Birol Biçer: GÖZÜN VE İMAJIN GÖLGESİNDE VAROLMAK

GÖZÜN VE İMAJIN GÖLGESİNDE VAROLMAK
Giriş Tarihi: 26.06.2024 13:05 Son Güncelleme: 26.06.2024 13:09
Yaşadığımız çağın ana unsurlarından biri görselliğin hâkimiyeti. Ne mananın ne de sözün artık eski belirleyiciliği kalmadı. Özellikle televizyonun icadından günümüzün medya araçlarına uzanan süreçte hayatta dikkate almamız, satın almamız, yönelmemiz, tanımamız, bilmemiz, beğenmemiz, örnek almamız, arzulamamız, seçmemiz, ciddiye almamız, saygı duymamız istenen hemen her şey yoğun bir görsellikle sunuluyor. Nefret etmemiz, onaylamamız, kötü görmemiz istenenlerse yine aynı yoğunlukta negatif bir görsellikle... Böyle bir dünyanın kral kavramının “imaj” olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu dünyanın bizi hızla sürüklediği bir eğilimse artık kendimizin de büyük ölçüde birer imaj olmamız. Daha açık söylersek varlığımızı bir görüntüye dönüştürmemiz ve hayatı bu “ben imajı” üzerinden deneyimlememiz. Çağımızın bu yönünü tahlil etmeye çabalamış önemli eleştirel düşünürlerin yaşadığımız bu zamanları “görüntü toplumu”, “teşhir cemiyeti”, “imaj devri”, “gösteri toplumu”, “şeffaflık toplumu”, “gözetim toplumu”, “göstergeler imparatorluğu” ya da “görsel toplum” şeklinde tanımlamaları boşuna değil. Bu kavramsallaştırmaların işaret ettiği şeyin temelinde ise göz ve görüntü yatıyor. Temelinde gözün ve görüntünün yattığı bir yerden çıkması beklenebilecek şeylerin başında ise bir görünme ve gösterme biçimini ifade eden teşhir ve ifşanın gelmesi kaçınılmaz.

Medyatik varılmanın dayanılmaz hafifliği

İnsanlar var olmak, fark edilmek, dikkate alınmak istiyor. Bence bu oldukça anlaşılır bir şey. Ancak bu dürtü bugünkü medyatik çağ için varoluşsal bir dürtüye dönüşmüş görünüyor. Medyatikleşme denilen şeyin bu çağın önemli bir unsuru olması bu eğilimi iyiden iyiye tahrik ediyor. Medyatikleşmede en ilgi çekici rolü görsellik alınca görülmek, göstermek de var olduğunu hissetmenin başlıca yolu oluyor. Bana kalırsa insanlar içten içe bunu istiyor. Tekno-medya artık neredeyse herkes tarafından kullanılıyor ve bu kullanımın bir boyutu da salt iletişim ve seyirciliği geçerek giderek modern insanın kitle içerisinde varolma, varlık gösterme, kendini gerçekleştirme ve en önemlisi görünür olma üzerine. İnsanların binlerce yıldır felsefi olarak sorguladığı varoluş meselesi medyatik çağın bu atmosferinde adeta "medyatik varoluş" meselesine dönüşmüş gibi. Dr. Şeyma Bilginer Erdoğan imzalı "Teşhir Toplumunda Medyatik Varoluş" başlıklı makalede bu sorun ele alınıyor ve duruma şöyle bir tespit getiriliyor: "Görsel toplum, kitle toplumu, gözetim toplumu, teşhir toplumu vb. şekilde tanımlanan bu yüzyıl toplumunda modern bireyin var olma biçimleri de çağın kendine özgü yapısına bağlı olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin; Varoluşçu felsefenin temelinde yer alan, bireyin kendine yönelmesi sonucu varoluşunu gerçekleştireceği düşüncesi, kitle iletişimini sağlayan araçlarda görünür olma arzusu ile eşdeğer şekilde algılanmaktadır. (…) Fotoğraf makinesi, kamera vs. gibi teknik olanaklar, kişinin kendini bir sahnede yaşıyormuş gibi hissetmesini sağlamaktadır. Bu durum bireyin kendini gerçekleştirmesi yolunda "ben" ve başkalarının gördüğü "ben" arasındaki ayrımı ortadan kaldırmakla birlikte, kişinin varoluşunu sadece medyatik bir varoluşa indirgemesine neden olmaktadır."

Hayat seyirlik birmalzemeye dönüşürken



Teşhircilik ve ifşacılık aslında her zaman vardı. İnsan egosunun bu çok önemli tatmin araçları her devrin kendi anlayışı ve imkânları ölçüsünde devredeydi. Olmaması düşünülemezdi. Dizginleri elden bırakıldığında başıboş küheylanlara dönüşmeleri kaçınılmaz olan bu nefsani dürtüler hiç olmazsa etraflarını çevreleyen edep-utanmatevazu- ahlak-diğerkâmlık-mahremiyet-kendine hâkim olma çiti ile kontrol altında tutuluyorlardı. Ve sonra, birden, internet ve sosyal medya giriverdi hayatlara. Tabii ki her şey o noktada başlamadı ama dizgin altındaki bu küheylanların çitleri daha hızlı yıkılmaya başladı. Sınırlar hızla buharlaşmaya başlayınca artık tutabilene aşk olsun. Çitlerde açılan gedikler genişlemeye başladıkça önce utanma, hemen ardından mahremiyet unutuldu. O güne kadar kısıtlı bir hareket alanı bulabilen ve kendini bastırılmış hisseden bir yanda kendini gösterme, diğer yanda başkalarının mahremiyetini ifşa etme dürtüleri zincirlerinden boşalmışçasına yayılmaya başladı. Bu işin ilk adımları televizyonlardaki reality şovlarla atıldı ama asıl mesafe internet ve sosyal medyayla alındı. Öyle ya, modern teknolojinin sunduğu oyuncaklar sayesinde artık özgürlükkazanmışlardı ve bunu tepe tepe kullanmalıydılar. Dijital dünyaya battığımız şu günlerde durumun aynen böyle olduğunu görmemek mümkün değil. Önceleri bu manzara şaşırtıcıydı, şimdi ise normale, daha doğrusu "yeni normal"e dönüştü. İnsanların en özel anları, mahrem halleri, sırları, evleri, vücutları, ilişkileri görüntüleriyle her yere saçılmaya başladı. İnsanlar tüm bunların ve dahasının sergilenmedikleri sürece pek anlamlı olmadığı düşüncesine evrilirken, bir yerlerde hayatın aşağı yukarı her alanı hızla seyirlik malzemeye dönüşüverdi. Her gün bu tablodan sahnelere maruz kalmaktan yılmış olan bizim gibilerse artık bu yepyeni normal karşısında "eski kafalı, zamana uyum sağlayamayan" tipler olarak yaftalanmaya
başladık.

Gibi görünüp, …mış gibi yapan imajlar cenneti



Herkesin her şeyi ortaya döküp saçmayı marifet bellediği bir dalgaya kapılmış gidiyoruz belki ve hadi, bunu da kabul ettik diyelim amma bu kadarla da mesele bitmiyor ki. Ortaya dökülüp saçılan bu kadar görüntünün, haberin, sırrın, ifşaatın, reklamın arasında hiçbirinin –iyi ya da kötü- gerçeğini
aksettirdiğini söyleyebilmek mümkün değil. Görüntüye bakarsak ortalık kendini yaşam koçu, siyasetçi, uzman, din adamı, sufi, sanatçı, dürüst vatandaş, vatansever, ehil aşçı, entelektüel vs. diye pazarlayan insandan geçilmiyor ama azıcık "Halep oradaysa arşın da burada" diyerek teyit etmeye kalktığınızda aslında büyük çoğunluğunun abartılı, makyajlı hatta bazen sahte olduğu gerçeğiyle karşılaşıyorsunuz. Açıkçası özellikle sanal âlem denilen mecralarda "gibi yapmayı", "gibi görünmeyi" huy edinmiş yoğun bir kitleyle karşılaşmak işten bile değil. "Başkalarının bizi görmesi, ilgilenmesi, başkalarında bırakılmak istediğimiz izlenim bizim kendimizden daha önemli" dercesine haykıran bir kitle gümbür gümbür büyüyor gibi. Adeta ortalıkta, hele hele sanal âlemde insanlar değil de imajlar dolaşıp duruyor. En komiği ise "gibi görünen, mış gibi yapan" bu imajlar cennetinde en çok duyduğumuz sözlerden birinin Mevlana'nın "Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün gibi ol" nasihati olması.

İstesen de istemesen de izleniyorsun ama neticede sen bir ürünsün

Gerçek şu ki istesek de istemesek de izleniyor, gözleniyor, takip ediliyor, öngörülüyor, kontrol edilmeye ve yönlendirilmeye çalışılıyoruz. Kısacası içinde bulunduğumuz dünyada ve özellikle dijital dünyada bir nevi dev bir "Biri Bizi Gözetliyor Evi"nde yaşıyoruz. Açıkçası kendimizi sergilemesek ya da birileri sırlarımızı faş etmese bile bir şekilde takip altındayız. Ekranın karşısına geçtiğimiz andan itibaren kendimizi yansıtmasak da insanlar ve algoritmalar tarafından izleniyoruz. Bu görüntü pazarında her tür insanın her türlü haline şahit olma imkânımız var. Üzerine para verip aldığımız internet hizmeti ya da girip çıktığımız mecralar her hareketimizi, alışverişlerimizi, beğenilerimizi, tercihlerimizi, tutuğumuz takımları, takip ettiğimiz gazete ve gazetecileri, siyasi eğilimlerimizi, arkadaş ve yakınlarımızı, bazen mahremiyetimizi bilgiye çeviriyor ve isteyen şirketlere satıyor. Karşısında bulunduğumuz ekranın ardındaki dünyayı işleten algoritmalar her hareketimiz kaydediyor, tahlil ediyor ve bizi her tür büyük şirketin potansiyel müşterisi haline getirerek bir ürün olarak pazarlıyor. Sonra sizin tahlil edilmiş verilerinizden yola çıkarak her ekran karşısına geçtiğinizde talep, beklenti ve ihtiyaçlarınıza yönelik ürün reklamları ile karşılaşıyor, kitap, gazete, maç sonucu, tatil, seyahat bileti, yakınlarınıza hediye önerileriyle yönlendirilmeye çalışıyorsunuz. Kısacası kapitalizmin gözetime dönüşmüş halinin potansiyel müşteri olarak konumlandırdığı bir varlıksınız artık. Ama işin daha ilginci sadece müşteri olmakla kalmayıp aynı zamanda pazarlama konusu ürünü de siz teşkil ediyorsunuz.

Sıradan insanların şöhret ve görünme merakı



Görmenin, görünür olmanın, göstermenin, ucundan azıcık da olsa bir şöhret, hiç olmazsa küçük bir popülarite yakalamanın adeta kutsal bir amaç edinildiği ilginç günlerde yaşıyoruz. Günümüzde hayata iyice nüfuz etmiş olan bu durumu iki anahtar kelimeyle özetlemek mümkün: Teşhir ve ifşa. Aslında pek çok insanda dürtüsel olarak var olan kendini gösterme eğilimi daha önceleri ünlülere mahsus bir şeydi. Tabii bunda medya imkânlarının etkisi büyüktü. Meşhurların özel hayatlarını ifşa etmek medyaya, kendi hayatını teşhir etmekse ünlülere mahsus bir durumdu. Medya imkânları teknolojiyle çoğalınca teşhir ve ifşa tekeli de demokratikleşti ve sayısız sosyal platform sayesinde artık meşhurların imtiyazı olmaktan çıkarak, herkesin eline geçti. Tabii ki bu durumla ünlülerin papucu dama atılmış olmadı. Hayatları, ilişkileri, faaliyetleri, tarzları sürekli sergilenen bu meşhurların yanına bir de daha kısa süreli tanınırlıkları olsa da yenileri, ama milyonlarca yenileri katıldı. İşte bu dönemin en büyük özelliğini de bu oluşturuyor. Bu yeni cemiyet kendisini tanımlamak üzere verilen "gösteriimaj toplumu" gibi isimleri ünlü kimselerin teşhirlerinden değil, tam aksine sıradan insanların teşhir ve ifşalarından alıyor. Siyaset, sanat, spor, eğlence, edebiyat gibi alanlarda boy gösteren ünlülerin teşhir performansı çoğunlukla bir alanda yeteneğe, başarıya, ilgi çekiciliğe ya da skandala dayansa da, bu furyaya kısa bir süre önce katılan sıradan insanın böyle özel niteliklere sahip olması da gerekmiyor. Hatta bazen aptalca bir davranış bile yeterli olabiliyor. Dijital mecralar vasıtasıyla kendini sergileme fırsatını yakalayan sıradan insan da tecrübesini, tarzını, gördüğünü, düşündüğünü, sosyal statüsünü, zenginliğini ya da fakirliğini, yediğini içtiğini, icat ettiğini, ilişkisini, özel hayatını, hatta saçmaladığı anları bile paylaşıyor.

"Bin kere düşün, bir kere videoya çek"



Cep telefonları ve sosyal medya hayatımıza girdikten sonra ardı arkası kesilmeyen görüntüleme çılgınlığı ibretlik birçok vakayı da gündeme taşıyor. İşte bunların sonuncularından biri geçtiğimiz haftalarda bir ilimizde yaşandı. Okula gitmek üzere evinden çıkan ilkokul öğrencisi caddenin karşısına geçerken babası da onu pencereden cep telefonuyla videoya kaydediyordu. Yolda trafiğin durduğunu gören çocuk tam yaya geçidinin ortasına gelmişti ki aniden ortaya bir otomobil çıktı. Zamanında fren yapamayan otomobil küçük çocuğa çarparken babası da oğlunun karşıya geçişini değil otomobil altında kalışını kayıt altına almış oldu. Çok şükür ki bu kaza ölümcül bitmedi ve çocuk hastaneye kaldırıldıktan sonra kısa sürede iyileşerek taburcu edildi. Ve yine çok şükür babası büyük bir gafletle yola refakatsiz saldığı oğlunun acı akıbetini videoya çekmemiş oldu. Allah kimseye böyle şeyler yaşatmasın, hepimize ibret olması gereken bu tür hadiseler akıllı telefonlar hayatımızı kuşattıktan sonra ne yazık ki sıkça yaşanır oldu. Paylaşma, teşhir etme, kayıt altına alma amacı olmasa dahi her şeyi görüntüleme eğilimi güvenlik ve mahremiyet başta olmak üzere birçok şeyi göz ardı etme eğilimiyle birleşince tuhaf durumlar ortaya çıkmaya başladı. Eskiler "bin düşün bir konuş" demişler ya bu sözü mevcut durumda "bin düşün bir kaydet" ya da "bin düşün bir paylaş" şekline çevirmek elzem görünüyor.

"Bu paylaşımı bilinçli olarak yapmadım"



İfşa ve teşhir hastalığının ne kadar manyakça boyutlara gelebildiğini gösteren bir vaka örneği daha. Ülkemizde gerçekleşti üstelik. Mayıs ayında Adana'da çocukları devlet korumasına verildiği için tartıştığı eşini, kayınvalidesini ve kayınbiraderini bıçakla katlederek vahşetengiz bir aile katliamı gerçekleştiren adamın ilk duruşmada verdiği ifade aynen şöyle: "Olayla ilgili olarak sadece mutfaktan bıçak aldığımı hatırlıyorum. Bıçağı kime salladığımı hatırlamıyorum. O sırada kendimde değildim. Kanlı vaziyetteki fotoğraflarını çekip WhatsApp hesabı üzerinden 'durum' olarak paylaştım. Ancak bu paylaşımı bilinçli olarak yapmadım." Sizi bilmem ama benim için durumun gelebileceği, hatta geldiği son noktayı gayet açık özetliyor bu haber. Aile tartışmasını, psikolojik gerilimi hatta cinayeti anladık diyelim. Peki, şu "paylaşım" adı altında henüz olay anında ve yerinde, sıcağı sıcağına gerçekleştirilen ifşa ya da teşhir eyleminin patolojik bilinç halini nasıl anlamamız gerekiyor olabilir. Karısı dahil üç yakınını katleden bir adamın maktullerin fotoğrafını durum olarak paylaşırken içinde bulunduğu şuur hali mi yoksa "bu paylaşımı bilinçli olarak yapmadım" açıklaması mı daha vahim? Sosyal medyada işlediği cinayeti canlı olarak yayınlayan soğukkanlı ve "bilinçli" fenomen görmüştük ama bana kalırsa işin bu derece bilinçsiz boyuta varması gelecek adına çok endişe verici.

BİZE ULAŞIN