Ekrem Demirli: AİLE VE EVLAT: ÇEKİRDEK AİLE SORUNU ÜZERİNE BİR MÜLAHAZA

AİLE VE EVLAT: ÇEKİRDEK AİLE SORUNU ÜZERİNE BİR MÜLAHAZA
Giriş Tarihi: 21.10.2024 13:41 Son Güncelleme: 21.10.2024 13:53
İlahi kelamda insana yüklenen “emanet”i anlayabileceğimiz en gerçek anlardan biri “ebeveyn” olduğumuz andır. Balzac’ın “Baba oldum Tanrı’yı anladım” mealindeki sözü, ebeveyn olmak ile insanın üstlendiği ötekinin sorumluluğunun ağırlığını hatırlatır.

Modernleşme sürecinde insanın yüklendiği en meşakkatli sorumluluklardan biri "çekirdek aile" sınırları dâhilinde ortaya çıkan yeni ve tanımsız yükümlülüklerle birlikte ebeveyn olmaktır. Hem anne hem baba için geçerli olmak üzere, sıra dışı bir tecrübe, çetin bir sorumluluk üstlenir ebeveynler bu süreçte. Tecrübeler ne kadar aktarılmış olursa olsun, ebeveyn için yepyeni ve sıra dışı bir hadise olarak idrak edilir anne-baba olma hali. "Tecrübe aktarılamaz" tabiri en çok ebeveyn olma sürecinde doğrulanır, en çok bu süreçte tecrübenin değil yaşamanın biricikliği ve tekrar edilmezliği fark edilir. İnsan bütün bilip öğrendiklerini çocuğun büyüme sürecinde unutur, unutmadıkları da pek bir işe yaramaz. Unutur çünkü aktarılmış ve öğrenilmiş tecrübeler büsbütün başka bir bağlamda oluşmuş, başka bir süreçte edinilmiş tecrübelerdir. Okulu ve eğitimi olmayan şeylerin varlığını bu süreçte idrak ederiz.

Baba veya anne olmak, bireyleşme sürecini ikmal etmemiş kişinin öteki insanın maddi ve manevi sorumluluklarını tekeffül ederek kendisiyle birlikte ikinci insanın yükünü üstlenmesi demektir. Söz konusu sorumluluklar dahilinde en belirsizi, bu nedenle en ağırı ise manevi sorumluluklardır: Çocuğa sevgi vermek, onu şefkat dairesinde büyütmek, ebeveyn olmanın olmazsa olmazı sayılır. Üstelik bu hususta başarılı olmanın somut bir hakemi ve şahidi olacaktır: Toplum bir hakem olarak karar verirken bizzat çocuğun kendisi ise olana bitene şahit olacaktır.

Çocuğun hemen her tökezlemesinde dikkatler ebeveyne çekilir, çocuğun aile içindeki eğitimi sorgulanır, ebeveynin salahiyet ve yeterliliğinin "haberi" çocuktan alınır. Çocuk iyi ve başarılı bir insan olarak yetişirse, bunun payesi belki anne babaya yazılır, buna mukabil başarısızlık veya mutsuzluk durumunda ebeveyn akla gelen ilk suçlu olarak hatırlanır.

Her insanın içinde az çok ihmal edilmiş bir çocukluk hali saklıyken başka birinin sorumluluğunu üstlenmek, üstelik ömür boyu muhasebesi sürecek bir sorumluluğu üstlenmek, kaderin cilvesidir. Balzac'ın "Baba oldum Tanrı'yı anladım" mealindeki sözü, ebeveyn olmak ile insanın üstlendiği ötekinin sorumluluğunun ağırlığını hatırlatır.

Vakıa "Tanrı'yı anlamak/tanımak" bir yana, baba ve anne olmak birçok yerde bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde ulûhiyeti taklide dönüşüp insanın haddini aştığı, ötekinin müstakil şahsiyetini hesaba katmaksızın kendisinin parçası saydığı bir halet-i ruhiyyede sınırlar hayatı. İlahi kelamda insana yüklenen "emanet"i anlayabileceğimiz en gerçek anlardan biri, "ebeveyn" olduğumuz andır. Elbette insan başka birinin kendisine emanet edildiğini kabule yanaşmaz, çocuğu kendi parçası kılarak aradaki sınırı görmezden gelir. Süreç içinde ebeveyn-çocuk ilişkisinin gerçekte "emanet" sınırında kalmış bir ilişki olduğunu acı tecrübelerle öğrenmek ise kaderin başka bir tecellisidir.

Ebeveyn olmak

Modern dünyada "ebeveyn olmak" başka bir anlatımla çekirdek aile alışkanlıkları dâhilinde böyle bir sorumluluğu üstlenmek, kendine mahsus birtakım özelliklerle temayüz eder. Kadim dünyanın herhangi bir yerinde bir toplumda ebeveyn olmak ile çağdaş dünyada ebeveyn olmak karşılaştırılması mümkün olmayan iki ayrı insanlık durumudur. Modern dünyada anne-babalık, kabilenin ve geniş ailenin çocuğa karşı taşıdığı bütün hak ve sorumluluklarını üstlenerek "kabile-baba" veya "aile-anne" rolünü üstlenir. Bir kabile veya geniş aile dahilinde çocuğun elde edebileceği imkanlar, onun sorumlulukları, kurabileceği çok yönlü ilişkiler, anne-babanın şahsiyetinde kalmış, ebeveyn bu süreçte geniş ailenin sağlayacağı ilgi, sevgi ve öteki sorumlulukları tek başına karşılamak mecburiyetinde kalmıştır. Bu çağdaş durumun bütün zamanlar için geçerli olduğunu zannederek tarihi güne göre yorumlamak ise işin başka bir veçhesini bize gösterir: Başka türlü bir ebeveyn-çocuk ilişkisi olabileceğini aklı almaz modern insanın.


Çağdaş zihin kadim toplumlarda -baba veya çocuğun merkezde bulunmadığı toplumlarda- sadece birey olmanın anlamını idrak etmede yetersiz kalmaz; ebeveyn olmanın sorumluluklarını, çocuk olmanın anlamını, çocuğun çevresiyle kurduğu veya kendisi içinde bulduğu sıra dışı ilişkilerin ona verdiklerini, bazen ise bu ilişkiler dahilinde çocuğun ihmal edilmişliğini ve unutulmuşluğunu anlayamaz. Öyle ki ebeveynin varlığından mahrum kalan yetim veya öksüz çocukların geçmişte ve günümüzde ne anlama geldiğini de fark edemeyiz. Hz. Peygamber'in "yetim ve öksüz" olması üzerinde Müslüman toplumda dile getiren duygusal anlatımlar bu nedenle garip gelir insana.

Hiç kuşkusuz modern dünyada toplumu teşkil etmede kurucu kavram "çekirdek aile", onun ana unsuru ise çocuktur. Bir felsefeci dostumun tabiriyle, çekirdek aile ile birlikte ortaya çıkan yeni durum "pederşahilikten veletşahiliğe" intikaldir. Bu çocuk merkezci sistem paradoksal bir şekilde ebeveyn merkezli de olarak da isimlendirilebilir. Bunun nedeni ise ebeveyn-çocuk arasında yaşanan "yansıtma" ilişkisidir. Çekirdek ailede çocuk bir yandan ebeveyn tarafından yetiştirilirken bir yandan da ebeveynin ideallerinin gerçekleşme aracı haline gelir. Ebeveyn kendisi hakkında her neyi tahayyül etmiş ve yetersiz kalmışsa veya içinde ukde olarak hangi duygular birikmişse, çocuğun bunları başarmasını ister. Başka bir ifadeyle çekirdek ailede çocuğa düşen görev, ebeveynin içinde kalmış ukdelerin çözülmesi, ebeveyn tarafından gerçekleştirilememiş idealin daha ileri bir noktaya taşınmasıyla ebeveynin kemaline hizmet etmektir. İşin bir açmaza döndüğü yer de tam olarak burasıdır. Çünkü ebeveynin bu içerde kalmış ukdeleri çözme görevini çocuğa yükler.

Mükemmel aile ortamı var mıdır?

Modern dünyada ebeveyn olmanın en önemli sorunlarından biri anne-babanın çocuğun eğitimi ve yetiştirilmesinin birinci sorumlusu olarak kabul edilmesidir. Bu yönüyle ebeveyne yüklenen sorumluluk ve abartılı rol, herhangi bir kanıtlama veya araştırma imkanına sahip olmaksızın yaygın bir kabule belki de bir dogmaya dayanır. Herkes çocuğun ebeveynin sevgi ve ilgisiyle iyi insan olarak yetişeceğinden emindir. Buna mukabil ortaya çıkan örnekler ise anne ve babalarda travmatik duygulara yol açar, ebeveyn kendini eleştirir, amaçlarını gerçekleştirmede başarısız olmuş insanlar gibi kendilerini kınar. Çağdaş dünyanın dogmalarından biri diye isimlendirebiliriz bu kabulü! Bununla birlikte aile ortamı çocuk için farklı anlamlar taşıyabilir: Mesela başlangıçta aile ortamı çocuk için koruyucu bir yer olarak ortaya çıkarken zamanla sınırlayıcı ve engelleyici bir yer haline gelebilir.

Eğitim sürecinde insan aile ortamında kazandığı alışkanlıkların önemli bir kısmıyla mücadele etmek durumunda kalır, aileden kazandığı "değerler" onun gelişmesinin önünde engel haline gelirler. Bu süreç içinde çocuk dış dünyayı tanımakla aile ortamından uzaklaşmaya başlar ve şu veya bu ölçüde kendi şahsiyetini oluşturmaya çalışır. Meselenin en önemli kısmı ise mükemmel ortamın gerçekleşmeyecek olmasıdır. Her imkân veya müspet durum çocuk tarafından bazen tamamen başka bir şekilde idrak edilebilir, kolaylıklar veya yardımlar engeller gibi görülebilir. Bunun nedeni çocuğun müstakil bir şahsiyet olarak dünyayı ona sunulan gaye ve amaçlardan bağımsız olarak değerlendirebilme kabiliyetidir. Anne-baba ile çocuk ayrı şeyler
algılar, aynı hadiseleri başka türlü yaşarlar. Bu bakımdan "mükemmel ortam" olmayacaktır.

Çocukla terbiye veya evrensel anne-babalığa terakki

Herhangi bir anne-baba dünyaya gelmesine vesile olduğu çocuğu sevebilir mi? İlkesel olarak böyle bir soruyu ciddiye almak, felsefe yapabilmenin nedenleri arasında zikredilebilir. Felsefe yapabilmek, her insanın tabii bir şekilde emin olabileceği iddiaların veya zanların yanlışlanabileceğini hesaba katmakla başlar. Mesela biz günlük tecrübede bir tavşanın kaplumbağaya yarışta yenilebileceğine ihtimal vermeyiz. Fakat filozof bunun mümkün olabileceğini düşünerek tartışma açtığında felsefe yapmanın anlamını idrak ederiz.

Anne babanın çocukla ilişkisi de tartışılmaya değer bir konudur. Acaba anne-babanın çocuğuyla ilişkisi hangi kelimeyle daha iyi anlatılabilir? Bu ilişkiye öncelikle sevmek mi demek gerekir yoksa başka bir kavram mı aramak gerekir? Galiba birçok insan çocuk sevgisinin fıtri ve bedihi duygu olduğunu düşünerek böyle bir soruyu anlamsız bulabilir, en emin oldukları duygunun çocukları hakkındaki sevgileri olduğunu iddia edebilirler. Doğru bir tahlil ve kavram ayıklamasıyla konuya bakınca işin hiç de öyle olmadığı görülür. Bir insanın çocuğunu sevmesi fıtri veya bedihi duygu olmadığı gibi sevmenin herhangi bir şekli veya tarzı da fıtri olmakla nitelendirilemez. Sevmek akli bir hadisedir ve ancak irademiz güçlendikçe ve duygulardan arındıkça varabileceğimiz yetkinlik halidir.

Buna mukabil insan sevmenin bir taklidini veya sahtesini sevgi zannederek onunla dünyayla ilişkisini tanzim eder: Sahiplenmek, mülkiyet olarak görmek, sevginin en sahte halidir. Vakıa insanların -bilhassa ebeveynin- çocuklarına karşı hissettikleri duygunun sevgi olup olmadığını kritik etmek gerekir, fakat o duygunun başlangıçta temellük ve sahiplenmek olduğundan tereddüde gerek yoktur. Haddi zatında bunca fedakârlık, büyük yükü taşıma gayreti temellük duygusuyla daha uyumlu görünür. Buna mukabil bu duygunun sevgiye evrilmesi ve bu sayede ebeveynin başka bir kimlikle terakki etmesi gerekir. Bunun göstergesi ise sevginin insanı evrenselleştirmesi, çocuğun anne-babası olmaktan geniş anlamda evrensel ebeveyn olmaya doğru terakkidir. Haddi zatında mülkiyetin sevgiye yerini bırakmasının yolu bu olabilir: Evrenselliğe doğru yönelmiş zihin! Böyle bir durumda mülkiyet yerini sevmeye bırakmış olabilir. Aynı durum çocuk için geçerlidir.

Çocuk doğru bir eğitimle karşılaşmışsa, ailede evrenselliği, öteki anne-babalara saygıyı, insanlıkla kucaklaşmayı öğrenir. Bunu yapıp yapmamak ayrı bir meseledir, fakat bilgi en azından duyum düzeyinde bu bakış açısının aileden tevarüs edilmiş olması gerekir. Böyle bir durumda biz ahlaki bir kavram olarak aileden, ebeveyn olmaktan söz edebilir hale geliriz.

BİZE ULAŞIN