YANDAŞLIK
Hayır yani illa muhaliflik olsun diye değil! Bütün dergi "muhalif" yazarken ben illa yandaş yazısı yazmak istemem. Ama düşündüm ki muhaliflik kadar yandaşlık da üzerinde durulması gereken bir alan.
"40 yıllık yandaşım ama böyle yanlama görmedim" özdeyişi ile bu kavramı öyle çok aşağılayıcı tarzda kullanmayı dilimize sokan aziz hemşehrim İsmail Kılıçarslan, bir yazısında kavramı şöyle açıklamıştı:
"… Benden şöyle bahsediyorlar: 'Yandaş Yeni Şafak yazarı.' Yandaşlık, seneler içerisinde alıştığım bir tanımlama oldu doğrusu. (…) Televizyonda katıldığım bir canlı yayında 'Normalde ben Sezai Karakoç'un yandaşıyım. Bu hiç değişmeyecek…"
Bu yandaşlığın bir boyutu… Yazar, aynı yazıda kendisini bir "yandaş" olarak belirli tavrı takınmadığı için kınayan kişiye verdiği "Yandaşım yandaş olmasına da, ben senin bildiğin yandaşlardan değilim yahu" yanıtı ile "yandaş" kavramının tekdüze bir tarzda algılanmasının da yanlış olduğunu belirtiyordu.
Demek ki "muhalif" gibi "yandaş" da tek boyutlu, bir ilkokul öğrencisinin cetveli gibi düz ölçen, dümdüz ölçülebilen bir kavram değil.
Kendisine rahmet olsun, hala şu "rahmet" kelimesini yazarken bile vefatına inanamadığım Ahmet Kekeç de bazen kendisine "yandaş" diyene ateş püskürerek, bazen de "Kim ki bundan sonra bana yandaş derse" başlıklı yazısında olduğu gibi, "…karşılaşacağım her yandaş ifadesi için ağır küfürlerden birini sallayacağım" diyerek, bu sıfatın ancak içinde bulunduğu bağlam çerçevesinde ele alınabileceğini ortaya koymuştu.
Ya takip ettiğiniz yol eğri ise?
Demek ki kavram, tıpkı "muhalif" gibi insanın elinde bir iletki, gönye, hatta bir pistole olması gerekiyor. Pistole, belki unutulmuştur kullanılmaya kullanılmaya, "Fransız eğrisi" de denilen, kâğıt üzerine tasarım yaparken vektörel (doğrusal eğri) çizmek için kullanılan işaretsiz cetvelin adıdır. Tıpkı bir insanın muhalifliğini veya yandaşlığını kâğıt üzerinde belirtirken, kullanabileceğiniz bir eğri çizgi. Şimdi konu dağılma istidadı göstermeye başladı korkarım.
İnsanın tutum ve davranışlarını kâğıt üzerinde işaretlerken, dümdüz bir çizgi gibi göstermek mi iyidir? Yoksa Nazım Hikmet'in çağdaşı Peyami Safa için kullandığı benzetme ile söylersek: "bir küçük eğri virgül" ifadesindeki gibi bir eğri çizgi ile belirtmek mi?
Şimdi çoğu insan, başına ne gelirse gelsin "doğru yoldan" ayrılmadığını vurgulamak için kendisinin de doğru bir insan, özü-sözü bir olduğunu filan söyler. Buradan hareketle yaygın kanı doğrunun iyi, eğrinin kötü olduğu şeklindedir.
Ama ya ayrılmadan, dosdoğru takip ettiğiniz yol eğri ise?
Dedim ya! Konu feci bir dağılma istidadına girdi. Bir yazıdan beklenen nedir? Başladığı konuda doğru bir istikamette devam etmesi değil mi? Şimdi burada olduğu gibi yandaşlığı bir yana bırakıp, kuramsal bir eğri mi eğridir, doğru mu doğrudur tartışmasına girmek, doğru değil. Öyle mi diyorsunuz?
Peki! O zaman size sorarım: Galileo Galile, dünyanın düz bir çizgi ile değil de vektörel eğri ile ifade edilmesi gerektiğini söylerken mi doğru söylüyordu? Yoksa mahkemeye çıkartılıp, bu ifadesini geri almaz ise ölümle cezalandırılacağını söyleyen yargıçlara "Yanılmışım. Dünya düzdür, eğri değil!" derken mi gerçeği çarpıtıyordu?
Konuyu toparlayalım: İsmail Kılıçarslan da Ahmet Kekeç de "yandaş" kavramını ancak genel doğrularını paylaştıkları kişiler söz konusu olunca kendisine yakıştırmaya itiraz etmeyeceklerini söylediklerine göre, dışarıdan bakınca sizin şuna yandaş, buna muhalif dediğiniz kimseler sizin bu yakıştırmanızı kabul etmeyebilirler. Yani yandaşlık, bir evrensel doğrunun ifadesi değildir. Tıpkı muhaliflik gibi… Her zaman ve her durum için yandaş olunamayacağı gibi, böyle bir muhaliflik de kabul edilmeyebilir
Görelilik, bağıntı, izafiyet
Affedersiniz ama "vektörel eğri" dediğim zaman hemen neden itiraz ettiniz o zaman? X'in değeri 1 ise, benim ona karşı tutumum 1'dir; onun değeri 2 olursa, benim tutumum illa 2 ile mi ifade edilmek zorunda? Elbette değil. O zaman ortaya düz bir çizgi çıkmaz, bir eğri çıkar ama bu eğri, benim yanlış kararlara, yanlış tutumlara savrulduğum anlamına gelmez; tam tersi benim kendi doğrularımla tutarlı olduğunu gösterir.
Yani artık ben senin yandaşın değilsem, kabahati kendinde ara aziz kardeşim! Veya ben hep--burada İsmail hocanın verdiği örnekten hareket edelim de, örneği tartışmaya başlayarak konuyu tekrar dağıtmayalım-- ben Sezai Karakoç'tan yana isem, ama zatıâliniz bence düşünmesi bile imkânsız bir sebeple artık Sezai Karakoç'u beğenmiyorsanız, benim ondan yana olmamı, onu beğenmeye, okumaya, ezberlemeye ve imkân bulduğumda dizelerini, "Lambalar eğri/Aynalar akrep meleği..." diye tekrar edip durmamı "yandaşlık" diye niteleyeceksiniz. Değil mi? Benim buna itirazım var mı? İsmail Kılıçarslan gibi, ta baştan bunu beyan etmiş miyim? O halde sizin şimdi aşağılama olarak kullandığınız "yandaşlık" benim için aşağılama değil, övgü gibi bir şey…
O halde yine çıktık aynı eğik düzleme. Ki bunun adına görelilik veya bağıntı, eski ifademizle izafiyet diyoruz. İnsanoğlunun bulunduğu yerde mutlak doğrular olmadığı gibi mutlak eğrilikler de yok; başka bir deyişle senin doğrun sana, benim doğrum bana…
Geldik mi yine pistolenin vektörel eğrisine!
Amerika çok seyredilen ikinci spor türü beysbolda, vurucu sopasıyla vurup da uzaklara göndersin diye atıcı topu öyle falsolu atar ki, top adeta havada kavis çizer. Sonuçta top A noktasından çıkar B noktasına gider; ama yolda bir noktada topla mülakat yapma imkânınız olsa size B'ye değil muhtemelen C noktasına gitmekte olduğunu söyleyecektir, çünkü kendisinin atıştaki beceriyle kendisine kazandırılan falsodan haberi yoktur.
Normal hayatta, "Ben adamımı tanırım" diyenden "Ben adamı gözünden tanırım" diyene kadar atıcı-tutucu insanlarla karşılaşıyorsunuz. Bunların kimi yazar, kimi çizer, kimi de TV-konuşur'u olarak karşınıza çıkıyor. Siz tutarlısınız ama tuttuğunuz insanın aldığı yol falsolu beysbol topu gibi dalgalı bir mecra izliyorsa, kabahat sizde mi? Bir süre sonra, artık bu yazar-çizer-konuşur ile ideolojik yollarınız ayrılıyorsa, tutarsız olan kim?
Yandaşın, yandaş olduğu kişiyle yollarını ayırması, artık yandaşlıktan çıkması ve hatta muhalifliği geçmesi ne kadar kolaysa, muhalif olduğunuz bir kişinin şu ya da bir şekilde yandaşı olmanız o kadar kolay olamıyor ne yazık ki! Önce çevrenizdekiler bu kişinin çizgisinde bir değişiklik göremiyorlarsa sizin yeni yandaşlığınız bir tür tutarsızlık hatta çıkarcılık olarak görülebilir. O kişi sizin hala yandaşı olduğunuz kişilere katılırsa, mantıksal doğrulama metodu ile siz bu kişinin de yandaşı olmuş olursunuz; ama bunu kendinize nasıl yedireceksiniz, bırakın çevreyi?
Yandaşlığın ve muhalifliğin anayasası
Bereket ki siyasette bu tür saf değiştirmeler alenen ve resmen yapıldığı için, sizin bir tarihte muhalif olduğunuz kişiye, şimdi vekâlet sebebiyle yandaş olmanızı meşrulaştırmak için çaba göstermenize gerek kalmaz ve çevrenizdeki hemen herkes sizin bu zorunlu yandaşlığınızı anlayışla karşılayacaktır. Bu kişinin bir süre sonra, bu yeni grubu terk edip tamamen başka bir üçüncü gruba iltihak etmesi ise sizin gibi zorunlu yandaşlar için, "Ben zaten biliyordum!" tarzı açıklamakla bir tersine beraat rahatlaması oluşturur ki, böylesi dostlar başına!
Sözü daha fazla uzatmanın gereği yok; hem İsmail Hoca, hem de Ahmet Hocanın yandaş oldukları şüphesiz bir Mevlana Celalettin Rumi, yandaşlığın da muhalifliğin de anayasası olabilecek şu ilkeyi vermişti, 815 yıl önce:
Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol.
Buradaki "olmak" fiili, biz insanlar için yandaşlık olarak tezahür eder. Yani Dostumuz Celalettin hazretleri diyor ki, kime yandaş isen onun gibi ol; ya da kendine benzeyen kişiler bul yandaş olmak için.
Bu düsturun mefhum-u muhalifi ise şu olabilir: Kime muhalifsen onun gibi olma; ya da sadece senin inançlarına aykırı şeyler söyleyenlere muhalefet et. Yani yandaş olmak için yandaş olmak çıkarcılık, muhalefet etmek için muhalefet bencilliktir, kibirdir. Özetle yandaşlığın da bir raconu vardır; herkes muhalif olur da herkes yandaş olamaz kolayca.