Ayşe Şahinboy Doğan
Kulis Tiyatrı Dergisi Yayın Yönetmeni
Sahne
Sahne, sonsuz bir anlatım gücünü ifade eder benim için. İster dekor olsun, ister bomboş, tek bir kişiyle yahut kalabalıklarla insanın derdini anlatabileceği geniş bir alan ve sadece size ayrılmış bir köşedir sahne. Orası tamamen sizindir. İnsanların sizden bir şeyler dinlemeye, sizi izlemeye geldiği yer. Bu, bana göre çok büyük bir hazine. İnsanın bir şeyler anlatmaya başladığı her alan sahne aslında. Neyi anlatmak istiyorsak, derdimiz neyse hepsini, her şeyi insanlara aktarabileceğimiz alanların hepsi birer sahne. Yaratılmış kullar olarak bizler çevremizdekilere bir şeyler anlatıyoruz durmadan. Hayatta farklı görevlerimiz, farklı karakterlerimiz, kurmamız gereken cümleler, yaşadığımız bir hayat var ve son olarak da perde, yani ölüm var. Eğer iyi bir oyun oynar, kaliteli bir gösteri sunarsan insanlar alkışlar, takdir eder, tekrar izlemek ister. Kalitesiz, basit bir oyun sunduğunda ise sırtlarını dönüp giderler; alkış dahi alamazsın. Bu anlamda hayatı sahnede sergilenen bir tiyatro oyununa benzetiyorum. İnsan var oldukça sahneden anlatmaya devam edecektir.
Beni en çok üzen şey ise sahnenin sınırsız anlatım gücünden son derece zengin şekilde yararlanabilecek milletlerden biri olmamıza rağmen kendi kültürümüzde bundan doğru yararlanamıyor olmamız. Anlatabileceğimiz çok fazla hikâyemiz var fakat biz sahneyi sadece belli bir alandan ibaret ve belirli bir gruba ait görüyoruz. Coğrafyamızda yaşadığımız bütün olayları, bir platformun üzerine çıkarak sadece en uygun sözler ve nitelikli bir oyunla sahnelemeniz ve o görsel şölenle insanları etkilemeniz mümkün. Sahnenin böyle bir büyüleyiciliği var.
Çevremize, komşumuza, memleketlimize güzel bakmamız için sahneleri doğru kullanmamız gerekiyor. Kapitalizmin ısrarla tüketmeye teşvik ettiği, dünyanın "modernleşme " adı altında değerlerinden uzaklaştığı bu dünyada bizim de geçmişimizi, birlikteliğimizi, zengin kültürel hikâyelerimizi sahnede daha çok izlemeye ihtiyacımız var.
Uğur Çobanoğlu
Fotoğrafçı/ Fotoğraf eğitmeni
An
Fotoğrafçılığa ilgim; 1992'deki uzun soluklu Londra seyahatimde analog makine ile yalnız başıma fotoğraf çekerek başladı. Londra'da turist gözüyle fotoğraflar çektim. Türkiye'ye dönüp de çektiğim fotoğrafların tab edilerek hayat bulması sihrine tanıklık ettiğimde ise kendimi fotoğrafa vermem gerektiğini anladım. Turist fotoğraflarından belgesel tipte fotoğraf çekmeye yönelişim bir kırılma noktası ile başladı. 1962-1971 yılları arasında Vietnam Savaşı'nı fotoğraflarken hayatını kaybeden İngiliz fotoğrafçı Larry Burrows'un "Vietnam" fotoğraf kitabını gördüm. "Fotoğraf gerçeğin aynasıdır" söylemini kanıtlarcasına kamera-lens-vizörfotoğrafçı döngüsüyle bütün gerçeklere objektif olarak tanıklık etmiş ve o "an"ları o kadar doğal kaydetmiş ki fotoğraflarına bakarken kendimi orada hissettim.
Benim tanımımda "an", belirlemiş olduğum bir konu başlığını kendi stilimle bir tek karede, en doğru zamanda fotoğraflamak ve kayıt altına almayı ifade ediyor. Fotoğrafa bakan kişiye vermek istediğim mesajı en iyi iletecek şekilde uğraşıyorum. Ana tanıklık etmek için profesyonel fotoğrafçı olma zorunluluğunun olmadığını öğrencilerime ve fotoğraf meraklılarına sürekli ifade ediyorum. Bireyin akıp giden hayatta doğru göz eğitimi ile hayata da doğru bakmayı öğrenmesi en öncelikli eğitimdir. Zamanla benimseyeceği bakma/çekme stili ile hayatta aslında her an var olan gerçek fotoğrafa dair az ama öz izleri ve günümüzün "sosyal medyalık resimler"inin aksine anı aramaya başladığını kendiliğinden fark edecektir zaten.
Tuba Kaplan
Şair
Ekoköy
Her topluluğun yaşam ve yaşamda tutunabilme güdüsü farklı olduğundan ekolojik köyler hakkında tek tanım yapmak mümkün değil aslında. Ekoköylerin özünü; tabiata saygı, sürdürülebilir bir yaşam biçimi, sınırlı kaynaklardan insan etkisini mümkün olduğunca arındırıp ihtiyaçları doğa ile özdeşleştirme becerisi oluşturuyor. Kuşkusuz Türkiye'de yahut dünyanın bir başka ülkesinde bireylerin aynı motivasyonla yola çıkması beklenemez. Bu tercih çok bireysel olabilirken sistem karşıtı bir harekete de dönüşebiliyor.
Global Ecovillage Network'ün Mayıs 2017 rakamlarına göre dünyada kurulan ekoköylerin sayısı bine yaklaşıyor. Türkiye'de ise sınırlı sayıda ekoköy mevcut. Ekoköy (ecovillage) kavramı ilk kez 1930'lu yıllarda İzlanda'da kurulan Solheimar Eco-village ile kullanılmış. Her ekoköyün sistemi temelde benzerlik içerse de birbirinden farklı. Örneğin Solheimar, engelli çocukları topluma kazandırmak için kurulmuş.
Ekolojik köyler, genellikle, şehir yaşamındaki karmaşadan, hava kirliliğinden, günlük hayatın getirdiği suni rekabetten, yoğun tüketimden uzaklaşmak ve şehir yaşamının dayattıklarına karşı doğayla uyum içinde yaşamak isteyen bireylerce kuruluyor. Esasen ekoköyler, ekonomik ve ekolojik olarak sürdürülebilir bir ortam yaratmayı hedefleyen topluluklar. Az sayıda ekolojik etki ile yenilenebilir kaynaklara dayalı bir yaşam biçimi sunan küçük ölçekli alternatif topluluklar olan ekoköylerin gelecekte yaygınlaşma ihtimali yüksek görünüyor.