Bu sorusu kendisini orada parçalayıp parçalarını sokağı ev edinmiş evsiz köpeklere dağıtmak için yeterli sebep sayılabilirdi ama eşim daha teknik yaklaştı meseleye ve sordu:
"Bunlar organik mi?"
Genç arkadaş gerçekten ölümüne susamış olmalıydı ki, "Teyze" faulü yetmezmiş gibi şu cevabı verdi:
"Kekiğin mekaniği de olabilir mi?"
Delikanlının encamını hikâye etmeyeceğim. Ömrünü, bilime ve yapay gübre kullanılmadan yetiştirilen meyve, sebze ve otlara adamış bir kişiye edilmesi mümkün ama asla tavsiye edilmeyecek olan son lafı eden bu arkadaş, eminim o günden beri anti-organik bir düşünceyi bile bırakın diline dolamayı, aklından bile geçirmemiştir. Hani okullarımızın 14 haft ada verdikleri dersleri üç haft alık yaz okullarında verdikleri "hızlandırılmış eğitim" denen bir şey var ya, bu genç aktar çırağı, tarım fakültelerinde okutulan organik tarım derslerinin tümünü, 20 dakika içinde öğrenme fırsatını elde ettiğine seviniyor olmalı o günden beri. Ama bana sorarsanız, o akşam önlüğünü çıkartıp patrona verip "Ağabey, ben artık ailemle ve derslerimle daha yakından uğraşmak istiyorum" diyerek hesabını kestirmiş olmalı çünkü kendisini bir daha o dükkânda da semtin başka bir yerinde de görmedim.
Çok da üzülmedim çünkü kendi kendisini yaktı ve adeta süründü "Beni yak teyze" diyerek. O boşboğazlığının cezasını çekti ama beni de o günden beri çözemediğim bir sorunla baş başa bıraktı:
Organiğin tersi nedir? Yani bir şey (ki bu şey bu dergiyi okuyup bitirdiğinizde öğreneceğiniz üzere ottan mobilyaya, duvar boyasından dudak ve göz boyasına, kâğıttan alış-veriş torbasına kadar her şey olabilir; toprağın bile organiği var) organik değilse nedir?
İngilizce bilenlerin atıldığını duyuyorum:
"Inorganik'tir..."
Fransızca bilenler, "inorganique" diyemezler çünkü "organik" anlamındaki kelime "organique" olmayıp "biologique" olduğundan dolayı, "Biologique olmayan nedir" sorusu onlar için de varit.
İnternette "non biologique" diye arama yapın, size burada sunduğum türden sorulara cevap arayan (ama bulamayan) tonla site bulacaksınız.
Meseleyi basit bir sözlük oyununa indirgemeyelim lütfen. Sözlük yazarları yahut dünyaya daima leksikografi (sözlük bilimi) penceresinden bakanlar elbette gereğinde bir kelime icat ederek veya mevcut bir kelimeye biraz anlam kaydırarak, bir çare bulabilirler ma bu bizim elimizdeki sorunun hâl çaresi olmaz.
Organik tava mı olur?
Bizim aktar çırağı gibi sorunu organik-mekanik düzleminde ele alabiliriz. Bir toprak organik değilse, söz gelimi deniz kumunu ıslatıp kurutup, ısıtıp soğutup, toprağa çevirmek suretiyle elde edildiyse, muhtemelen bu ürüne "mekanik toprak" denebilir. Peki, klasik yöntemle değil de Çinli bilim insanlarının (nedense bu acayip şeyleri daima Çinli bilim insanları yapar) yaptığı gibi çöl kumuna bitki selülozu karıştırıp su, hava ve bitkiye yarayacak besinleri tutma özelliği kazandırılarak elde edilmiş, çakma toprak ise? (Çinliler yaptığına göre illa çakma olacak tabii)
İçindeki yiyeceklere yapışmayan tavaları kazara ocakta unutup da yakarsanız, ortaya çıkan kokuyu hatırlıyor musunuz? Hatırlamasanız da bilmeniz gerekiyor ki, yapışmamayı sağlayan kimyasal maddeler, normal ısındığında da ortaya bir gaz salıyorlarmış ve bu gaz gidip ciğerimize yapışıyormuş. Ve tabii bu uyarının arkasından gelen şu ticari cümle: "Hanımlar, bilmem ne marka tavalarımız tamamen tehlikesizdir ve içinde pişirdiğiniz yiyecek kadar organiktir!"
Dolayısıyla bir taraft an evde ne kadar yapışmayan ama gaz çıkartan tava-tencere varsa hepsini çöpe atıp yeniden özel çelik, seramik, dökme demir tavalara tencerelere dönerken bir taraft an size bu binlerce liralık masrafı açan tavalara ne demek gerektiğini düşünüyorsunuz: Bu şeyler organik olmadığına göre neydi? Metalik? Hayır, metallerinde sorun yoktu; sorun yapışmamayı sağlayan kaplamadaki kimyasal maddelerdeydi. O halde kimyasal? Eski deyimiyle kimyevi?
Mısırın kendisinin organik olmaolmama, genetiği ile oynanmış olma-olmama gibi sorunları var ama mikro-fırında mısır patlağı yapmak için aldığımız kâğıt torbalardaki sorun daha büyük. Bu torbalarda yanmayı önleyen perfl urooctanik asit varmış ve bu şey, karsinojen imiş. Yani kanser yapıyor. Kanser yapamazsa, bağışıklık sistemini zayıfl atıyor; sinir sistemini hırpalıyor, hatta cinsel sistemleri zayıfl atıyor.
Yine aynı soru: Bu pis madde ile kaplanmamış kâğıt organik mi? Kâğıdın elde edildiği ağaç kimyasal gübrelerle büyütülmemişse ondan elde edilen selüloz temiz, o selülozdan yapılan kâğıt da organik sayılacak mı? Bu soru geçerli çünkü ağaçtan kâğıt elde edilmesi kadar mekanik bir şey olamaz dünyada!
Bitmedi! Ev ve ofis temizliğinde kullandığımız maddeler. Hepsi kimyasal madde... Hepsinin elde edilmesi kimyasal yöntemlere dayanıyor ama içinde şu ya da bu madde yoksa organik sayılıyor. Şu ya da bu maddenin zararı da mısır patlağı kâğıdı ile aynı ama sadece erkekleri etkiliyor. Koronun erkekler bölümünden "Oh beee. Ev işine elimi sürmem Allah'tan!)
Ve hani şu genç plaza çalışanlarının elinde daha çok gördüğümüz su kapları yok mu? Evet, o statü sembolü şeyler! Endokrin sistemi katilleri! Üstelik bu şişelerdeki BPA (Bisphenol A) maddesi, erkek-kadın ayırt etmiyor. Bir madde eksiğiyle bildiğin plastik, organik oluveriyorsa, bu maddenin varlığı o şişeyi ne yapıyor?
Daha vurucu darbe geliyor… Bildiğimiz süt. Dişi hayvanlardan elde edilmiyor mu? İneklerimizin hepsi dişi... Çünkü ineklerimiz dişi olmaz iseler boğa oluyorlar ve o zaman da süt veremiyorlar. Ama bu dişi hayvanlarımız daha çok süt versinler diye deli gibi östrojen hormonuna tabi tutuluyorlar ve doğal olarak sütlerinde östrojen seviyesi çok yüksek oluyor ki modern insanların bünyesinde belirlenen gereksiz östrojen seviyelerinin sebebi işte bu sütler. Alın sütteki rBST veya rBGH hormonunu; süt anında organik oluyor. Peki bu hormonun alınmadığı süt, ne?
Burada isimlendirme sorunundan daha derin sorunumuz var. Kimileri rBGH hormonunun sütten tamamen temizlenemediğini bunun da kadınlarda göğüs kanserine sebep olduğunu söylüyor. Yani iyi olanı hiç hormon verilmeyen ineklerin sütü! Ama hormon vermezseniz inekler çok süt vermiyor. Hormonsuz süt organik... Peki hormonlu süt ne?
Uçağı da yiyecek değiliz ya!
Eskiden (yani 10 yıl önce!) hepimizin aşina olduğu yün yatakların yerini alan ve adına "matris" dediğimiz yatakların, imalatında kullanılan pamuk ve diğer elyaflar organik bile olsa yanmasını önlemek için, içi-dışı yanmaz bir madde ile muamele edildiğinden dolayı organik sayılma özelliğini kaybettiği yazılıyor. "Bir yatak neden yansın?" sorusuna cevap aramanın gereksizliğinin farkındayım. Çoğumuz, yatağın içinde mangal yapmayı, kamp ateşi yakmayı, yorganın altında kaybolan çoraplarımızı çakmak çakarak aramayı severiz. Tabii bu sırada talihsiz durumlar olabilir; yatak da yanabilir! Bunları yapmasak bile yatakta sigara içmiş ve uyuyakalmış olabiliriz! (İşte size sigaranın bir zararı daha!) Böyle istenmeyen yangınlara sebebiyet vermemek için yatağın yanmaz hale getirilmesi gerekiyor ve içindeki bütün maddelere "polibromlu difenil eter" emdiriliyor. Ve elbette bu PBDE'ler, kanser yapıcı maddeler! Sadece yataklar değil, yorganlar da öyle. Sadece yatak-yorgan değil, şu yazıyı yazmakta olduğum bilgisayar ve bilgisayarla birlikte içinde yer aldığım uçak da öyle... Başka bir deyişle uzmanların yanmasından korktuğu her şey, alet-edevat, araç-gereç PBDE içeriyor. Bu alet-edevatın çoğu zaten organik değil; olması da gerekmiyor. Sonuçta uçağı yiyecek veya giyecek değiliz! Ama öyle demeyin çünkü çok sık uçakla yolculuk yapanların vücudunda daha az uçağa binenlere oranla çok yüksek oranda bu madde bulunuyor! Aynı şey yatak-yorgan için söz konusu. Yatağı da yemiyoruz ama çoğu insan yatak-yorgan alırken, organik olmasını istiyor.
Sanırım bu organik yatak-yorgan meselesi bize organik olmayan şeyin nasıl niteleneceği sorusunun cevabına da getiriyor: Bir şeyin zıddı, bazen niteliği ile değil, işlevi ile belirlenmelidir. Aktar kardeşime verilmesi gereken cevap da belki de bu. Kekiğin mekaniği, fabrikasyonu olmaz ama eğer kekik veya başka bir şey, yenilen-yenilmeyen, giyilengiyilmeyen herhangi bir şey, organik değilse zararlıdır büyük olasılıkla. Kekik dedik oradan devam edelim. Kalın yapraklı, yapraklarına yağ ve su depo eden bitkiler, sularken verilen kimyasal maddeleri alıp götürüp yapraklarına depo ediyorlar ve cacığın üzerine serptiğiniz kekiği kaşıklarken, kaşık-kaşık sentetik kimyasal madde yiyoruz. Çilek, ahududu ve gülgillerden diğer meyveler, üzüm, kavun-karpuz, kendisine verilen gübredeki kimyasal maddeyi alıyor ve öylece bize aktarıyor. Kendisi hâlâ bitki! Dolayısıyla mekanik değil ama içine depoladığı nektar, kimyasal! Ve bu "kimya" nerede ise 100 olaydan 100'ünde, insana yarar değil, zarar veren bir şey.
Organik değilse illa zararlıdır demek de ne kadar doğru? Öyle hudayinabit şeyler vardır ki, bırakın zararlısı, gübrenin hiçbir türlüsünü görmemiştir hayatta. Su diye tanıdığı tek şey, gökten inen yağmurdur; köklerinin toprağın derinliğinden getirdiğinden ibarettir. Her şeyi Allah bitirir yerden ama insan elinin vesile olmadığı bu türe, atalarımız kimsenin ekmediği bitkilere, "Hüda'nın bitirdiği" adını boşuna vermemişler. (Hüda, Farsça; nabit, nebat, nbt kökünden Arapça.) Peki bu organik midir? İşin içine Hüda'dan başkasının karışmadığı garanti ise elbette organiktir. Peki, bu bitkinin köklerin altından temiz su yerine, komşu gübre fabrikasının yeraltı sularına karışan atıkları ile kirlenmiş su alıyorsa?
Kaldı ki dağda-bayırda bulduğumuz organik bitkilerle kaç kişiyi mutlu edebiliriz ki? Çağımız, kitle tüketim çağı! Bir tutam kekik kurusu ile ticaret olmuyor; sonuçta insan Sığacık pazarından İzmir'e süpeeeermarketin rafl arına koşuyor.
Gelelim şu uçağın koltukları ile evdeki yatak-yorgana. Bu zavallıları alev alan yapay elyafl ardan yapacağımıza insana zararlı o kimyasallara batırıp-çıkartacağımıza, yanması zor bir şeyden, mesela yünden yapmayı düşünsek olmaz mı?
İnsan inanamıyor yünün polyester gibi yanıcı olmadığına. Değil mi?