Serkan Akkoyun: Kazanınca bizimki, kaybedince onlar!

Kazanınca bizimki, kaybedince onlar!
Giriş Tarihi: 28.9.2018 17:18 Son Güncelleme: 28.9.2018 17:19
Fransa Milli Takımı göçmenlerin çocuklarıyla Dünya Kupası’nı kazanırken, Almanlar başarısızlıklarını bir göçmen çocuğunun sırtına yükledi. Oysa o çocuk bir önceki Dünya Kupası’nda Almanya şampiyon olurken en başarılı futbolu oynamıştı ve o zaman da göçmen çocuğuydu.

Fransa, 1998 yılındaki kadrosuyla Dünya Kupası'nı kazandığında takımın en önemli futbolcuları siyahiydi ve bu durum dönemin ırkçı lideri Jean-Marie Le Pen'i çıldırtıyordu. Hatta Fransızlar için büyük önem arz eden 10 numaralı formayı da ataları Cezayir'den Fransa'ya göç etmiş Berberi bir futbolcu giyiyordu: Zinedine Zidane.

Dünya Kupası başlamadan önce Fransa'nın, Cezayirli önderliğindeki Kuzey Afrika, Batı Afrika, Karayipler, Pasifik Adaları ve hatta Ermenistan ve Bask asıllı futbolcularından oluşan kadrosu, ırkçılar tarafından Fransız kabul edilmiyordu. Bazı futbolcular atalarından kalma kıyafetlerin modern versiyonlarını giyiyor, Zidane'sa verdiği röportajlarda Fransız olduğunu söylemesine karşın Cezayir'e saygı duyduğunu, pratikte olmasa da teoride Müslüman olduğunu belirtmekten çekinmiyordu. Le Pen ise; "Bu bizim millî takımımız değil" diyecek kadar ileri gidiyordu ancak 12 Temmuz Pazar akşamı Brezilya'yı, Zidane'ın iki gol attığı maçta 3-0 yenerek dünya şampiyonu olduklarında Fransız halkı için o takım, kendi takımlarıydı.

Paris sokaklarında Le Pen'in ırkçı sloganları değil, futbolcuların isimleri yankılanıyordu. Kimse
futbolcuların "ne asıllı" olduğuyla ilgilenmedi. Ten renkleri de yıllar sonra o takımın oyuncularından biri olan Laurent Blanc'ın millî takım teknik direktörü olduğunda; "Takıma sadece Fransızlar alınmalı' diyeceği güne kadar kimse tarafından önemsenmedi. Zidane'ın doğup büyüdüğü Marsilya'da "Başkan Zidane" sloganları atılıyordu. Babası İsmail'in Cezayir'den geldikten sonra yapımında çalıştığı statta Dünya Kupası kaldıran Zidane'dan 20 sene sonra başka bir göçmen çocuğu daha aynı mutluluğu yaşattı.

Fransa, 1998 yılındaki Dünya Kupası zaferinden İki sene sonra yine siyah tenli iki futbolcusu; ataları Guadeloupe Adaları'ndan gelen ve Paris'in varoşlarında büyüyen Thierry Henry ile Arjantin'de yetişip annesinin ülkesi Fransa'ya dönen David Trezeguet'nin önderliğinde Avrupa şampiyonu oldu. Ancak 2000 yılından, 2016 yılındaki bir başka Avrupa Şampiyonası finaline kadar başarı elde edemediler. 2016'da Avrupa Şampiyonası finaline çıkıp finalde aslen GineBissaulu olan Portekizli Eder'in golüne engel olamayıp yenildiler. Aynı takım 2018 yazında, Rusya'da düzenlenen Dünya Kupası'na geldi ve ilk defa 1930 yılında dönemin FIFA Başkanı Jules Rimet'nin onuruna düzenlenen ve o dönem, dördü Avrupa'dan aynı gemide 2 haftada gelebilen sadece 13 takımın katıldığı bu özel turnuvanın son şampiyonu oldu.

Her şey yine 20 yıl önceki gibiydi. Irkçılar; "Bu bizim takımımız değil" diyordu ama sahadaki futbolcular "Biz Fransa'yız" diye isyan edip "Horozlar" lakaplı takımlarına tarihlerindeki ikinci Dünya Kupası şampiyonluğunu yaşatıyordu.

İnsanlığa Fransız kalmak

1998 yılında Fransa'nın 10 numaralı formasını giyen Cezayirli Zidane gibi, 2018 yılındaki 10 numarası Kylian Mbappe de Fransa'da doğmuş, Fransız gibi büyümüş ve kendini "Fransız" hissetmesine rağmen takımlarının "beyaz" olmasını isteyenler tarafından Kamerunlu addediliyordu. Sadece o mu? Takımın 23 kişilik kadrosundaki 15 futbolcu başka ülke kökenliydi: Mendy (Senegal), Sidibe (Mali), Fekir (Cezayir), Rami (Fas), Mandanda (Demokratik Kongo), Nzonzi (Kongo), Matuidi (Angola/Kongo), Kante (Mali), Tolisso (Togo), Dembele (Senegal), Pogba (Gine), Umtiti (Kamerun), Kimpembe (Kongo), Griezmann (Portekiz), Hernandez (İspanya).

Meseleyi "kim nereli" düzleminde ele alanların derdi aslında Fransa Millî Takımı'nın başarısını Afrikalı oldukları için küçümsemek değil. Fransa'nın ırkçılarına, yaptıklarının yanlış olduğunu göstermeye çalışırken bir yandan da oyuncuları Fransız olduklarını söylemeye mecbur bırakıyorlar. Fransa'nın varoşlarında hayatta kalma mücadelesi verirken belki de en büyük dertleri buydu: Fransız olduklarını, beyaz Fransızların sahip olduğu haklara sahip olmaları gerektiğini ispatlamak! Şimdi başarılı olmuşken yeniden Afrikalı ilan edilmek istemiyorlardı. Mesele; Fransız olarak, atalarının kökenlerine saygı duyulması ve bu yüzden ırkçılığa uğramayan bireyler olarak yaşamaktı. Oysa ırkçılar için mesele hiçbir zaman bu kadar basit olmadı. Son örnek; Mesut Özil ve Almanya…

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la İngiltere'de çektirdiği fotoğraf sonrası ırkçı Almanlar tarafından istenmeyen adam ilan edilen Mesut Özil, sonunda hakaretlere dayanamadı ve ırkçılarla yan yana duran Almanya Futbol Federasyonu'na tepkisini göstererek millî takım formasını giymeyeceğini ilan etti. Kökenli olmanın siyasi bir argüman olarak kullanılması ve "istemezük" zihniyetinin hortlaması, Almanya'nın Dünya Kupası'nda Güney Kore gibi düşük seviyedeki bir takıma bile yenilip sonuncu olarak elenmesiyle doğrusal hareket ediyor tabii ki. Öyle olmasaydı Mesut Özil'in İngiltere'de, elinde İngiliz takımı Arsenal'ın formasıyla çektirdiği fotoğraf Almanlar için bu kadar büyük bir sorun olmazdı. Mesut daha önce de Cumhurbaşkanı Erdoğan'la fotoğraf çektirmişti. Peki, neden İngiltere'de, İngiliz takımının formasıyla verilen poza İngilizler ve Arsenal tepki göstermezken Almanlar çıldırdı? Cevabı belli: Almanların bir bölümündeki Erdoğan düşmanlığı için bundan iyi fırsat olamazdı.

Türk asıllı Mesut

Oysa Mesut da tıpkı ayrımcılığa uğrayan ama başarılı oldukları zaman "président" (başkan) ilan edilen Fransızlar gibi kendisini doğup büyüdüğü ülkeye ait hissettiğini defalarca söylemişti. Hatta bana göre Alman Millî Takımı'nı bırakma sebebi de bir anda Türk olduğunu hatırlaması değil; Almanya için yaptığı bunca değerli işe ve sosyal yardımlarına rağmen hâlâ yeterince "Alman" görülmemesiydi. Açıklamasında da en dikkat çeken kısım buydu: "Kimse Tunus asıllı Khedira'ya Tunus asıllı Alman, Polonya asıllı Podolski'ye Polonya asıllı Alman demiyor ama söz konusu ben olunca Türk asıllı Mesut deniyor. Kazanınca Alman oluyorum, kaybedince göçmen ilan ediliyorum."

Dünya Kupası'nda Fransa ve Belçika takımları yarı finalde karşılaştı ve maçtan önce Liberation'da iki takımın kadrosundaki çok renkliliğe dikkat çeken bir yazı yayımlandı. Yazı can alıcı bir vurguyla bitiyordu: "Sosyolog Emile Durkheim'in söylediği 'toplumların sosyal çatlaklarının doldurulması ve birbirleriyle bağlantılarının sürdürülmesi' problemine en iyi çözüm: Futbol!"

Sizce de öyle değil mi? Bundan 10 sene sonra Suriye, Irak ve Afgan asıllı Türk çocukların forma giydiği bir Türk Millî Takımı, Dünya Kupası'nı kazansa ne düşünürsünüz? Aynı tartışmaların daha serti bizde de olur. İşte tam da bu yüzden tarihe not düşmek adına bu satırları yazıyorum: O gün gelirse dönüp arkamıza bakalım. Biz Belçika yahut Fransa tarihindeki gibi atalarını sömürdüğümüz çocuklarla değil, Almanlar gibi asimile ettiğimiz çocuklarla da değil; biz ülkelerinde yaşayamaz hâle gelen çocuklara kucak açtığımız için bunu başarmış oluruz. "Ne mutlu Türküm diyene" tam da böyle bir şeydir işte.

BİZE ULAŞIN