Sağlıklı bir yaşam sürebilmek, özellikle sanayi toplumunda hemen hemen herkesin başlıca endişelerinden biri… Bu hedef doğrultusunda atılan ilk adım ise doğal, sağlıklı ve temiz gıdalara ulaşmak. Narköy Çiftliği kurucusu ve emekli öğretmen Nardane Kuşçu bunu sadece dert edinmekle
kalmamış, bizzat kollarını sıvamış, toprakla hemhal olmuş.
Çocukluğunu Ceyhan'da doğduğu çiftlikte geçiren Nardane Kuşçu, 42 yıl ilkokul öğretmenliği yaptıktan sonra, tekrar toprağa dönmüş ve organik tarım yaparak sağlıklı gıdalar üretmek için yola koyulmuş. Kandıra'da 120 dönüm üzerinde kurduğu çiftliğinde senelerdir özenle biriktirdiği ata tohumlarıyla sebze ve meyve yetiştiriyor, kendi göletindeki su mercimeği ile yağmur sularını arıtıyor ve gelecek nesillere temiz gıdanın önemini anlatmak için çalışıyor.
Nardane Hanım'ın hayali olan bu çiftlik ekosistemle tamamen uyumlu ve kendi tabiriyle doğayla iş birliği içinde çalışıyor. Kuşçu aslında bize dilimizden düşürmediğimiz doğal hayatın nasıl yaşandığı, organik tarımın nasıl yapıldığını gösteriyor ve bunu gelecek nesillere aktarmayı hedefleniyor.
Aslında son dönemin popüler kavramı olan sürdürülebilir yaşamın güzel bir örneğini sunuyor. Kendisine "Nar Anne" diye seslenilen Nardane Kuşçu'nun hikâyesini çiftliğin içerisindeki evinde dinliyoruz.
Adana Ceyhan'da babaannesinin çiftliğinde doğan, çocukluğunu o çiftlikte, tarlaların, geniş arazilerin içinde geçiren Nardane Kuşçu, babaannesinin toprağa "kurda, kuşa, aşa" diyerek attığı tohumları izleyerek büyümüş. Babaannesinin tarlada çalıştığını, anneannesinin ise ona tüm doğayı öğrettiğini, bu sayede neredeyse hayatını adadığı tohum toplama işine küçük bir çocukken başladığını anlatıyor. Önceki kuşaklardan aldığı bilgiyle hayal kurmaya başlayan Kuşçu, nesilden nesle aktarılan bilgiyi bu sebeple çok gerekli buluyor: "Aslında bütün nesiller bir araya geldiğinde bir bilgi çıkar. Şimdi modern aile kuruyoruz ya; sadece çocuk, anne ve baba var, başka kimse yok. Oysa ortamımızda farklı yaşlar, farklı kültürler, farklı arkadaşlar bulunmalı. Çocuklarda merak, keşif ve deneme cesareti olmalı, hatta bunlara düşkün olmalılar."
Toprağı hep çok sevmesi bir yana, tohumla kurduğu bağdaki kırılma noktasının 1940'lı yıllarda ABD'den Marshall Planı çerçevesinde gelen yardımlar olduğunu ifade ediyor. "Bir gün kötü adamlar geldi ve bizi zehirledi" diyerek anlattığı Marshall yardımlarını görerek daha çocukken bu bilince sahip olmuş: "Kim ne getirdi, bilmiyoruz. Bir bilgilendirme yok. Süt tozları geldi. Yemeğe tuz atar gibi bir şeyler attık. Amerika'dan gelen o şeyler benim için dönüm noktasıdır. Tarihi bilmek faydalıdır, geleceği yapmaya katkısı çoktur."
Atalık tohum bilgedir
Nardane Hanım, daha altı yaşında, yediği meyvelerin çekirdeklerini saklayarak tohum biriktirmeye başlamış ve o günden bugüne kadar yaklaşık bin 200 çeşit atalık tohum biriktirmiş. Anavatanlarından getirdiği bu tohumların 100 çeşit kadarını sadece domates tohumları oluşturuyor. Nardane Hanım, bu tohumlarla çiftliğinde çeşit çeşit mısır ekiyor, narenciye, avokado ve daha birçok çeşit bitki yetiştiriyor.
Nardane Hanım tohumu geleceğimiz olarak görüyor ve özel bir odada sakladığı atalık tohumlarını şöyle anlatıyor: "Atalık tohum bilgedir. Ben bir yurttaş olarak tohumun kıymetini anlıyorum. Araştırmak boynunuzun borcu. Gerçekten kültürümüz için vazgeçilmez bir parça. Irak işgal edildiğinde tohumlar ve bütün bilgiler götürüldü. Bu yüzden tohumu her önüme gelene vermem, gözüne bakmadığıma vermem. Ben sadece para kazanmak için o tohumları satamam, bu adil değil. O paranın geçmeyeceği yerler var. Asıl emeğimiz geçecek."
Temiz gıda olmazsa olmazımız
Tıpkı büyüklerinden öğrendiği gibi çevresindekilere de tarımı öğreten Nardane Hanım konuşmamız esnasında her fırsatta sağlığımız ve geleceğimiz için tohumun ve temiz gıdanın önemini vurguluyor: "Temiz gıda olmazsa olmazımız. Trilyonumuz olsun, çuvalla altınımız olsun, paramız olsun. Eğer nefes alamıyorsak, temiz bir yiyecek yiyemiyorsak, içeriği zengin bir su içemiyorsak hiçbirinin bir anlamı yok. Her canlının yaşamaya, neslini devam ettirmeye ihtiyacı var ve biz temiz bir gıda alamazsak yaşayamayız. Şu anda zehirli beslenmeden, hava bozukluğundan, su kirliliğinden zarar görüyoruz zaten. Anne karnında üç ay olmadan çocuklar ölüyor ya da hasta doğuyor. Gıda krizi mi çıkacak, su krizi mi çıkacak? Çıktı çoktan. Gelecek geldi bile. Kaç kişi bugün temiz bir gıdaya ulaşabiliyor? Dünya artık hasta ve bizim temiz gıda çalışmalarına destek vermemiz, toprağı kirleten her şeyden uzak durmamız lazım. Yukarıdan bakamayız. Memleketi değerlendirmeliyiz. Tohumun bankası toprak, insanın toprağı vefadır."
Narköy'ün hikâyesi Nardane Kuşçu'nun öğretmen olduğu zamanlarda bir çocuğun teneffüste yere düşerek dizini kanatmasıyla başlamış: "96 yılında emekli olacağıma yakın bir gün betonlaşan okul bahçesinde bir çocuk düştü, dizi parçalandı. Ve o çocuğun düştüğü gün, benim doğum günümdü. Beton okul bahçesi olur mu? Biz bahçenin kenarını köşesini ekerdik. Çocuk o toprağa düştüğü zaman tükürüğüyle kendini iyileştirirdi be kuzum. O zamanlar kızım bana yazıp çizerim diye bir defter almıştı. Bir eğitim ve organik tarım çiftliği kuracağım diye başladım deftere. Düşüm buydu. Emekli olduğumda çocuklara ve ailelerine destek olmak için bir eğitim merkezi açtım önce. O çocuklardan çok şey öğrendim. Ne kadar üstlerine yüklenen yükten arınırlarsa o kadar kendileri olabilirler. Yaratanın bir bildiği var. Bizlere misyonlarımıza uygun sermayeyi koyuyor."
"Düşü olmayanın işi yoktur"
Toprakta yetişen ne varsa dalından koparıp yiyebildiğimiz Nardane Hanım'ın tarım alanlarını gezerken her çeşit bitkiye, meyveye, sebzeye rastlıyoruz. "Atalık tohumları nerede olacağını bilir. Yabani dediğimiz doğanın öz çocuklarıdır. Onlar kendi başına yetişirler. Doğadaki sistemi anlamak çok önemli. Balkonda bit kadar yaprağım vardı, salkım oldu. Benim ayrıca deneme tohumlarım var. Ben buraya geldiğimde burada hiçbir şey yapılmamıştı. Bölgede kireç taşlarını gördüm, biraz daha bakındım ve böylece ne ekeceğime karar verdim. Mesela az ileride kendi düşmüş bir lahana tohumunun üstünde bir tarlalık tohum oluşmuş. Geçen sene susuz karpuz evvelki seneden başladı, kıyameti kopardım sulamayın diye. Sonradan kendini bıraktı.
Muhteşem lezzetlidir. Kendi kendine yine aynısını yaptı, içinde de bir tarlalık tohum yetiştirdi. Sonra diğerlerine de öğretti, diğer karpuzlar ve kavunlar da aynısını yaptı. İş birliği içinde çalışıyorlar. Biz neden birbirimize bir şey öğretemiyoruz? Hem biz öğreteceğiz hem de toprak bize öğretecek. Birlikte öğrenmeliyiz."
"Düşü olmayanın işi yoktur" sloganıyla devam eden Narköy'de tarım yapılırken temizlik için bile olsa kimyasal kullanılmıyor. Su arıtmada dahi doğal yöntemlerin nasıl kullanıldığını Nardane Kuşçu bize anlatıyor: "Bizim mimarimiz özeldir, ekolojiktir. Biz burada yağmur sularını arıtıyoruz. İleride tertemiz bir göletimiz var. Göletin üzerindeki su mercimekleri arıtıcıdır ve bizim sularımız su mercimeğiyle arıtılıyor. Sonra da o su mercimeklerini ördeklere, tavuklara yem olarak veriyoruz. Her şeyin çaresi doğada var. Bu yüzden onu korumak zorundayız. Herhangi bir şey olursa kapımızı kapatırız, otumuzu pişirir, suyumuzu da içeriz."
Çevreye zarar vermeden suyu temiz tutarak geliştirdikleri bu arıtma sistemiyle kendisine Fransa'da "Toprağın Kadını Ödülü" verilmiş. Ülkemizde birçok inşaat firması buradaki doğal sistemden çok etkilenmiş ve proje çizimlerimde bu köyden ilham alarak bitki yetiştirilebilecek bahçelere yer vermeye başlamış: "Hiç bilgi saklamıyoruz canımın içi. Sorana veriyoruz. İyi olan çoğalsın, umut daim olsun. Bana 'neden kitap yazmıyorsunuz'
diyorlar. Ben böyle bolca hikaye anlatıyorum."
"Evinizde saksıda da olsa yetiştirin"
Nardane Hanım tarımın ve doğanın hepimizin için ne kadar gerekli olduğunu anlatırken öncelikli olanın ekolojik okur-yazarlık olduğunu belirtiyor ve herkese evlerinde de bir şeyler yapabileceklerini söylüyor: "Ekolojik okur yazarlık olmadan olmaz fakat bu ezberle değil; deneyimle, uygulamayla kazanılır. İnsanların tarımı öğrenmeleri gerek. Evinizde saksı da olsa yetiştirin ve onun kıymetini bilin. Bu hayatta kalmanın yolu. Balkonda bile tarım yapabilirsiniz. Üç taneyle, beş taneyle başlayın. Ben bu kadar yerim, bahçem yokken duvarlarımı ektim. Buradaki evimin balkon demirinde salkımlar var. Ayrıca bu doğadan bir tek bizim faydalanmadığımızı da öğrenmeliyiz. Çamaşır suyu mu kullandın evde? Neleri öldürdüğünü bilmen lazım. Bir şey alırken etiketini okumamız, bilinçli tüketici olmamız lazım."
Yanından ayrılmadan evvel, nam-ı diğer Toprağın Kadını Nardane Hanım'ın şu nasihatleri kulağımıza küpe oluyor: "Bir bitkinin üstüne onu görmeden basıyorsanız dikkat edin. Bakın şu defnelere. Çok şükür oldular. Şimdi bu yaprakların hepsinden üretim yapılıyor. Tıbbi bitkiler var, yabaniler var, kozmetik bitkiler var. Bizim o ilaçlara falan ihtiyacımız yok çünkü doğada her bir mikroorganizmanın bir işi var. Biz çok iyi sarımsakların anavatanıyız. Sarımsak büyülü bir şeydir, şifadır. Gerçek sarımsak ekildiğinde kokusunu kaybetmiş gülün kokusunu geri kazandırır. Her şeyi en iyi versiyonuna getirir. Ayrık otunu bilirsiniz. İnsan ayağı basmayan yerde ayrık otu bitmez. Toprağı insandan koruyor. Su istemiyor, gübre istemiyor. Ayrık otun üst kısmındakiler de memeli hayvanların hastalığını iyileştiriyor, alttaki kökleri de bizim böbreklerimizi. Daha ne yapsın? Yani toprağın başına ne geliyorsa insandan geliyor tabii. İyisi de kötüsü de."