Uğur Tanyeli: ''Hepimiz Doğan Kuban'ın Paltosundan Çıktık''

Hepimiz Doğan Kubanın Paltosundan Çıktık
Giriş Tarihi: 2.12.2021 17:01 Son Güncelleme: 7.12.2021 09:44
Mimari kentin güzelliği ve sağlığından sorumludur. Mimarlık kentin yaratılması ve bakımını üstlenir; bütün kent öğelerinin seçimi, dağılımı mimarlığın işidir. Onların iyi seçilmiş oranları, bir kenti ahenkli ve uzun ömürlü yapar. Mimarlık her şeyin anahtarıdır.

Türk mimarlık tarihi söz konusu olduğunda ilk akla ge len isim şüphesiz Doğan Kuban'dır. Akademik çalışmaları ile mimarlık tarihimizde bir dönüm noktası teşkil eden Kuban, aynı zamanda kültür eleştirmenliği görevini de üstlenmişti. Mimar olsun veya olmasın hemen herkesin söylediklerine kulak vermesi kaçınılmazdı. Düşünce ve tespitleriyle mimari dışında da birçok alanı ve entelektüeli etkileyen Kuban, 95 yıllık ömrüne onlarca kitap, yüzlerce makale sığdırdı ve binlerce talebe yetiştirdi. Öğrencisi, çalışma arkadaşı ve meslektaşı Prof. Dr. Uğur Tanyeli ile Doğan Kuban'ın kültür hayatımız açısından mahiyetini, yıllara uzanan "bir sevgi-nefret ilişkisi" olarak tarif ettiği bağlarını, mimarlık tarihimize katkılarını konuştuk.

Doğan Kuban ile tanışmanızdan başlayalım. Yollarınız nasıl kesişti ve nasıl devam etti?

1982 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde Mimarlık Tarihi kürsüsünde araştırma görevlisi olduğumda tanıştık. O yıldan sonra 9 yıl boyunca aynı kürsüde bulunduk. Tabii öncesinde de Doğan Bey'i tanımamak mümkün değildi çünkü her zaman Türkiye gündeminde yer tutan bir isimdi. Ancak 1982 yılında tanışıklığımızdan başlayarak yollarımız sık sık kesişti. Kişisel ve akademik ilişkilerimiz ayrı ayrı kayda değerdi. Bir kere epey gerilimli bir ilişkimiz olmuştu dersem yanlış olmaz. Kişilik olarak Doğan Bey epey sağlam bir tartışmacıydı. Hemen her konuyu neredeyse canla başla tartışırdı. Çoğu zaman da sizin ortaya koyduğunuz argümanlara muhalefetle yaklaşmak gibi bir huyu vardı. Söz gelimi benim argümanlarıma hiçbir zaman katıldığını hatırlamıyorum. Ne zaman Doğan Bey ile konuşsak mutlaka edecek bir itiraz bulurdu. Ben de bulurdum ya... Doğan Bey hem doktora hem de doçentlik jüri üyeliğimde bulundu, sonrasında yine bir atama dosyamı da kendisi hazırlamıştı. Bu sebeple akademik anlamda da yolum sık sık kesişti. Hatta doçentlikte epey talihsiz bir karşılaşmam oldu. İlginç bir anımdır: Mimar Sinan ile ilgili bir çalışma yapmıştım, o çalışma bugün çok kapsamlı bir hale geldi ve yayınlandı. Çalışmanın ilk versiyonunu doçentlik jürisinde sunmuştum; o zaman Doğan Bey'in yıkıcı bir eleştirisi olmuştu ve hatta burada söylediklerini benden intihal etmişsin demek suretiyle hayatımda karşılaştığım en gaddar eleştirilerden birini yaptı. Daha ilginç olanı ise Doğan Bey sonradan bu fikrini değiştirdi.

Erken dönemdeki bu karşılaşmalarımız başkasının başına gelse hayatını kaydıracak kadar yıkıcıydı. İntihal yapmamıştım tabii onu söyleyeyim; kitap bugün 530 sayfa olarak yayınlandığı için herkes bakabilir. Ancak döneminde böyle gerilimli bir ilişkimiz oldu.

Şöyle söyleyeyim: Siz biraz iddialıysanız, sizi sizin kendi iddialılığınızdan daha sert bir şekilde epey hırpalamak gibi bir huyu vardı. Çok açık söyleyeyim, böyle bir eleştiri benim için şaşırtıcı derecede aydınlatıcı olmuştur. Yanlış bir izlenim doğmasın, eleştirilerinin hiçbirisine katılmadım. Onun için bir sevgi-nefret ilişkisi içinde yaşadık dersem yanlış olmaz. 90 yaşındayken bile bahsettiğim gibi sert bir konuşma yaptığımızı hatırlıyorum.

Sizce Doğan Kuban'ın diğer mimarlardan ayrılan en büyük özelliği neydi?

Türkiye'de akademik sistemin içinde hiyerarşiler çok önemlidir. Dolayısıyla kiminle konuşursanız konuşun, sizden rütbesi yüksek olanlar, size bir tür iktidar uygularlar. Doğan Bey böyle değildi. Her dönemde, her akademik aşamada eşitlikçi konuşma yapabilme yeteneği vardı. Sizinle konuşurken asla kendisinin profesör veya Doğan Kuban olması, diyelim ki sizin araştırma görevlisi olmanız gündeme gelmezdi. Argümanınız üzerine konuşurdu. Argümana insafsız olabilirdi, ama bir gün bile "ben profesörüm biliyorum" gibi argümanlar kullandığını görmedim. Türkiye akademisi için çok kayda değer ve saygı değer bir davranıştır.

Doğan Bey ile olan diyaloğun içinde asıl önemlisi akademik diyalogdu. Akademik diyalogda da şöyle ifade edeyim, onun söylediği her şey tartışmaya değer niteliktedir. Her akademisyenin yazdığı tartışmaya değer nitelikte değildir. Onun söylediği her argüman benim yazılarımda bir biçimde tartışma konusu yapılmıştır. Tabii bunun da benim görüşlerimi geliştirme bağlamında çok yararlı olduğunu söyleyebilirim. Dolayısıyla, Doğan Bey'i tekrarlayarak bir şey öğrendim demekten çok, onu eleştirerek bir şeyler öğrendim demek gerekir. Bu durum bence benzersiz bir akademisyen becerisidir. Bu açıdan Doğan Bey'e büyük bir borçluluk duyduğu söyleyebilirim. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'ndeyken sizden yukarıdakilerle hiçbir şeyi tartışmanın imkânı yoktu. İTÜ'ye geçtiğimde ise Doğan Bey'in yanında dinamik bir ilişkinin içinde bulundum. Orada da enderdi.

Kuban, bir mimar olmasının yanı sıra mimarlık tarihi alanındaki araştırmalarıyla da oldukça önemli çalışmalar kaleme aldı. Siz Kuban'ın mimarlık tarihine ve kültürümüze yaptığı katkıları nasıl değerlendirirsiniz?

Mimarlık tarihine yaptığı katkıyı şöyle özetleyeyim: Türkiye mimarlık tarihi Doğan Bey'den önce ve sonra olmak üzere ikiye ayrılmak zorunda. Doğan Bey'in önemi bu kadar büyük… Yani kendisine kadar -kabaca bunu 1950'lerin sonu gibi değerlendireyim- o zamana kadar Türkiye'de mimarlık tarihi büyük ölçüde Türkiye'deki ulus inşaatı süreçlerinin bir parçasıydı. Doğan Bey ilk kez bunu gerçek bir mimarlık tarihine, özellikle arkitektonik analiz diyebileceğimiz alana çekti. Hepsinden önemlisi de ulus inşaatı meselelerini en azından mimarlık tarihi alanında büyük ölçüde ikinci plana düşürdü. Mimarlık tarihi açısından dönüm noktası olmasını şöyle ifade edeyim: Dostoyevski'nin "Hepimiz Gogol'un paltosunun altından çıktık" sözündeki gibi benim kuşağımdaki mimarlık tarihçileri de Doğan Bey'in paltosunun altından çıktılar; ben dâhil.

Doğan Kuban İslam, Türk-İslam veya İslam mimarisi kavramlardan hangisini merkeze alıyor, Batı ile şehircilik farkını nasıl yorumluyordu?

Bir kere İslam mimarlığı kavramına her zaman eleştirel yaklaşmıştır. İslam mimarlığı kavramı büyük ölçüde oryantalist Avrupa-ABD bağlamında üretilmiş bir kavramdır. Abartılı bir basitlikle bütün İslam ülkelerini aynı akademik paketin içerisine doldurmak şeklinde düşünülebilir. Doğan Bey, buna karşıydı: Böylesine genelleyici, sadece dinsel inanç bağlamında tanımlanmış bir mimarlık kavrayışı onun için problemliydi. Gerçekten de dünyanın başka hiçbir yeri için din merkezli mimarlık tahayyülü zaman zaman bile olsa gündeme gelmez. Bu tartışma Kuban'ın erken dönemdeki ciddi eleştirileri sayesinde akademik anlamını en azından burada yitirdi. Türkiye'ye özgü bir mimarlık tarihi kavrayışı üretmeye çalıştı. Özellikle uzun bir süre, söz gelimi Anadolu-Türk mimarisi terimini kullanmayı tercih etti. İslam mimarlığının bir bölümü olarak ele almadı. Diğer taraftan Türk dönemi üzerinde başka etnodinsel geleneklerin rolünü ilk kez açık açık vurguyan kişi muhtemelen Doğan Bey'di.

Kuban'a göre bir şehir nasıl olmalı? Bu konudaki genel tasavvuru nasıldı?

Doğan Bey'in kent tasavvurunu ikiye ayırarak düşünmek gerekiyor. Birisi geleneksel Osmanlı- Türkiye kentinin değişimini bir tarih konusu olarak ele alması. Öte yandan, kent meselesini aynı zamanda güncel Türkiye'deki kentleşme problemleri üzerine de uzun bir aralıkta, epey ciddi denebilecek eleştirel bir pozisyon inşa ederek tartıştı. Birinci kısımda bir öncü olduğunu söyleyebilirim, yani Türklerin bu coğrafyadaki kentsel tarihini akademik ciddiyetle yazdı. Ancak kent kavrayışının bugünkü durumuna ilişkin ürettikleri ki bunlar geç tarihlidir, hatırladığım kadarıyla emekli olduğu dönemde başladı dersem yanlış olmaz. Bahsettiğim bu bakış açısı ise kötümser bir bakış açısıydı. Bugünkü Türkiye'deki kentsel değişim süreçlerine asla olağan süreçler gibi bakmadı. Tam tersine sürekli arıza yaşanıyor gibi baktı. Dolayısıyla kentleşme olgusuna dair "İstanbul köylüleşiyor" gibi konuştu. Bu bakış açısı benim açımdan çok problemli. İstanbul'a gelenlerin köylüleştikleri yok; onlar İstanbul'un sakinleri haline geldiler. Böylesine bir hiyerarşik ve sınıfsal denebilecek bakış açısı bugün artık çok problemli. Popüler kültürde hiç kuşkusuz hala bu durum söz konusu, ama bugün akademik sistemde o burnu büyüklüğü çok aştığımızı düşünüyorum. Ne var ki, kentin değişimine dair olan bu kötümser bakışı bence çok etkili oldu.

Kuban, eserleri ve anlattıkları ile kültür hayatımıza nasıl bir katkıda bulundu?

Doğan Bey aynı zamanda bir kültürel eleştirmendi. Hatta bazı zamanlar modernite eleştirmeni olarak da nitelendirebilirdi. Ancak hiçbir zaman modernite eleştirisi yapıyorum şeklinde bir ifadesi olmadı. Fakat yaptığı iş açısından böyleydi. Söz gelimi gazete yazıları yazdı, bu tanınırlığında önemli rol oynadı. Mimar olanlar dışında, mimar olmayanlar açısından da yaygın olarak okunurluk desteği aldı.

95 yıllık ömrüne 25 civarı eser sığdırdı. Çalışma azmi ve disiplini hakkında neler söylersiniz?

Her yerde çalışabilen birisiydi. Vapurla evine gidip gelirken küçük bir makale yazabilirdi. Kolay yazabilmek gibi bir rahatlığı vardı. Sanıyorum bu onun zihin açıklığıyla alakalı. Doğan Bey, sadece akademisyen değildi, popüler bir kişilikti ve onu neredeyse herkes bilirdi. Ancak Doğan Bey'in gazete yazılarındaki yaklaşımın önemli bir bölümünün eskimiş yaklaşımlar olduğunu düşünüyorum. Ve en önemlisi kendi geçmişinde hiç söz konusu olmayan bir tür sınıfsal ayrımcılık izi okumuşumdur onda. Mesela Türkiye'nin metropolü İstanbul'un köy olduğunu söyledi. Sorunsalı böyle tanımlaması sayesinde o tür argümanları Türkiye'de epey bir destek buldu, çünkü böyle bir toplumsal arka plan vardı. Türkiye'deki kentsel değişim süreçlerini böylesine yoğun bir eleştiriye tabi tuttu. Eleştiriyi de köyden gelen köylülerin burayı dönüştürdüğü ve bozduğu biçimindeki argümanı kullanarak yaptı. Bu zaten çok yaygındı ülkede.

Yıkarak Yapmak isimli kitabınızdan ve anlattıklarınızdan yola çıkarak sizinle neredeyse tamamen zıt düşüncelere sahip olduğunu ve buna rağmen size çok katkıda bulunmuş olduğunu sanıyorum.

Görüşlerimin önemli bir bölümünde Doğan Bey'in argümanlarıyla bir anlamda mücadele ettim. Mücadele ettim dediğim zaman, ondan ters bir biçimde çok yararlandım. Yıkarak Yapmak kitabımda anlattıklarımla gerçekten de Doğan Bey'in argümanlarının zerre kadar alakası yok. Akademik olarak bunlar onu değersizleştirmiyor ve hatta Doğan Bey olmasaydı ben olmazdım. Benim sadece bir tek doktora dersinde hocam oldu, bir kere dersime girdi, fakat bütün öğretim hayatımda ve sonrasında hep ondan yararlandım. Diyorum ya, biz hepimiz Doğan Kuban'ın paltosunun altından çıktık.

BİZE ULAŞIN