Modern küresel güçlerin zihnimizi, düşünme şeklimizi ve davranışlarımızı bile belirlediği günler içindeyiz. İlişki biçimlerimiz değişti, değişiyor. Düşüncelerimizi belirlemek isteyen küresel güçler bütün mümkün gelecek tahayyüllerini koskoca kara bulutlarla örmüş durumdalar. Tüm dünyayı ilgilendiren meseleler arasında kültürel alandaki zihin belirleme projesi çoğunluk güme gitse de, gelecekte bizi asıl ilgilendiren meselenin kültürel alandaki zihin dalgası olduğundan hiç kuşkum yok.
Geçenlerde bir rastlantı eseri Amin Maalouf'un Doğu'dan Uzakta romanını okudum. Rastlantı eseri demem şundan; kitap uzun bir süre önce yayınlanmasına rağmen, okuduğum başka bir kitapta Doğu'dan Uzakta'ya referans veriliyordu. Maalouf, Lübnan asıllı Hıristiyan bir romancı. Fransa Akademisi'nde sandalye sahibi… O sandalyeyi "kapma" hikâyesini anlattığı bir risale de yayınlandı ama şimdilik konumuz Doğu'dan Uzakta romanı…
Romanın başkahramanı Adam adlı tarihçi (İlginç bir şekilde Attila biyografisi yazmakla meşgul ve yine ilginç bir şekilde gerekli şartlar oluşsaydı -tıpkı kendisi gibi- Attila'nın da Roma'nın paralı askeri olabileceğini savunuyor) iç savaş başladığında "kaçtığı" ülkesine yakın bir arkadaşının ölmek üzere olduğu haberini alır almaz geri dönüyor. Maalouf'un Lübnanlı olduğunu bilmesek Akdeniz'deki bu çok kültürlü ülkenin Lübnan olduğunu anlamak için epey bir çaba sarf etmemiz gerekecek çünkü yazar kitabın hiçbir yerinde ülkesinin adını anmıyor, sadece "Doğu Akdeniz'deki masal ülkesi" diyerek ülkesi Lübnan'a masalsı, duygusal bir hava katıyor. Yani yazarımızın aklında aslında Lübnan diye bir yer yok. Ya da hadi o meşum soruyu ben sorayım; Fransız Akademisi'ne kabul edilen yazarımız tıpkı Ece Temelkuran ya da FETÖ'nün gelini Elif Şafak gibi bir üçüncü dünya ülkesi vatandaşı olmaktan eziklik mi duyuyor?!
Adam adlı karakterimiz, yakın arkadaşı Murat'ın ölüm yatağında olduğu haberini alınca ülkesine dönmek zorunda kalmış dedim çünkü Murat'la araları fena halde bozulmuş. Sadece Adam'la Murat da değil. İç savaştan önce Murat'ın evinde toplanan ve yaklaşık bir düzine eden bu öğrenci grubu dağılmış ve "masal ülkesi"nden iltica etmiş. Bundan mıdır nedir, iç savaş niye başlamış, taraflar kimlermiş, hiçbir bilgi yok. Tamam, romancı "Artık modernsiniz, her bilgiyi de ben mi yazayım kuzum" demiş olabilir ama sokaklar, şehirler, dağlar… Yani Lübnan'ı Lübnan yapan kültüre dair hiçbir şey mi olmaz kitapta… Ya da bir insan doğduğu ülkesini yazarken onu bu kadar mı aşağılar, bilemedim.
Aralarında her dinden karakter var bu arkadaş grubunun ama ne hikmetse mesela bu karakterlerden Müslüman olan Naim, bir terörist. Yani aşırı dinci, sonradan görme gevrek Batılıların demekten hoşlandığı gibi "İslamcı." Yahudi olan arkadaşları büyük acılar çekerek (!) tıpkı kahramanımız
Adam gibi kaçmış. Hıristiyan Adam da bir şekilde özgürlükleri daraldığı için kaçmış fakat şehirde kalanlar ne hikmetse terörist olmuş. Adam'ın Lübnan'a geldiği gün ölen Murat da kendi "Marksist" ideallerinden ödün verip hükümette bakan olduğu için aşırı zengin olmuş. 5 kere Romanı uzun uzun anlatmaya gerek yok. Klasik bir dönüş hikâyesi aslında. Yaşamdan zevk almanın cinsellikle, özgürlüğün de alkol tüketmekle yakından ilgili olduğunu düşünen ergen Batılı zihnin bir ürünü ama burada dikkati çekmeyi istediğim husus şu: Artık küresel roman piyasası denen bir "borsa" teşkilatı var ve o borsada hisselerinizin pirim yapmasını istiyorsanız, bahsedeceğiniz, ele alacağınız konular ve o konuları işleyiş biçimleriniz belli: Bu romandaki yer Ortadoğu'da bir ülke ise eğer, orası karanlıklara bulanmış "bir masal ülkesi" olmalı. Romanda geçen Müslümanlar muhakkak "aşırı dinci, terörist" olmalı, Yahudiler ülkelerinden sürülmüş olmalı. Ve bütün çözüm, Batılı zihnin aydınlık değerlerindeki özgürlük hortumuyla sulanmalı. Erkeklerin yarısı muhakkak "gay", bir diğer yarısı ailesini terk etmiş olmalı; cinsellik bütün ayrıntılarıyla anlatılmalı, belki araya birkaç taciz hikâyesi sıkıştırılmalı (ama tacizi yapanlara dikkat etmeli, yerel halktan, okuması yazması olmayanlardan seçilmeli) bir terk ediş olmalı, yaşanılan ülkenin yöneticileri "gaddar" ve "diktatör" olmalı… Al sana çoksatar roman piyasasına giriş için geçerli bir bilet.
Yukarıda anlattığım şablonu al, kitaplığındaki kitaplara ve yazarlara uygula, dünya romancılık limited ve pazarlama şirketindeki hisselerini gözden geçir!..
DÜNYA "DİZİ" PAZ. AŞ.
Biliyorsunuz, artık hiçbirimiz bir 19'uncu yüzyıl insanı gibi dev romanlarla zaman geçirmiyoruz. Anna Karenina kitaplıklarda sadece bir garnitür. Savaş ve Barış, dev bir hukuk ders kitabı kadar korkutucu. Yabancı yapım diziler ve o dizilerin yayın hakkını elinde bulunduran Netflix gibi platformlar herkesin gözdesi oldu. Sanırım yakında TV de tarihe karışacak.
Son zamanlarda Netflix'te dolaşıma çıkan yapımlarda bazı enteresan işler dönüyor. Bilmem ilginizi çekti mi? Kanalın bazı dizileri öne çıkarma politikası hayli dikkat çekici. Mesela bir dönem kasaba dizileri öne çıkıyor, birkaç örnek verebilirim: Broadchurch, Dark, Safe, Forrest, Riverdale gibi. Bu kasaba dizileri alışık olduğumuz Amerikan kasabası dizilerindeki klişelerin neredeyse hepsini taşıyor; korku, gizem, kaçırılma vb. İlginç olan taraf ise, özellikle kasabalılık değerlerinin de sorgulanır olması. Yani bu kasaba dizilerinin ortak noktası kasabadaki değerlerin "aşağılık" olduğu, insanların ahlaken "düşük" seviyelerde yaşadığı… 70'li yıllarda ülkemizde yayınlanmış "kasaba, köy" romanlarındaki bu "ortak değer"lere alışkın olduğumuz için gözlerimiz hemen seçiyor buradaki numarayı. Öte yandan bununla da kalmıyor; şu sıralar öne çıkan dizilerin ortak noktası ise "aile ahlakı"nın sorgulanması. Mesela Casa de las Flores dizisi gibi… Her dönem öne çıkarılan dizilerdeki bu ortak temaları kimler, neden seçiyor, neden bu değerler sorgulanıyor… Hadi onu geçtim, bu tespiti yapmak için psikoloji uzmanı olmaya gerek yok, ortalama bir izleyici olmak kâfi.
Aranızda beni komplocular gibi düşünmekle suçlayanların olacağını tahmin etsem de, bunun hiç de rastgele bir tercih olduğu düşüncesinde değilim. Dönem dönem kanalda öne çıkarılan yapımlardaki ortak değerler büyük bir tuzağı işaret ediyor, umarım konunun uzmanları bu konuda bir çalışma yapar. Benden uyarması! `
NİZAR KABBANİ
Tam yirmi yıldır
Bir vatan
Ve bir kimlik arıyorum
Oradaki evimi
Ve dikenli tellerle kuşatılmış yurdumu
Çocukluğumu arıyorum
Mahalle arkadaşlarımı
Resimlerimi kitaplarımı
Her sıcak köşeyi
Her tatlı anıyı
Şimdi benim de bir tüfeğim var
Beni de Filistin'e götürün sizinle birlikte
Ey erkekler!
Yalnızca erkek gibi yaşamak
Ya da erkekçe ölmek istiyorum
Çeviri: Kenan Hamak