Lacivert editörleri "İfşa toplumu" kavramını kafama soktuğu günden beri, etrafıma kuşkulu gözlerle bakıyorum ve sürekli bir şeyleri, yani gizli kalması gereken şeyleri, öğrenip, ele-âleme ifşa edecek birileri var mı yok mu diye telaş ediyorum. Çünkü o kadar yerinde, o kadar güncel bir mesele ki; sadece birinin meselenin adını koyması ve bu kavramı "aklınıza getirmesi" gerekiyordu.
Diyeceksiniz ki, 55 yıllık gazetecilik geçmişi olan kişi, yaptığı işin adını bilmez mi?
Bilir bilmesine de, o kavramla ifade edilirse daha iyi anlaşılacağını anlar sevinir.
Mösyö Jourdain'i hatırlar mısınız? Molliere'in Kibarlık Budalası kahramanı, hani kendini yetiştirmek için bir öğretmen tutar da ilk derste "Manzum" ile "Nesir" arasındaki farkı ve nesirin ne olduğunu öğrenince şöyle der ya: "Meğer ben hep nesir konuşuyormuşum da haberim yokmuş!"
O hesap, bizim habercilik sandığımız şey meğer "Algı mühendisliği" imiş de haberimiz yokmuş.
Peki, bu kavram nasıl oldu da aklıma geldi! (Azerbaycan'da "başıma düştü" dedikleri şey bu: anladım anlamına.)
Biraz ters giderek oldu bu. Mösyö Jourdain'ın bu sözünü yorumlayanlar, bununla "euphemism for a plain common thing" (sıradan bir şey için edebikelâm/örtmece) olduğunu söylerler. Ben de "ifşa" kavramının edebiyatta nasıl kullanıldığını, nelere euphemism/ edebikelâm/örtmece olduğunu
araştırırken, adı lazım değil, bir gazeteci-yazar-öğretim üyesi kişinin "etki ajanlığı" kavramıyla dalga geçtiği bir yazıya rastladım.
Meğer ABD'sinden Rusya'sına, AB'sinden Çin'ine kadar, hemen hemen bütün ulusların mevzuatında yer alan "etki ajanlığı" bize gelirse, bunun bu hükumetin uluslararası alanda başlamış ama "adı tam konmamış hibrit bir savaşın" yarattığı karmaşadan yararlanıp "muhalefeti susturacak bir casusluk yasası peşinde" olması anlamına geleceğini yazıyordu.
Algı mühendisliğinden korunma
Yazının çıktığı mecra, ABD'den ve AB'den fonlanan bir Web haber- yorum sitesi! Öyle bir yerde, Türkiye'nin kendisini tıpkı ABD gibi, tıpkı AB gibi, tıpkı Rusya, Çin, İsrail ve daha diğer birçok ülke gibi, kendisini "güvenlik ve iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun
stratejik çıkarları veya talimatı ile" sözüm-ona haber oluşturacak, bunun için araştırma yapacak kişilerin faaliyetlerine karşı korumaya çalışmasına alkış tutulmasını beklemiyorum. Ama Türkiye'yi, kendisini algı mühendisliğinden koruma çabasına bakarak, alenen ırkçılık yapanlara karşı uygulanacak bir tür dikta örneği sayma derecesinde fondaşlık yapılmasını da kavramak çok zor.
Amerika'da Foreign Adversary Controlled Application (FACA) (Yabancı Hasım Kontrolündeki Uygulama) yasasına göre, mesela TRT muhabirleri, mesela Anadolu Ajansı muhabirleri gidip, Amerikan polisine "Ben size hasım bir ülkenin kontrolündeki bir uygulamada çalışıyorum; casusluk yapabilirim, yalan haber uydurabilirim, sizin sırlarınızı ifşa etmek üzere araştırma, soruşturma yapabilirim; haberiniz olsun. Adım adresim burada yazılı. Buyurun!" diye kayıt yaptırmak zorundalar.
Çin televizyonu da Rus televizyonu da İran, Kuzey Kore, Küba gazetecileri de. Fransa, Almanya, İngiltere, İsrail televizyonları değil ama mesela Macaristan gazetecileri de kaydoluyorlar. Faka basmamak için ABD, istediği ülkeyi FACA kapsamına alıyor. Ama Amerika bu sebeple "muhalefeti susturacak bir casusluk yasası peşinde" olmuyor. En azından maaşını Amerikan STK'larının bütçesinden alan gazetecilerin gözünde.
Rusya'nın aldığı önlemler arasında "Üçüncü Ülkeler Adına Çıkar Temsilinin Şeffaflığına İlişkin Direktif" varmış ve AB'nin yasasından nerede
ise kelime-kelime tercüme olan bu yönetmelik, "kötü niyetli hazırlıklar" yapıldığını gösteriyormuş. Bunu da nereden anlıyoruz? Benzeri bir yasayı
çıkartmaya çalışan Gürcistan'da halk sokaklara dökülmüşmüş. Evet, Gürcistan'da bir takım protesto gösterileri yapılıyor; ama bunları düzenleyen örgütlerin, STK'ların da "fondaş" olduğu yazılıyor, çiziliyor.
Amerika yaparsa iyi, başkası yaparsa kötü!
Özetle, Amerika yaparsa iyi, başkası yaparsa kötü!
Bu kanıya varabilmek için "gazeteci-yazar" kişinin masterlar, doktoralar yapması gerekiyor örneğe bakılırsa! Bu yasaya dayanarak, bir hakkı savunmak veya bir konuda haber yapmak için araştırma, soruşturma yapan kişiye "Bu çabanız yabancı bir devletin çıkarlarıyla örtüşüyor!" denerek, dava açılabilirmiş. Şu anda da açılabilir; ama savcı ve polis epey bir eziyet çeker araştırma-soruşturmanın evrelerini, gelişmesini belgelemek için.
Eskiden, yani "yayın organı" sadece gazeteler iken, casusluğa varan yayın faaliyetine engel olmak nispeten kolaydı. Oysa özellikle herkesin okur olmaktan çıkıp yazar olmasını sağlayan sosyal medyada at oynatan herkesin atlarını nerede suladığını belirlemek hemen hemen imkânsız olduğu için, ABD'sinden AB'sine, Çin'inden Rusya'sına Kore'sinden Gürcistan'ına "yayının neye hizmet ettiğini" mahkemede kanıtlamak yeterli oluyor. Buradaki kilit kelime "mahkeme kanıtlamak"; onun da kilidi "yargıya güvenmek." Nedense bu "fondaş" takımı bir türlü mahkemeye, adalete güvenmiyor.
George Friedman, Gelecek Yüzyıl kitabında 2050'lerde Türkiye'nin uzayda yoğun bir istihbarat toplayan uydu ağına sahip olacağı tahmininde bulunuyor. Neye dayanarak? Şu anda yapılan yatırımlara ve hazırlanan planlara dayanarak.
Peki, siz, bütüüün bir fondaş medya olarak, ilk uzay adamımız, Alper Gezeravcı'nın uzayda kaldığı 18 gün boyunca toplu şekilde, bu çabayı eleştiren, hadi eleştiri normal bir şey diyelim, ama birtakım rakamlar vererek, birtakım karşılaştırmalar yaparak Türkiye'nin uzay çalışmalarının gereksiz olduğunu kanıtlamaya çalışırsanız ve bu verdiğiniz rakamlar, bilgiler, vardığınız sonuçlar tamamen gerçek dışı olursa, bu çabanızın birtakım yabancı emel ve ihtiraslarla örtüştüğü, mesela filan ülkedeki filanca hükümet yetkilisinin veya bir yabancı istihbarat örgütünün düzmece raporundan alındığı mahkemede kanıtlanırsa, bu yaptığınız etki ajanlığı değil midir?
Bir ülkenin, örneğin ABD'nin veya Almanya'nın veya Macaristan'ın bunu suç saydığı gibi sizin ülkeniz de suç sayarsa, bu yasaya karşı faaliyetiniz bizatihi suç değil midir?
"Kendini ifşa" sendromu
"İfşa etmek" işini hep yaptık. Türk Lirası'nın benim bildiğim ilk devalüasyonu olan hazırlığı, o tarihte çalıştığım gazetede haber yapmıştım. O devalüasyon yapılmadı. Yani haber "yalan" oldu. Zamanın başbakanı rahmetli Süleyman Demirel, yıllar sonra, artık gazeteci-siyasetçi ilişkisinin ötesinde bir sohbette "Senin o haberin bize milyonlarca dolar kayba mal oldu" demiş ve iki paragraflık bir "ifşa" ile bunu nasıl becerdiğimi anlatmıştı.
O zamanlar dilimize "milyar" kelimesi girmemişti ama ifade edilen milyon dolar bile aradan geçen bunca zamana rağmen beni tirtir titretmişti. Ama çalıştığım gazete, muhabir olarak (Basın-Yayın Genel Müdürlüğü'nde verilmiş şu kadar basın kartı beyannamem bulunduğunu düşünürseniz) ben, yaptığımız işin bir ülkenin çıkarıyla örtüşüp örtüşmediği malum kurum ve kişilerdik. Ama şimdi herhangi bir sosyal medya platformunda, ne adı, ne soyadı, ne adresi belli olmayan bir şahsın uzay çalışmalarına ayrılan şu kadar paranın heba edildiğine ilişkin sistemli yayını acaba etki ajanlığı mıdır, değil midir diye soruşturulmamalı mı?
Her devletin (hadi bu soyut kavramı bir kenara bırakalım da anladığımız bir kelime kullanalım: her milletin), siyasal çıkarı var mıdır? Yok mudur?
Bunu ABD veya AB veya Rusya koruyunca iyi, Türkiye koruyunca kötü! Öyle mi?
"Kendini ifşa etmek" günümüzde çok incelenen bir konu. Türkiye'nin gizli kalması gereken bilgilerini ve bu bilgilerin yalan yanlış ve zamansız ifşa edilmesini önlemeye çalışan çabaları "ifşa etmek" bence "kendini ifşa" sendromunun bir yerine giriyor olmalı. Ama bunu araştırmak, gazetecilerin değil, doktorların görevi olsa gerek.