koydum. Adına da skeptik tarihyazımı dedim. Bu türde çalışmalar da verdim: Fethin Babası Fatih Sultan Mehmed isimli biyografik çalışmam bunun somut bir örneğidir.

Bu türde, geçmişten intikal eden eksik bilgileri tamamlamak, bilinmeyenler hakkında fikir yürütüp bunları noktalı cümleler halinde sunmak (soru biçimine itirazım yok!), çıkarım (istidlal: inference) yapmak ve en önemlisi bütünlüklü eser vermek yoktur. Aksine, her türlü eksikliği vurgulamak,
geçmişteki bilgileri kaydederken ve bağlamlar içinde oturturken meşkuk, mütereddit ve mütevazı bir dil ve üslup kullanmak esastır. Sonuçta verilen eser bütünlüklü değil delik deşiktir, büyük gediklerle maluldür.

Gelecek araştırmaları tahrik ve teşvik etmek için olasılıkları sorularla sıralayan bir yapı inşa eder. Tarihçi, geçmişteki belge yazarının bilinçdışını keşfetmek ya da yazarın farkına bile varmadığı gizli niyetleri açığa çıkarmak için onunla bir psikolog veya psikiyatrın aksine yüz yüze gelemeyeceğinden, post-yapısalcı tarihyazımının aksine skeptik tarihyazımında yukarıda bahsettiğim belge konuşturma tekniğini hata vereceği gerekçesiyle kullanmaz. Gizli niyetler ve bilinçdışı etkenler hakkında ciddi kuşkular duyuyor ama bunları delillendiremiyorsa ilerideki araştırmalarla
cevaplanabileceğini umarak bunları soru biçimine getirerek aktarır ve müteakip çalışmaları işaret eder.

Skeptik tarihyazımcısı bilgisizliğini ele verir, ortaya koyduğu olası soruların cevaplarını araştırmak ve bulmak için gereken sabrı gösteremediğini itiraf eder. Brechtvari bir ustalıkla kurduğu lisan vasıtasıyla başta kendi meslektaşları olmak üzere okuyucuyu geçmişin muğlaklığı konusunda uyarır, diri tutar ve onları tetikte bırakır. Verdiği ürün adeta bir kimya denklemi gibidir. Metne hikâyesizlik, dolayısıyla sanatsızlık hâkimdir. Sadece meslektaşları için üretir. Bir miktar da mutlak denetimli bilgiye meraklı okuyucuyu göz önünde bulundurur. Zira tarihçi yalnızca bir bilim insanıdır; halk ile siyasetçilerin beklediği, kimlik inşasına yarayacak mutlak ve bütünlüklü bilgiyi vermek gibi bir yükümlülüğü yoktur.

Tarihyazımı, sanat ve kurmaca

Tarihyazım türleriyle sanat arasındaki farklar açısından şunu eklemek isterim: Geleneksel tarihyazımı türlerinde üretim aşamasındaki etkenler tarihçinin "görece sabit kabiliyetleri", yapar-ederken ortaya çıkan "geçici yetenekleri", işbilmesi ve içinde bulunduğu "halet-i ruhiye"dir. Diğer bir deyişle mimar örneğinde olduğu gibi hangi malzemenin nerede, nasıl ve ne kadar kullanılacağı hem orijinal bulguların bizzat dayatmasından hem de tarihçinin sahip olduğu bilgi, beceri, kişisel özellikler ve tecrübeleri tarafından belirlenir. Ayrıca, bulgulara ve onların yönlendirmelerine saygı göstermek ve sadık kalmak yeterli şart olmasa da gereklidir.

Bir parantez içi olarak belirteyim ki kurmaca eserlerde (fiction) yani sanatta -bunlar ister gerçekçi tarihsel roman ister sinema olsunlar (realistic historical novel/film)- geçmiş zaman bulguları istendiği gibi kullanılabilir; bunlara sadık kalmak zorunluluğu asla yoktur. Sanatla aradaki bir diğer önemli fark ise şudur: tarihçilerin ulaşamadıkları ve/ya delillendirmedikleri için eserlerine işleyemedikleri (diyaloglar, hisler, renkler gibi) ayrıntılar
ve sahneler, kurmaca eserlerde rahatlıkla anlatıya canlılık kazandırmak için kullanılabilirler. Skeptik tarihyazımındaysa yukarıda değinildiği gibi boşlukları, eksikleri, gedikleri doldurmaktan tamamen kaçınarak nakısaları olduğu gibi bırakmak ve işaret etmek esastır.

Bireysel ve toplumsal kimlik inşasında bellek ilk sırada yer alır. Bellek de bireysel ve toplumsal olarak ikiye ayrılır. Bireysel bellek sadece kişilerin
anılarından oluşmaz ama aynı zamanda süreklilik ve tutarlılık arzeden toplumsal bellek de bireysel belleğe nüfuz ederek onu şekillendirir. Bu itibarla birey için neticede tek bir bellek oluşur ve söz konusu hale gelir.

Toplumsal belleğin inşacıları tarihçilerdir. Bireysel belleğin önemli bir kısmını da toplumsal belleğin oluşturduğunu söyledim. Bu yüzden tarihçiler aslında bireysel belleğin de etkili inşacılarıdırlar. Kısaca tarihçiler -tek başlarına olmasalar da- bireysel (ve toplumsal) belleğin inşasında önemli bir role sahiptirler. Bugüne kadar tarihçiler hem bizatihi hem de kendilerine verilen görevler dolayısıyla bu rolü isteyerek, zaman zaman da dayatmacı kültürlere boyun eğerek yerine getirdiler.

Tanrısal tarihçi rolünü bırakmak

Tarih uğraşısının evrimleşmesi gibi zamanla tarihçilerin bilinci de değişime uğradı. Bu değişimin son aşamasında tarihçiler henüz sayıları az da olsa oynadıkları tanrısal rolden sıyrılmaya, kendilerineverilen yetkiyi reddetmeye ve dayatmalara başkaldırmaya giriştiler. Topluma ve devlete yönelik herhangi bir mecburi hizmetleri olmadığı bilincine ulaştıklarından artık muktedirler için tarih üretmeyi bıraktılar. Bunun yerine, diğer bilim dallarındaki gibi sadece bilim için bilim yapmaya ve yalnızca meslektaşlarının ihtiyaçlarını göz önünde bulundurmaya başladılar. Gelinen bu aşamadaki çabaya
bir ad koymak istedim ve buna yukarıdaki skeptik tarihyazımı dedim.

Bu tarihyazımı türünde müteakip araştırmalar için taşıdığı anlamlar dışında herhangi bir gaye gütmeyen tarihçilik söz konusudur. Ancak, ürün ortaya çıktıktan sonra kimin hangi amaçla kullanacağına da tarihçi elbette ki karışamaz ve müdahale edemez, tıpkı diğer bilim dallarının ürettikleri bilginin teknolojiye dönüşmesinde olduğu gibi. Ama bilim asla teknoloji ve/ya fayda odaklı değildir.

Muktedirlerin ve halkın ihtiyaç duyduğu ve istediği popüler, vülger ve bütünlüklü bilimsel tarih ürünü veren tarihçileri kınayacak değilim, haddim de değil. Ama söylediğim şu: Kişi kendi hayatını tam olarak bilemez, kendini tam olarak tanıyamaz, şahit olduklarının muhasebesini layıkıyla yapamaz, olaylar, düşünceler, duygular arasında her zaman sağlıklı ve isabetli bağlantılar kuramazken onlarca, yüzlerce hatta binlerce yıl önce yaşamış kişiler ve yaşanmış olaylar hakkında ahkâm kesmeyi, noktalı cümleler kurmayı bırakmalıdır. Ahkâm kestiğinde yanılgıya düşmesi işten bile değildir. İşte tam da bu yüzden "Tanrı tarihçilikten" uzaklaşıp meşkuk, mütereddit ve mütevazı tarihçiliğe doğru yol alınmalı ve sorularla bezeli metinler üretmelidir. Aslında tarihçi bunu kendi iyiliği ve bilimi için istemelidir. Zira hangi tarihçi verdiği ürünün raf ömrünün kısa olmasını arzu eder ki?!.

BİZE ULAŞIN