Nurullah Koltaş: BİLİMİN SERÜVENİ ÜZERİNDEN SEYYİD HÜSEYİN NASR’A BİR BAKIŞ

BİLİMİN  SERÜVENİ ÜZERİNDEN SEYYİD HÜSEYİN NASR’A BİR BAKIŞ
Giriş Tarihi: 25.2.2022 14:50 Son Güncelleme: 7.7.2022 13:36
İslamî ilimlerin gelişiminde bir yandan yeni ilim dalları ve formlarının vücuda gelişi diğer yandan da İslam öncesi medeniyetlerden alınan ilimlerin İslamileştirilip sayısız eserin vücuda getirilişi neredeyse görmezden geliniyor.

İlmi Var Eden'le dikey bir irtibat yerine dünyevî olanla yatay ilişkilerden örülü bir anlayış, zihinlerimizde verili bir durum oluşturacak kadar uzunca bir süredir gündemlerimizi meşgul etmekte. Bunun sonucunda Ortaçağ'ı ilmî açıdan çepeçevre karanlık, gerileme ve çöküşle irtibatlandıranların yanında bir nostalji hissiyle hareket eden zümrelerin varlığı, İslam ve bilim arasındaki rabıtayı salimen değerlendirmenin üzerinde bir gölge gibi duruyor.

Bu konuda ülke içinde ve dışında çok sayıda çalışma kaleme alınırken son elli yıldır Seyyid Hüseyin Nasr gibi İslam, bilim ve teknolojiyle alakalı yoğun mesai harcayan ilim adamları bilimin seyrine ilişkin çarpıcı tespitlerde bulunuyorlar. Nasr'ın "gelenek" merkezli yaklaşımının ardında, ilmî ve manevî hayatın bir gerileme ya da ilerleme ekseninde değerlendirilmesinden ziyade değişmeyen bir nüvenin varlığıyla sürekli bir intikale vurgu öne çıkıyor. Ancak bu nüvenin ayırdına varılışıyla bilgi ve bilime bakış açımızın daha anlaşılır hale gelebileceğini de ilave ediyor.

"Kutlu bilgi" (scientia sacra) adını verdiği bu nüve, aslında insanı Hakikat ile irtibatlı kılarken, bu bilginin sirayet ettiği her şey, sözgelimi kutlu sanat, insanın bu alemdeki yolculuğu süresince ona Hakikati hatırlatma işlevini yerine getiriyor. İslam'ın birleyici bakış açısı, Nasr'a göre birbirinden bağımsız olarak işleyen farklı bilgi formlarına müsaade etmiyor. Zira bu formlar bizzat Hakikatin mahiyetini yansıtacak denli kendi içlerinde irtibatlı haldeler.

Buna mukabil, madenlerden metafiziğe her bilgi formunu barındıran bir bilgi hiyerarşisinden söz edilmek durumunda. Diğer geleneklerden farklı olarak İslam maneviyatı, avam arasında bile dinî rayiha taşıyan bir bilgi arayışına imkân verecek ölçüde hikemî (sapiential) ve irfânî (gnostic) yönleri gözler önüne seriyor.

Hikmet, tadılarak ulaşılan bilgi

Hikmet- Latincede zevk anlamındaki sapereden türeyen sapience esasen hakikatin "tadılışı"ndan mülhem hikmet arayışı- diğer geleneklerin pek aşina olmadığı bir tarzda keşften hasıl olan irfan ile birleşerek huzurî ilim adı verilen özge bir boyutu, naklî ve aklî ilimlerin bir araya gelerek oluşturduğu husûlî ilimle kaynaştırıyor. Bu suretle bir bilgi hiyerarşisi oluşturup akıl ve vahiy yahut din ve bilim arasında ahenk meselesini çözme yoluna gidiyor.

İşte bu özge yön, bir devir ya da mekân sınırlamasının ötesine geçerek Müslümanların Kıyamet'e değin izleyecekleri bir doğrultunun da altını çiziyor. İslam medeniyetinin meyveleri addedilen bu ilimler tesadüfen değil İslamî bir evren içinde soluk alıp veren Müslümanlar tarafından vücuda getirilirken, bu ilimlerin konusunu da doğrudan Kur'an'dan sadır olan manevî bir üslup belirlemekte ve bir bereket de bunları dönüştürmekte.

Günümüzde örneklerine sıkça rastlandığı üzere bahsi geçen Müslümanların ilim tasavvuruna aşina olmayanların "Ortaçağ"a atıfta bulunarak geride kalmışlık ithamında bulunmalarının, kısaca ilme yönelik iştiyakı tesis eden "tevhid" boyutunu algılayamamaktan ileri geldiği dile getirilmekte.

Çoğu kişinin belli bir zihni saplantı eseri öne sürdüğünün aksine Müslümanların bilime bakışları zaman ve zemini aşan bir boyut taşıyor. Müslümanlar nazarında ilim, vahiyden husule gelen bir ruh ile "hem öncesinden farklı hem de onun bir devamı" niteliğinde tamamen yeni bir cevhere dönüştürdükleri diğer medeniyetlerden tevarüs edilen ilimlerin bir izdivacından vücuda geliyor. Ortaya çıkan bu yeni cevher de bizzat vahyin evrenselliğinden kaynaklanan bir soluk olması bakımından evrensel addedilebilecek yegâne ilmi ortaya koyma imkânı veriyor.

İslam'ın bütüncül dünya görüşü

Belki de Müslüman mütefekkirlerin antikitedeki fikirlerin Ortaçağ Avrupa'sına intikalinde ancak bir köprü olduğu yanılsaması, yolu İslam düşüncesi kalesine uğrayan hiçbir teori, doktrin ya da düşüncenin ilkin İslamileştirilip daha sonra İslam'ın bütüncül dünya görüşüne entegre edildiğinin kavranamamasından kaynaklanıyor.

Ortaçağ'a yüklenen tüm olumsuz yakıştırmalar gün yüzüne çıkarken, İslamî ilimlerin gelişiminde bir yandan yeni ilim dalları ve formlarının vücuda gelişi diğer yandan da İslam öncesi medeniyetlerden alınan ilimlerin İslamileştirilip bahsi geçen bilgi hiyerarşisine adapte edilişi sonrasında sayısız eserin vücuda getirilişiyle herhangi bir dönemle sınırlanamayacak bir geleneğin varlığı neredeyse görmezden geliniyor.

Kuşkusuz kimi dönemlerde bir daralmanın var olduğu izlenimi belirse de Martin Lings'in ifadesiyle yaşlı bir bedenin avantajları ve dezavantajları burada da söz konusu olabilmekte. Yaş ilerledikçe biriken yükün tüm emareleri bedende bir acziyet olarak tezahür etse bile aklî melekeler ve tecrübî boyut kendi içinde bir imkân taşıyor.

Üstelik bu tecrübenin başkalarına aktarımı bir bitim değil bir doğum olarak da düşünülebilmekte. Öyleyse, tüm canlılığına karşın Müslümanların ilmen sürekli bir inkıraz ya da gerileme içinde olduklarına dair göndermelerin kökeni ne?

Nasr'a göre gelenek devam ettiği için genel bir çöküşten bahsetmek olanaksız. Nitekim mahalli sanatların, mimarî ve musikînin yanı sıra İslam entelektüel geleneğinin sürdüğünün ispatı bizzat ortaya konan eserler. Medeniyet manen canlı bir müessese ve bazı durumlarda dinamizm İslam medeniyetinde söz konusu olduğu gibi kendi manevî normları uyarınca gerçekleşmeyebilmekte.

Kalıcı bir çöküşten söz edilebilir mi?

Bununla birlikte, Batı bilimi İslam medeniyetinin "barometre"si alınacak olursa-ki mevcut durumda bu genel bir yaklaşım tarzına işaret ediyor- dönem dönem bir son ya da çöküş izlenimi oluşabiliyor. Oysa bilimle iç içe ele alınmak durumda olan felsefe geleneği bir başına bahsi geçen devamlılığın bir göstergesi. Bu açıdan İslam bilim tarihi çalışmalarında çoğunlukla ilk döneme yoğunlaşılması, beraberinde sonraki dönemlerde bir tıkanıklık olduğu varsayımına katkıda bulunuyor.

İlim bağlamında dile getirilen azalma ya da artma, anlaşıldığı kadarıyla gerçekleştirilen faaliyetlerle orantılı. Nitekim medeniyetin olağan faaliyetlerinin matematik ve tabiat bilimlerinde faal oluşu nispetinde değerlendirilmesi, başka alanlardaki inkişafının takdirini güçleştiriyor. Kadim medeniyetler incelendiğinde, bilimsel faaliyetlerin söz konusu medeniyet(ler)in sona ererken ortaya çıktığı dikkat çeken bir husus.

Ayrıca bir medeniyette astronomi, fizik, kimya vb. ilimlere yönelik ilginin kimi dönemlerde daha yoğun olduğu ve bazen de azaldığı gözlemlenebiliyor. Diğer medeniyetlerde bu ilmi hareketlilik oldukça uzun bir zaman diliminde tezahür ederken, İslam medeniyetinde ilmî faaliyetlerin doruğuna kısa sürede ulaşıldığı için odağın farklı yönlere kaydığı ilk bakışta anlaşılamayabiliyor.

Böylece bir medeniyeti ilme olan ilgisiyle yargıladıktan sonra herhangi bir ilim dolayımında ilmî açıdan bir zayıflama ya da ilgi seyrelmesini medeniyetin zayıflamasıyla özdeş düşünmek gibi tuhaf bir uğraş içine giriliyor. Bu noktada, bir medeniyetin kendi kozmolojik bakış açısıyla iktifa ederek ortaya bir şey koyma zorunluluğu şeklinde tarif edilebilecek bir baskıyı felsefe, edebiyat, sanat gibi alanlara yöneltebileceğinden bahsetmek büyük önem taşıyor.

"Faustçu" bir bilim

Medeniyet bu alanların birleştiği bir havuz olarak düşünülürse, herhangi bir çağa indirgenemeyecek bir gerçeklik olduğu da anlaşılmaya başlıyor. Buna mukabil, modern bilim anlayışı bilimin ilkelden gelişmişe doğru evrildiğini öne sürerek bu hakikati gizlemeye yönelik tüm imkanlarını seferber ediyor.

Nasr'a göre modern bilim, dünyanın bilgisini elde ederek üzerinde bir tahakküm kurabilmek için ruhun şeytana satılması sonucu ortaya çıkan "Faustçu" bir bilim olarak da tasvir edilebilir. Uzunca bir süredir okullar ve medya aracılığıyla türlü kisveler altında tarafsızlık iddiasında bulunsa da modern bilim aslında bilimperestlik (scientism) olarak adlandırılabilecek bir anlayışı temel alıyor.

Sözü edilen kisve ya da sûretlerden birisi teknoloji olup kısmî bir başarıya rağmen iç ve dış çevremizin dokusunu bozma adına elinden geleni yapıyor. Yok etme çağrışımı barındıran böylesi bir anlayışın önüne geçmek, onun bir benzerini ortaya koymakla mı dengelenmeli? Örnekse, topyekün bir yıkım hedefleyen nükleer bombalar ya da lazer güdümlü ekipmanlara sahip olmak siyaseten münasipken tabiatta içkin manevî boyutu, diğer bir deyişle Allah'ın mahlukattan çekip alma üzerine kurulu modern anlayışa, aynı şeyin önüne "İslamî" sıfatı getirilerek bir karşı tavır geliştirmek yerinde bir tavır olarak vurgulanıyor.

Burada asıl tehlike, bir bilimsel keşfin dinî bir ilkeyi tasdik ettiği kabul edilerek metafizik bakış açısıyla değil salt bilimsel bakış açısıyla tanımı gereği geçici bilim formlarının mutlaklık özelliğine sahip olanlarla ilişkilendirilme girişimleri. Allah'ın ve eskatolojik gerçekliklerin hariçte tutulup gerçekliklerinin sorgulandığı-hatta gerçek dışı addedildikleri- zihni bir atmosfer oluşturulurken, modern bilimin yansız olduğu iddiası gözden geçirilmek durumunda.

Sonsuzu sonluya indirgeme girişimleri

Kimi muhitlerde modern bilimin bu gerçeklikleri inkâr etmediği kanıtlanmaya çalışılsa da dinden kendisini ve ilkelerini "reform"a tabi tutmasının istenmesi bir anlamda bilimin değil dinin marjinalize edilmeye çalışıldığının da bir göstergesi.

Dinin ikincil bir konuma ötelenmesi, metafizik olan aslî ilme müracaat etmeden hakikat izahı gibi bir açmazla anılan bilimperestliğin tabii bir neticesi. İzafî olanın içerdiği anlam ve itibar Mutlak'ın bahşettiği kadarken, Mutlak ile izafî arasında bu hiyerarşik irtibatın farkında olunmaması da önce aklın sonra da insanın kendi kendini yok etmesine (self-destruction) yol açıyor.

Mutlak ve izafî olan arasındaki irtibatın mahiyeti üzerine kafa yoran Guénon, Schuon ve bilhassa Nasr'a kadar uzanan bu bakış açısı uyarınca sözü edilen aymazlık, bir tarafta "Sonsuz"u "sonlu"ya indirgeme gibi bir basiretsizlik diğer tarafta "sonlu"yu "Sonsuz" ile irtibatlandırma gibi bir kabiliyetsizlik olarak tezahür ediyor.

Bu sorunun çözümü, İlke'den ayrıldığımız oranda hataya düşüleceği ve denge yitimine yol açacağının farkındalığıyla aslî anlamıyla ilmî iştiyak kandilinin uyandırılması imkânının hep hatırda tutulması gibi görünüyor.

BİZE ULAŞIN