A. Teyfur Erdoğdu: Ortaçağ çuvaldızı!

Ortaçağ çuvaldızı!
Giriş Tarihi: 18.2.2022 15:03 Son Güncelleme: 18.2.2022 15:03

Hakkında biyografi yazdığım kişi çok bilgili ve çok muktedir bir padişahtı. Hatta "Ortaçağ"ı kapattı! Ama tam olarak ne yaptığını bilemeden hayata gözlerini yumdu. Oğlu padişah da bilemedi, torunu padişah da bilemedi, torununun torunu olan padişah da... Bu padişahların dönemlerinde yaşayanlar da...

Bugünlerde yaşayan bizler de mağdur ve mahzunuz. Kaç yüzyıldır içinde yaşadığımız çağın bir adı bile yok! Tamam, bir sürü teklif var ama hiçbiri hala tutmadı. Ya da bir adı var da biz mi bilmiyoruz? Yoksa bizim eski yüzyıllara yaptığımız gibi sonradan gelenler de bize mi aynısını yapıp çağımızın adını koyacaklar? İyi de biz bunu hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz! Haksızlık değil mi bu? Cahil yaşamış, cahil gitmiş olmayacak mıyız?!

Daha içinde yaşadığımız çağın adını bilmiyorsak, cahil değil de neyiz, aciz değiliz de neyiz? Kendi çağımıza bir ad bile veremiyoruz. Yoksa insanlık hep böyle miydi? İşin doğası bu olmasın? İçinde yaşayanlar yaşadıkları çağı adını bilemezler mi? Bugün olduğu gibi eskiden de içinde yaşayanlar yaşadıkları çağlara isimler teklif ettiler. Ama bu teklifler hiçbir zaman yaygınlık kazanmadı.

Kendi çağına ait isimlendirmede durum buyken okuma-yazma oranının artışı ve matbaanın yaygınlaşmasıyla gazetecilerin, din adamlarının, hukukçuların ama özellikle tarihçilerin geçmiş zamana ait teklifleri daha çabuk yaygınlık kazanmaya başladı. Hatırlayın bizde de 1718-1730 yılları arası için tarihçi Ahmed Refik [Altınay] (1881-1937) Lale Devri ismini takmış ve isim tutmuştu. Yine 1300-1600 yılları arası hocam Halil İnalcık (1917-2016) Osmanlı Klasik Devri yakıştırmasını yapmış ve büyük oranda kabul görüşmüştü.

Ortaçağ ismi ne zaman meydana çıktı?

Hümanist Giovanni A. Bussi (1417-1475) 1469 yılında media tempestas (orta zamanlar) kavramını icat etti. 1604 yılına geldiğimizde de Latince "medium aevum" (Ortaçağ) kavramı ilk kez kayıtlara girdi. Bu zamana kadar ortaçağ diye bir kelime yoktu. Sonra bu kelimeyi bugünkü manasıyla çağları üçe bölerken (eski, orta, yeni) ilk kez tarihçi Christoph Cellarius (1638-1707) kullandı. Türkçeye de kelime önce "kurun-ı vusta" olarak çevrildi sonra sadeleştirmeyle Ortaçağ oldu. Kelime bu şekilde icat oldu.

17. yüzyılın sonundan itibaren de âlimler ve aydınlar Batı Roma İmparatorluğu'nun çöküşü olan İ.S. 476 ile Roma İmparatorluğu'nun tamamen tarihten silindiği 1453 arasında yaşayanların hangi çağda yaşadıklarını öğrendiler ve daha da aydınlandılar, başları göğe erdi. Ama kendilerininkini yaşarken bir türlü öğrenemediler. Onlarınkinin ismini de sonradan gelenler taktı: "Yakınçağ!" Ama bu isimlendirmelerin arkası bir türlü gelmedi. Yukarıda söylediğim gibi adsız kaldık!

Yakınçağ ismi bence çok manidar: Osmanlıcası "ahd-i karib." Ahmed Refik gibi bazı yazarlarsa "kurun-ı ahire" de (son çağ) dediler. Ön ekebakar mısınız! Yakın. Kime yakın? Bize. Biz kimiz? 19. yüzyılda yaşayan Osmanlılar! Bu isimlendirmeyi yapanların ne zaman yaşadığını kendi kendine söylüyor. İsimlendirilenlerse bize yakın dönemde yaşamış olanlar. Kelimenin ecnebi lisanlardaki muadilleri ise çok farklı, yakınlıkla ilgili ibareler yok: Örneğin Arapçada "tarih al-hads" (modern çağ). Fransızcada "époque contemporaine" (Yeniçağ da époque moderne). Azerice muasır "dövr." İngilizce "late modern period "(geç modern dönem).

"Kapayan kimse açan da o olmalıdır"

Biz yine Ortaçağ'a dönelim: Anlatıya göre Ortaçağ, Fatih Sultan Mehmed'in (1432-1481) Kostantiniye'yi almasıyla kapanıyor. Peki' Ortaçağ'ı kapatan Fatih Sultan Mehmed ise bu çağ yerine gelen Yeniçağ'ı açanın da o olması gelmez mi? Hayır. Anlatı diyor ki Sultan II. Mehmed Kostantiniye'yi İslam'a, Müslümanlara açarak orada yaşamakta olan aydınları ürküttü. Onlar da Avrupa'ya mecburen göç ettiler ve beraberlerinde götürdükleri bilgi ve görgüyle Yeniçağ'ı açtılar. Yani kapayan Sultan II. Mehmed, açan kaçkınlar!

Bizim tarihçilerin bu işe canları pek sıkıldı! "Eskiyi kapayan kimse yeniyi açan da o olmalıdır!" düz mantığıyla Sultan Mehmed'i "çağ açan, çağ kapayan" hükümdar olarak ilan ettiler. Bunu da o kadar sevdiler ki bugüne kadar bu hikâyeyi çocuklarımıza okutmaya karar verdiler.

Peki, bizim tarihçiler acaba tam olarak ne zaman Sultan II.Mehmed'in bu yaptığı işten yani Ortaçağ'ı kapattığından haberdar oldular? Hiç düşündük mü? Ecnebi elsineyi okumayı bilen bir iki münevverimiz ve tarihçimiz Ortaçağ'ı şu kavramla öğrendiler: "Moyen Âge" (Fransızca Ortaçağ demek). Sonra bu kavramı yukarıda söylediğim gibi "kurun-ı vusta" olarak çevirdiler. Bu çeviri tuttu ve o zaman herkes Sultan II. Mehmed'in aslında ne yaptığını öğrenmiş oldu:

"Aa, meğerse Roma İmparatorluğu'na son vererek ve Kostantiniye'yi İslam'a ve Müslümanlara açarak Ortaçağ'ı kapatan bizim meşhur padişahımız Sultan II. Mehmed'miş. Ne kadar güzel." dediler. Hemen Avrupamerkezci anlatıyı sahiplendiler ve onun güçlenmesine omuz verdiler. Bu tarihsel "hataya" ortak oldular ve şunu söylediler: "Madem Avrupalılar bu kadar önemli bir olayın failinin bizim padişahımız olduğunu itiraf ettiler, e bize de düşen bu hikâyeyi sonuna kadar sahiplenmektir." Mühim lakin Avrupalıların kabul etmediği bir ilave yaptılar: Sultan II. Mehmed sadece Kostantiniye'yi değil aynı zamanda Yeniçağ'ı da açtı, yani feth etti. Malum "feth" açmak demek.

Kime göre, neye göre?

Hangi anlatıyı alırsanız alın ikisinde de sadece II. Mehmed'in Kostantiniye'yi ele geçirerek yüzyıllardır var olan Roma İmparatorluğu'na son vermesi doğru. Gerisi tamamen hikâye. Sadece Kostantiniyeli kaçkınların "karanlık" Avrupa'yı aydınlatmasına hikâye demiyorum bir çağın kapanıp diğerinin açılması da hikâye, tamamen uydurma!

Çağlar, kapılar gibi açılıp kapanmazlar çünkü çağlar itibaridirler. Yani biz itibar ettiğimiz için ve itibar ettiğimiz müddetçe yaşamaya ve var olmaya devam ederler. Niye itibar ederiz? Anlaşmak, anlaşılmak, işlerimizi yürütmek, hallerimizi sınıflandırmak ve kargaşalığa düşmemek için. Konuşurken hangi zaman hakkında konuştuğumuzu bilmek, mevzu edindiğimiz zamanlarda yaşayan insan, cemiyet ve devletlerin hayatlarını bildiğimizi farz ederek onlar hakkında bilgi vermek ve fikir yürütmek için.

Ortaçağ isminde olduğu gibi verdiğimiz adlar isabetli, dakik ve zarif görünseler de aslında inanılmaz kabadırlar. Genellemecidirler. Bazen kahir ekseriyet olanları "istisna" sınıfına sokarlar! Bu genellemeler kördür! Hem keldir hem de fodul. Hem ukala! Hem de yalancı! Ürettikleri bu akıl almaz kalıpları aklımıza dayatmaya çalışırlar! Zihne hemen şu sual gelebilir: Çağlar için itibari varlık dedik de sanki yıllar, aylar, günler, saatler de itibari varlık değiller mi? Evet onlar da itibaridir. Ama önemli bir farkla: onlar dışsal bir gerçekliğe dayanırlar. Yani Güneş'e. Güneş'i görürüz, bir çentik atarız, bir kez daha görürüz bir çentik daha atarız: Etti iki gün...

Bu zaman birimleri (Güneş gibi) herkes için kabul edilebilir dışsal bir gerçekliğe dayanmaları halinde itibari de olsalar şaşmaz işlevsellikler kazanırlar. Ama iki sigara içimi gibi herkes için değişebilen bir dışsal gerçekliğe dayandıklarında işlevsellikleri herkes için geçerli olmaz! Bununla birlikte zaman ölçüsü olan salı günü, aralık ayı, 999 yılı, 18. yüzyıl gibi birimler için kötüdür, karanlıktır, iyidir, parlaktır gibi sıfatlar kullanmak saçmalığın dik alasıdır! Kime göre, neye göre?

Benzemezleri bir çağa sıkıştırmak

Çağ dediğimiz de işte tam olarak bunun gibidir! Hatta daha de beterdir: Çünkü nesnel bir zaman ölçüsü bile arz etmez. Nitekim İlkçağ dört bin beş yüz yıl, Ortaçağ bin yıl sürmüşken nedense Yakınçağ dört yüz yıl sürebilmiştir.

Çağlar için temel alınan ve herkes için aynı diye yutturulmaya çalışılan dışsal gerçeklik olarak iddia edilen kişisel hayatlar, cemiyetlerin ve devletlerin durumları herkes ve her coğrafya için aynı değildir. Bu yüzden çok kabadırlar. Ayrıntıya girdikçe, zoom yaptıkça farklılıklar dehşetli bir şekilde yüzümüze çarpmaktadırlar.

Aslında bugün ve dün, şuurlu tarihçilerin ve filozofların bildiği gibi insanlara çağlar ve ayrımları hiçbir şey anlatmaz. Sadece Avrupa'da bile Ortaçağ tasnifinin içine sokuşturduğumuz birimler birbirinden tamamen farklıdırlar. Ortaçağ'ın içine aldığımız yılların sayısı o kadar çoktur ki bu yılların elle tutulur, mütecanis ve istikrarlı karakteristik vasfı mevcut değildir. Yılların sayısını azaltsak bile tutarlı ve herkes için geçerli verilere yine de ulaşılamamaktadır. Haydi, bunu bir tarafa bıraktık diyelim, kaba gitsek bile, bazı yüzyılların ve coğrafyaların o sınıfın içinde olmaları mümkün değildir. Böyle tasnifler köy ilkokullarına benzerler: Birbirine hiç benzemeyen çocuklar okuldaki tek bir sınıfa doldurulur ve olur sana tek bir sınıf.

Daha vahimi Ortaçağ'da birbirine hiç benzemeyen birimleri bir sınıfa tıkıştırmak yetmezmiş gibi diğer kıtalardaki memaliki, düveli, insanları ve cemiyetleri de (yani kültürleri) bu sınıfın içine sıkıştırırız. Çinlisi, Hindlisi, Türkü, Arabı, Afrikalısı, Kızılderilisi; bir de bakarsın hepsi aynı sınıfta.

Avrupamerkezci yazım ve anlatım

Çağ bir kavramdır. Büyük konuşacağım biliyorum ama her kavram gibi bu kavram da temsil kabiliyeti itibariyle sınırlıdır. Ama özellikle bu çağ kavramının temsil kabiliyeti neredeyse sıfırdır. Hiçbir ehemmiyeti yoktur.

Daha da beteri çağlara sıfatlar ve vasıflar da eklenir: Karanlık, vahşi, aydınlık, medeni ila ahir… Mesela geçmiş bir zaman ve bir coğrafyada kölelik veya beden üzerine yapılan işkencelerin yapıldığı verilerine ulaşan ukala eski zaman tarihçisi yapıştırır o döneme karanlık ismini ve diğer coğrafyalardaki farklı durumları hiç nazar-ı dikkate almadan ve önemsemeden genellemeye gider! O yüzyılları bir çağın içine tıkıştırır, yaftalar. Ad koyar! İşte yapılmış olan bu: "Karanlık Ortaçağ. Şu şu dönemler arasında bütün dünyada yaşandı, bitti." Pandemi gibi bir şey, mübarek sanki.

-"Güney Amerika'da var mıydı?"
-"Bizi ilgilendirmiyor! Avrupa'ya yakın bile değil. Ne soruyorsun? Hayretengiz, birisin! Ayrıca daha o zamanlar Amerika keşfedilmemişti bile."
-"E ama insan vardı oralarda!"
-"Olsun onlar vahşi! Hristiyan bile değiller ki onlara insan diyelim..."
-"Peki' Selçuklu, Çin, Hind?"
-"Biz bizim geçmişimize bakar, ad koyarız; kitaplar, makaleler, risaleler kaleme alır, üstüne bir de bunları ansiklopedilere bunları geçirir (Diderot, D'Alembert, Voltaire) üstlerine kilit vururuz. Başkalarını da bu kavramlar içinde ele alırız, o kadar da hassasiyet gösteremeyiz. İstesek de onların barbar lisanlarının hepsini bilemeyiz. Neticede dünyanın merkezinde biz durmuyor muyuz?"

Avrupamerkezci yazım ve anlatım kısaca budur. Peki, onlar yazdı da sen neden aldın? Çevirip neden sahiplendin? Bu meseleleri eleştirmek bugünlere mi kalmalıydı?

Çuvaldızı kendimize batıralım!

* Yıldız Teknik Üniversitesi, Tarih Felsefecisi.

BİZE ULAŞIN