Asım Öz: Ortaçağ terimini tekdüzelikten kurtarmak

Ortaçağ terimini tekdüzelikten kurtarmak
Giriş Tarihi: 23.2.2022 13:42 Son Güncelleme: 23.2.2022 13:42
Asım Öz SAYI:87

Avrupa tarihinin Antik Çağ ile Yeni Çağ arasındaki zaman dilimini tanımlayan Ortaçağ terimi Türkiye'de siyasi içerik kazandığı için popüler yayınlarda ve nutuklarda pejoratif içeriğiyle kullanılır. Ortaçağ imgesi, gerçeğe tekabül etmekten uzaktı fakat söz konusu yanlış imajın kısmen de olsa düzelmesi sanıldığı kadar kolay gerçekleşmedi.

Genel hatlarıyla 1990'lı yıllardan itibaren Ortaçağ'ın negatif kullanımını sorgulamayı mümkün kılan hayli kitap ve makale yayımlandı. Bahsedilen çağın daima çeşitlilik ifade ettiği, dolayısıyla tek bir "Ortaçağ" olmadığı bilinci güçlendi. Böylece en azından okuryazarların bir kısmı durağan ve tekrarların olduğu ileri sürülen bir Ortaçağ anlayışından uzaklaşarak kendi iç gerçeğinin ortaya konmaya çalışıldığı, daha tarafsız ve mümkün mertebe ön yargılardan arınmış bir anlayışla Ortaçağ'a bakabildiler. Artık yarı karanlık, kimi belirsiz günahlarla yüklü bir geçmişin öznesine dönüştürülen Ortaçağ'ın tek bir kalıba dökülemeyecek derecede farklı yorumlarının bulunduğu biliniyor.

Ne var ki zihin alışkanlıklarını değiştirmeye yanaşmayan, kavrayış güçlerini geliştiremeyen aydınlanmacı ve seküler modernist çevrelerin özellikle İslam'la ilgili tartışmalara katılma biçimlerinde terimin olumsuz içerikli kullanımı bir türlü sekteye uğramadı. Müslümanlarla ilgili meselelerin günün sonunda dönüp dolaşıp insanları "Ortaçağ karanlığına" geri götürme ithamıyla neticelenmesi bu açıdan manidardır. "Ortaçağ'dan kalma fikirlerle aklı çelinenlere" dair kibirli anlatılar düpedüz yanlış ve hatalı bir hüküm olsa da hâlâ tesirli. Richard W. Southern'in Ortaçağ Avrupa'sında İslam Algısı (1962) kitabında yazdığı gibi "Tecrübe günümüzle ilgisiz değildir."

Ortaçağ kavrayışları ve kayıtsızlık

Birçok imgenin eşlik ettiği Ortaçağ kavrayışlarıyla ilgili bazı tespitlerde bulunup, kimi eski ve yeni soruları daha anlamlı bir biçimde gündeme taşımak için Roger Garaudy'nin irili ufaklı kitaplarına yayılan düşünceleri önemli bir fırsat sunar. Mevcut ve bilinen hâliyle dünyasallaşan Batı'nın bugünkü konumunu eleştirel bir cihetten tahlil etmenin yolu elbette Ortaçağ'ın nasıl anlamlandırıldığıyla bağlantılıdır. Bilhassa Ortaçağ İslam toplumlarının dini yaşamı başta olmak üzere barındırdığı farklılıkların zenginliğine dikkat çeken yeni yorumlar sadece tarihi değil düşünce alanını da derinden etkiler. Garaudy, günümüzde kimi ılımlı oryantalistlerin hiçbir durumda isabetli bulmadıkları Ortaçağ teriminin işaret ettiği tarihsel dönem üzerine peyderpey yazdıklarıyla Batılı tekdüze yorumları hayli erken tarihte ıskartaya çıkarmayı başarır.

Hiç şüphesiz Roger Garaudy, siyasi ve sosyal olanı birleştiren entelektüel yönüyle yaşadığı dönemin hem şahidi hem de aktörüdür. Bu boyutu tüm hayatında ve hayatının içinden şekillenen eserlerinde kendini duyurur, belki de önce buradan kendisine yaklaşmak gerekir. Yazdıklarının Batı kamuoyunda maruz kaldığı onca engellemeye rağmen – antisiyonizminin antisemitizmle damgalanması bunun temel sebebidir elbet- karşılaşmalarla, farklı ülke ve toplumlarda okunması, fikirlerinin pek çok dilde karşılık bulması bakımından evrenselleştiği bile ifade edilebilir.

Mesela Türkiye'de 1965'te yayımlanan ve bir klasik hâline gelmiş Sosyalizm ve İslâmiyet adlı risalesiyle kültürel alandaki tartışma ve müzakerelere genel bir referans noktası teşkil eder.

Garaudy'nin bu yıllardan itibaren peş peşe yayımlanan eserleri tekdüze dünyayı daha iyi anlayarak hareket etmeyi sağlamakla kalmaz; aynı zamanda İslam kültür mirası ve başkalarına karşı ahlaki sorumluluklarla ilgili güçlü bir farkındalık doğurur. Batılı büyüme modelinin hükümranlığına ve kayıtsızlığın yol açtığı anlamsızlığa karşı yeni bir Rönesans teklifi sunar zira.

Batı benmerkezciliğini sorgulamak

Roger Garaudy 1980'lerde Batı'nın İslam'ı "deccal" diye takdim eden Ortaçağ Avrupa'sına ait zihniyet ve din anlayışıyla, aydınlanma döneminin bilimci ve pozitivist safsatalarına son vermek gerektiğini belirten metinleriyle öne çıkar. Garaudy, Batı düşünce dünyasının Rönesans'tan itibaren yaratıcıdan uzaklaşmasını ve hümanist bir tutum benimsemesini eleştirir. Bu açıdan pozitivizm, bilimcilik, kapitalist kadercilik, kültürel darlık gibi meselelere dair eleştirilerin hız kazandığı 1980'lerden sonra Türkiye'deki düşünce hayatındaki etkisi, 1960'lı yıllarla kıyaslanamayacak ölçüde güçlüdür.

Komünizmin sınırlı bakış açısını aşan Roger Garaudy'nin kitaplarının dünyası olağanüstü derecede geniştir ve felsefenin en soyut sorunlarından tarihsel, siyasal ve toplumsal alanların son derece somut analizlerine kadar uzanır. Çok farklı meseleleri gündeme taşıyan kitaplarında alttan alta bir tezi dile getirdiği görülür: Ortaçağ özellikle İslam dünyası için karanlık bir sayfa değildir. İster Müslümanları Hristiyanlığa döndürmek ümidiyle Doğu'ya giden İspanyol Ramon Lulle ister Alan Alber le Grand isterse İngiliz Roger Bacon söz konusu olsun, Ortaçağ'ın büyük tabiat bilginlerinin tümü, Müslümanların çalışmalarına dayanırlar.

Garaudy'nin yapmaya çalıştığı İslam'ı bütün Ortaçağlar boyunca değişen manzaranın karşısına yerleştirmek ve onun uyandırdığı umutları gözler önüne sermektir. Dikkatle bakıldığında İslam ülkelerinin 9. ila 11. yüzyıllar arasında Ortaçağ Hristiyanlığının 14. yüzyıldan önce ürettiğinden çok daha fazla ve çok daha çeşitli ilmî eserler meydana getirdiği söylenebilir.

Garaudy, bilimlerin ve kültürün gelişmesine İslam medeniyetinin katkısını hatırlatma gerekçesini şöyle açıklar: "Ortaçağ'ı Grek ve Roma kültürü ile Rönesans'ta ortaya çıkan kültür arasında bir parantez (dünyanın hiçbir yerinde hiçbir fikir ve ilim yapılmadığı çağ) olarak gören Batı 'benmerkezciliği' (yani bilim ve fikirde her ne yapılmışsa Batı tarafından yapılmıştır iddiası) yüzünden derinlemesine saptırılmış bir bakış açısını köklü bir şekilde değiştirmenin şart olduğunu gözler önüne sermek…"

"Rönesans 13. yüzyıl İspanya'sında başladı"

Batılı üstünlük hissine karşı çıkan Roger Garaudy'nin İslam inanç ve kültürünün Endülüs'te ve Batı'da ışıl ışıl güneş gibi parlama sürecini anlatan Endülüs'te İslam Düşüncenin Başkenti Kurtuba kitabının sayfalarında zikrettiği dakik ve stratejik örnekler bir hususu sorgulamaya matuftur. O da yukarıda da ifade edildiği üzere Batılıların "Dünyada en iyi ne varsa, hepsi Batı'nın eseridir, o yüzden bütün dünya milletleri Batı medeniyetini kabul etmeli ve Batılılara benzemelidir!" tezine karşı çıkmaktır.

Garaudy'nin diğer bir önemli vurgusu da Avrupa'da ilk Rönesans'ın 16. yüzyıl İtalya'sında değil, tam aksine 13. yüzyıl İspanya'sında başladığıdır. Bununla beraber onun Endülüs'ün yanı sıra Ortaçağ, Rönesans ve Batı eleştirisi mercekli eserleri Türkiye'deki yerleşik akademik tekdüzeliğin gadrine uğradığı için "Ortaçağ aydınlığına" odaklanan süreli yayınlarca bile göz ardı edilmiştir.

Roger Garaudy, İslam'ı benimsemeden önce yazdığı Geleceğimizde İslam Var (1981) kitabında İslam'ı, düşünce ve kültür mirasını Batılı ön yargılarını kırarak güçlü bir biçimde gündeme taşır. Aynı zamanda ve her şeyden önce, kesitler hâlinde İslâm ve kültür tarihi hakkındaki bu çalışma yazarın, Batı'nın bir kaza olduğunu ortaya koyduğu temel eserlerinden İslam'ın Vadettikleri kitabının geniş kitlelere seslenecek biçimde yeniden şekillendirilmesinin hasılasıdır.

Garaudy'nin Ortaçağ'ı nasıl kavradığını anlamaya çalışırken hem kendi fikrî ve siyasi serüvenini hem de dünyada İslam tarihi ile ilgili incelemelerin genel gelişimini bilmek gerekmektedir. Genel bir değerlendirme yapıldığında Garaudy'nin Arap-İslam Medeniyetinin Tarihî Katkısı (1946) eserinden itibaren İslam dünyasının farklılığının Batılılara anlatılması için çaba sarf ettiği söylenebilir. Kendisinin Medeniyetler Diyaloğu (1977), İnsanlığın Medeniyet Destanı (1978), Yaşayanlara Çağrı (1979) gibi eserleri İslam'ın yayılışı yanında Müslüman toplumların kültür ve düşünce dünyası etrafında biçimlenir. Onun çalışmaları 1960'lardan itibaren Ortaçağ tarihi çalışmalarında dikkatin, Batı Avrupa dışındaki, özellikle Batı'nın gelişimine etki eden toplumlara yöneltilmesinin hayli önemli olduğu bir noktaya gelmesiyle birlikte düşünülebilir.

Araçlar ve hikmetin kaybı

Garaudy, Geleceğimizde İslam Var kitabında İslam ve Müslümanlar hakkındaki ön yargılara temas ederken Ortaçağ terimini dolayısıyla Batılı zihnin İslam imgelemini gündeme getirir: "İslam, yabancı diyarlarda kafasını dinlemeye tutkun romantik muhayyilenin o çok bayıldığı göçebe bedevi değil. Sırf bizim 'modern' bilimlerimize yol açmak için ortaya çıkmış Ortaçağ'ın o öncü ve itibarlı âlimi de değildir. Çünkü bu 'öncü ve itibarlı âlim'le bizim Batılılarca kastedilen şudur: Ortaçağ'da İslam dininin birdenbire şaşırtıcı bir parıltıyla kendini göstermesi, sadece ve sadece 'bizim' tarih öncemizden ibaret bir dönemdir."

Bunlar aynı zamanda Ortaçağ'ın daima, ileriye dönük ya da dönüşümü içerisinde taşıyan yanıyla uğraşan aydınlanmacılara da bir cevaptır. Hiç şüphesiz Garaudy, Seyyid Hüseyin Nasr'ın İslam ve Bilim adlı eserinden yaptığı alıntıda da görüldüğü üzere "modern" denilen bilimle İslamileşmiş kültürün şekillendirdiği bilim arasında araçlar ve hikmet noktainazarından esaslı bir farkın bulunduğunun farkındadır. Bu düşünceyi hemen tüm eserlerinde özellikle dile getirir.

Hayranlık uyandıran entelektüel sorgulamalar, hatalı çıkarımlara teşvik eden olumsuz çağrışımlı, belirsiz, karalayıcı, egzotikleştirici, tahakkümcü, sübjektif ve çağların gerçek niteliğini görmeyi engelleyen Ortaçağ teriminin İslam dünyası için kullanılmasının muhtemel risklerini çok net bir biçimde ortaya koyar. Buna rağmen tarihçilerin önemli bir kısmı yükseliş ve düşüşleriyle birlikte Ortaçağ'ı, İslam dünyası için altın çağ kabul etmekte mutabıktır.

Roger Garaudy ise modern zamanlarda belirginlik kazanan Avrupa merkezci dünya tasavvurunu sökmeyi, parçalarına ayırmayı ve başka medeniyetlere alan açan "yapısökümcü" bir strateji ile Batılılara "İslam olmasaydı, Sizler çok daha uzun süre Ortaçağ karanlığında kalırdınız!" mesajını vermeyi hedefler. Elbette onun Avrupa-merkezci saplantılarla hesaplaşmaya matuf bu iletisi başka açılardan ele alınabilir.

Bir başlangıç noktası olarak Garaudy

Mesela müphemlik ve çeşitlilik kaybına odaklanan şarkiyatçı Thomas Bauer'in Türkçeye kazandırılan Dünyanın Tekdüzeleşmesi (2021) yahut Neden İslam'ın Ortaçağ'ı Yoktu? (2021) kitaplarındaki derinlikli tezler üzerinden daha farklı bir şekilde müzakere edilebilir. İlkinde siyasi düşüncenin duygulanımla bağlantı kuran "yapısöküm tarzı" önemliyken, basiretin öne çıktığı ikincisinde terim tüm boyutlarıyla sorgulanır. Görülen o ki, birbirinden çok farklı doğrultuları bulunan her iki yaklaşımın, kendine özgü boyutlarıyla son kertede ise dile getirildikleri bağlam nazarı itibara alınarak anlaşılması daha doğru olacaktır.

Roger Garaudy'nin İslam'ın dünya-tarihsel rolüne dikkat çektiği Ortaçağ'a temas eden düşüncelerinin bir özelliği de tarihî bilgilerin yorumlanarak birtakım çıkarımlarla zenginleştirilmesidir. Bu açıdan şanlı bir mevtaya bir anıt mezar inşası değildir niyeti, bilakis Endülüs örneğinden hareketle Batı'nın ve sermayenin mutlak üstünlüğüne son verecek yeni bir hayat anlayışını tekdüze dünyaya taşımanın yollarını açmaktır. Belki de Garaudy düşüncesinin en anlamlı yanı, soru soran üslubudur.Günümüz şartlarında onun böylesi düşüncelerine kulak kesilmek Garaudy'den öğrenileceklerin bitmediğini gösterecektir. Çağın güncel tartışmalarına ışık tutacak tarzda anlama önde tutulursa, her durumda felsefi ve siyasi düşünme biçimiyle Garaudy'nin Ortaçağ terimi çerçevesindeki çıkarımlarını hakkıyla okumak, özellikle arayışını sürdürenler için dünyada ihtiyaç duyulanın mahiyetini düşünmenin başlangıç noktalarından biri olabilir.

BİZE ULAŞIN