"İnsansı hayvanlar" hakikaten varmış
Sosyal medyada görüntüler eşliğinde sıkça dolaşımda olan bir komplo teorisi var. Bu teoriye göre insan gibi görünmekle birlikte aslında bir tür sürüngen olan bazı varlıklar aramızda dolaşıyor. Daha da ötesi bazılarının Reptilien olarak nitelendirdiği bu yaratık türü dünyanın en güçlü ülkelerinin yöneticilerinin bazılarının da yerine geçmiş durumda. Sizin anlayacağınız İsrail Savunma Bakanı Yoav Galant'ın deyimiyle "insanımsı hayvanlar" aramızda dolaşıyor, dolaşmakla kalmayıp dünya sistemini de ele geçirmiş durumdalar. Açıkçası İsrail'in son bir aydır Gazze'ye düzenlediği insanlık dışı ve çoğu savaş suçu teşkil eden yoğun saldırılarından, çoluk-çocuk-hasta-yaşlı-kadın-sivil gözetmeyen katliamlarından sonra ben de aramızda insansı hayvanların –üstelik bol miktarda– bulunduğuna inanıyorum. İnsanlıktan nasibini almamış, zerre kadar merhamet, adalet, dürüstlük ve utanma duygusuna sahip olmayan bu insansı hayvanların önemli bir kısmının İsrail yönetiminde ve ordusunda olduğunu son bir ayda açık ve seçik olarak gördük. Beşer suretinde görünmekle ve zekâ sahibi olmakla beraber beşeri insana dönüştüren vasıflardan zerre kadar nasip almamış olan bu yaratıkların İsrail'de savunma bakanı, başbakan, milletvekili, haham ve ordu mensubu olabildiğini net bir şekilde gördük.
Ana insansı hayvanlar İsrail ile sınırlı değil ki. Aynı süreçte bu yaratıkların Almanya'da, İngiltere'de, Fransa'da devletin en üst mevkilerine kadar kariyer basamaklarını çıkabildiğini, ABD'de devlet başkanı ve dış işleri bakanı olabildiğini ve tüm dünyaya tutarsız, ikiyüzlü açıklamalar yaparak bebek katili işgalci korsanlara destek verebildiklerini de gördük. Bu insansılar o kadarla da sınırlı değildi. Çoğu Batı ülkelerinde olmak üzere BBC gibi medya kanallarında üst düzey yöneticiliğe yükselerek insanları taraflı ve yalan haber yapmaya zorladıklarını, hatta entelektüel-yazar-sanatçı- kulüp yöneticisi kılığına bürünerek dünyanın gözünün önünde işlenen insanlık ve savaş suçlarına kılıf uydurmaya çalıştıklarını ya da Arap kılığında eğlence partileri düzenleyebildiklerini de gördük. Hasılıkelam tüm dünya şu son birkaç haftada başta İsrail, ABD, Avrupa ve Batı'da olmak üzere her gördüğü beşeri insan sanmama konusunda büyük bir tecrübe yaşadı. İsrail'in kuruluşuna varan ve günümüze gelene dek bazılarını insansı hayvanlara dönüştüren bu süreç siyasal Siyonizm ideolojisinin doğumuyla başladı.
Avrupalıların İslam dünyasının bağrına sapladığı hançer
Şunu baştan kabul etmekte fayda var: İsrail denilen korsan terör devleti yerinde bulunduğu sürece ne Orta Doğu'ya, ne İslam âlemine ne de dünya jeo-politik dengelerine huzur ve barış gelmeyeceği aşikâr. İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarıyla beraber siyasi haritadaki yerine bakıldığında açıkça şöyle bir resim görülür: Orta Doğu'nun yani Müslüman dünyanın tam bağrına saplanmış bir hançer resmi… Haritada hançere benzeyen sureti bir tesadüf olabilir ama İsrail'in bu topraklara İngilizler önderliğinde Avrupalılar tarafından yerleştirilmesinin gerçek amacı da İslam dünyasının bağrında daima kanamaya yol açan, ıstırap veren, huzur ve güvenliği ortadan kaldıran bir hançer gibi saplı kalmasıdır. İlk Siyonistlerin yerleştirilmesinden günümüze dek de bu korsan devlet vazifesini şaşmaksızın ve en acımasız şekilde yerine getirdi. Önce İngilizler Birinci Dünya Savaşı ile ilk Siyonistleri buraya entegre etmeyi başardı, ardından da İngiliz-Amerikan öncülüğünde ve diğer Avrupa devletlerinin himayelerinde Siyonist devletin ilanı sağlandı. Böylece emperyalist devletler ve mahfiller, Siyonistlerin fikir babası Theodor Herzl'ın ifadesiyle burada "Doğu'ya karşı Avrupa'nın kalesi ve uç karakolunu" kurdular. Siyonistler kendi amaçları bakımından "vaat edilmiş toprakları" işgal edecekleri günün hayaliyle aslında önce emperyalist Avrupa'nın ve ardından emperyalist ABD'nin buradaki azap askerlerine dönüştüler. Siyonistlerin kendilerine ait bir devlet ve vaat edilmiş topraklar hayali Batılı güçler tarafından Müslüman dünyasının siyasi ve kültürel birliğini parçalamak, Arapları İslam'ın bayraktarı Osmanlı'dan koparmak, bölgedeki zengin enerji kaynaklarını uzun vadeli kontrol edebilmek ve yeryüzünde emperyalist zulme karşı tek direniş potansiyelini teşkil eden
İslam dinini etkisiz kılabilmek için bir havuç gibi kullanıldı ve halen de öyle. Siyonistler ve Batılılar arasındaki bu rol dağılımında etkinlik bakımından belki roller zamanla değişmiş olabilir ama İslam dünyasını ve toplumlarını kargaşaya sürükleme ve kaynaklarını sömürme amacı bakımından bu ittifakın canla başla işlediği açık.
Kaos, çatışma ve zulüm ideolojisi Siyonizm'in doğuşu
Dünyanın değişik bölgelerinde dağınık cemaatler halinde yaşayan Yahudileri tek bir devlet altında toplama hayali kuran Avusturya-Macaristan
uyruklu gazeteci Thoodor Herzl 1896 yılında Leipzig ve Viyana'da Der Judenstaat (Yahudi Devleti) adlı kitabını yayınladı. Yıllar sonra bu hayalin tecessüm edecek hali olan İsrail'in kuruluşunun ilk adımları siyasal Siyonizm'in bu kurucu metni ile atıldı. Kitabın alt başlığı "Yahudi sorunu için modern çözüm önerisi" idi. Der Judenstaat'ın giriş bölümünde Herzl programını şöyle açıklıyordu: "Hiç kimse bir halkı bir yerleşim yerinden başka bir yere taşıyacak kadar güçlü ve zengin değildir. Bu büyük görevi ancak bir fikir başarabilir. Yahudi Devleti fikri şüphesiz böyle bir kuvvettir." İlk Siyonizm kongresi 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde Herzl öncülüğünde toplandı. O dönemlerde Avrupa'da yüzlerce yıldır mevcut olan Yahudi düşmanlığı artık kurumsal bir ideolojik kimlik kazanmış, antisemitizm hızlı birbiçimde yükselmeye başlamıştı. Herzl'ın dünyanın değişik bölgelerinde dağınık cemaatler halinde yaşayan Yahudileri tek bir devlet altında toplama hayalinin ilk ciddi adımı yükselen bu düşmanlığın etkisiyle bu şekilde atıldı ve onun gibi Siyonistlerin bu hayali bundan 50 yıl sonra uluslararası hukuka aykırı da olsa gerçekleşti. Politik bir hareket olarak dini motifler üzerine kurulan Siyonizm ideolojisi doğum tarihini izleyen 135 yıl içerisinde Orta Doğu başta olmak üzere dünyayı kaos ve çatışmaya sürükleyen en belli başlı unsurlardan birine dönüştü.
Filistin'de ilk Yahudi devleti fikri
Aslında Orta Doğu'da bir Yahudi devleti oluşturma fikri ne Yahudilere ne de Siyonistlere ait. Bu fikri siyasi arenada asıl ortaya atanlar Avrupa'da istenmeyen adam olan Yahudilerden kurtulmak isteyen antisemitler oldu. Bu amaçla ilk Yahudi devleti fikrini 1799 yılında Fransız General Napoleon Bonaparte ortaya attı. Napoleon Yahudileri başından savmaya yarayacak olan bu iş için Osmanlı idaresi altındaki Filistin'i gözüne kestirmişti. Ancak aynı yıl Akka'da uğradığı bozgun bunu gerçekleştirmesine engel oldu. Bununla beraber birçok farklı bölgeden Yahudi grupların yinede Filistin'e yerleştirilmek üzere göç ettirilmesi için zemin hazırlıkları devam etti. Osmanlı'nın engellemelerine rağmen bu bölgeye Yahudi göçü kimi zaman yerel söz sahiplerinin duyarsızlığı, kimi zaman merkeze bağlı yöneticilerin suiistimali ve nihayetinde de İngilizlerle anlaşarak bazı Arap emirlerinin halifeye isyan bayrağı açması sayesinde devam etti. Herzl bu hayalini gerçekleştirmek için araya önemli soylu tanıdıklarını koyarak Sultan Abdülhamit ile görüşmek istedi. Şahsen görüşmeyi başaramasa da Polonyalı aristokrat dostu Phillip de Nevlinsky aracılığıyla sultana ilk teklifini iletmeyi becerdi. Fakat bir sonuç elde edemeyince 1896-1902 arasında beş kez İstanbul'a gelerek saray ile bağlantı kurmaya çalıştı. Bazı kaynaklara göre Herzl 1901'deki üçüncü gelişinde saraya kabul edildi ve teklifini gerçekleştirildi. Sultan II. Abdülhamid'in Herzl'ın Siyonistler adına yaptığı teklife cevabı "Devlet-i Âliye'nin satılık tek bir karış toprağı yoktur" şeklinde oldu. Hatta Sultan Abdülhamid'in Herzl'a şu cevabı verdiği de nakledilir: "Ben bir karış dahi toprak satamam zira o topraklar bana değil, halkıma aittir. Onlar bu imparatorluğu kanlarıyla kurup mahsuldar kıldılar. O bizden koparılmadan önce üzerini kanımızla bir kez daha kaplamayı biliriz." Herzl'ın hatıratına dayandırılan Sultan II. Abdülhamid'in bir başka ifadesi ise şöyle nakledilir: "Bu göçlerin önünü açarak dindaşlarımın ölüm fermanı imzalamam mümkün değildir."
Siyonizm'in nefrete dönüştürdüğü ilişki
İçinde yaşadıkları tüm toplumlar tarafından dışlanan, damgalanan, günah keçisi ilan edilen, bazen sürülen bazen de topluca katledilen Yahudilerin en sorunsuz geçirdikleri ve eziyete maruz kalmadıkları dönem Müslümanlar ile birlikte geçirdikleri 1400 yılı aşkın süreç oldu. Hristiyan engizisyonu ve katliamından kaçan Yahudiler de kurtuluşu yine Müslüman Osmanlı'ya sığınmakta buldular. Kısacası Müslümanlar tarih boyunca Yahudilere bir sığınak oldular. Ancak Siyonizm'in icadı ile tüm bu tarihi süreç alt-üst oldu. Siyonizm'le birlikte Yahudilik dini boyutunu kaybederek dini motifli bir ırkçı milliyetçilik haline dönüştü. Müslümanlarla olan bu sığınak ilişkisi de Siyonizm'in zorlaması ile kendilerine kucak açıp güvence sağlayan Müslümanların topraklarını talep etmeye başlamalarıyla düşmanlığa dönüştürüldü. Kendilerine ait olmayan topraklarda ısrarla bir devlet kurmayı talep eden Siyonistlerin bu aç gözlülüğü onları başından savmak isteyen Emperyalist Avrupa için bir taşla birkaç kuş vurma fırsatı anlamına geliyordu. Onlar da bu fırsatı kaçırmadılar ve hem başlarına bela olan Yahudileri uzaklaştırmak hem de emperyali emeller besledikleri Orta Doğu yani Müslüman
topraklarında emirlerine amade kışkırtıcı bir karakol oluşturmak için kolları sıvadılar. İsrail denilen terör devletinin kuruluşuna giden yol böyle açıldı. Her şey belki Yahudilik dininden ırkçı bir milliyetçilik elde etmeyi başaran Siyonistlerin fikirleriyle başladı ama aslında tüm bu süreci tasarlayan, hazırlayan, yolunu açan ve sonrasında kollayıp destekleyen Avrupa oldu. Sonrasında Avrupa'nın rolü içine ABD'yi ve tüm Batı'yı alacak şekilde genişledi.
Siyonistlerin hayalleri somutlaşma yoluna girerken
Filistin topraklarında bir devlet kurma planının önüne Sultan Abdülhamid ve Osmanlı'nın uyanıklığı sayesinde bir duvar örülünce Herzl ve Siyonistler bu defa Osmanlı'nın rakibi olan büyük güçlerin kapısını aşındırmaya başladılar. Osmanlı hâkimiyetindeki Orta Doğu topraklarını bölerek hem imparatorluğu çökertme hem de bölgedeki kaynakları sömürme peşinde olan İngilizler için bu kaçırılmaz bir fırsattı. Zaten bölgedeki Arap şeyhlerini satın alarak Osmanlı'yı bölme çabalarına başlamışlardı ve bunun meyvelerini 1916'daki "Arap İsyanı" ile alacaklardı. Siyonistlerin İngilizlerin emrine girişiyle buna bir de Yahudi göçmenleri Filistin'e yerleştirme misyonu eklenmiş oldu. I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı'nın saf dışı kalmaya başladığı 1917 yılında Siyonist hareketin o günlerde başını çeken Baron Rothschild'e Filistin topraklarında Yahudilere bir "vatan" kurmayı vaat eden İngiliz Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour tarafından hazırlanan Balfour Deklarasyonu ile bölgeye Yahudi göçmenler yollanmaya başladı. 11 Aralık 1917'de İngiliz General Edmund Allenby resmi bir törenle Kudüs'e girerek kentin yönetimini devralmasıyla Siyonizm-Batı işbirliği daha etkin bir sürece girdi ve İsrail devletinin kurulması yolunda en önemli engel kaldırılmış oldu. İkinci Dünya Savaşı'nda Almanlar eliyle gerçekleştirilen Yahudi Soykırımı da buraya nüfus nakli için bir fırsat olarak değerlendirildi ve Siyonistlerin hayal ettiği Yahudi devleti İsrail, 1948'de ilan edildi.
"Orta Doğu'da 'Yahudi problemi' yoktu, asıl Avrupa'nın bir 'Yahudi sorunu' vardı"
Britanyalı tarihçi Avi Shlaim Oxford Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden emekli bir tarih profesörü ve Britanya Akademisi'nin de üyesi. Three Worlds: Memoirg of an Arab-Jew (Üç Dünya Arasında: Bir Arap Yahudisinin Hatıraları) adlı hatıratında anlattıkları Siyonizm'in kimlik karmaşasına, aidiyet sorununa sürüklediği Yahudileri anlamak adına önemli veriler sunuyor. Bir Yahudi olan Shlaim'in bir tv kanalına verdiği röportaj şu sıralar sosyal medyada da dolanıyor. Irak asıllı Yahudi bir ailenin ferdi olan Shlaim'in kendi ailesinin hikâyesiyle beraber Yahudilerin geçmişte Müslümanlar arasındaki hayatını anlatan ifadeleri Avrupa'nın kendi "Yahudi sorununu" Orta Doğu'ya nakledişi başta olmak üzere aslında çok şey anlatıyor: "1945 yılında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Bağdat'ta doğdum. Biz Arap Yahudileriydik. Evde Arapça konuşurduk. Kültürümüz Arap kültürüydü. Arkadaşlarımız Arap'tı. Irak'ta Yahudi olmak bir sorun teşkil etmiyordu. Müslüman-Yahudi ilişkileri normal günlük hayatın bir parçasıydı. Sıra dışı bir durum değildi. Ve Irak'ın köklü bir dini hoşgörü geleneği vardı. Irak'ta Yahudiler birçok azınlıktan biriydiler. Başka da birçok azınlık vardı ve araları gayet iyiydi. Yani, Irak'ın bir 'Yahudi problemi' yoktu. Asıl Avrupa'nın bir 'Yahudi sorunu' vardı."
Komplo teorileri "Siyonist işgal yönetimi"ni perdeliyor olabilir mi?
Komplo teorileri dünyayı yöneten ve parayı kontrol ederek devletler üzerinde hâkimiyet kuran gizli örgütlerden, uzaydan gelerek insan kılığına bürünerek güç sahibi elitleri ele geçirmiş varlıklardan, insanlığın nüfusunu azaltmak isteyen gizli cemiyetlerden bahseder. Bunların çoğu safsatadır ancak köpürtülüş ve toplumlara yayılışının ardında başka gerekçeler yer alır. Örneğin hiç de safsata olmayıp günümüzde büyük ölçüde geçerliliği olan bir teorinin sulandırılıp, inandırıcılığını kaybetmesi ve komplo teorisi mesabesine indirgenmesi bu sebeplerden biri olabilir. Modern dönemlerin en önemli komplo teorilerinden biri "Siyonist İşgal Yönetimi Teorisi"dir. Bu görüşe göre gizli bir Siyonist yapılanmanın hâkimiyetini ele geçirdiği uluslararası bankalar, örgütler ve ekonomik sistem yapıları aracılığıyla hükümetleri kontrol ettiği iddia edilir. Bu görüşün, karşılığı olmayan bir komplo teorisi olduğu kanısı yayılır ve buna başlıca gerekçe olarak da bu tür fikirleri ileri sürenlerin ırkçı, milliyetçi, aşırı sağ ve antisemitik gruplar olması gösterilir. Esasen "Dünyayı Yöneten Elitler" komplo teorisi olarak adlandırılan görüş de büyük ölçüde bununla örtüşür. Ancak uluslararası sitemin işleyişine ve bu işleyişe yön veren kudretli şahsiyet ve yapılara göz atıldığında bunların çoğunun daha en başından beri Siyonist idealleri destekledikleri ve gerçekleşmesine zemin hazırladıkları görülür. Dünyada paraya, entelektüel camialara, Hollywood gibi popüler kültür yapılarına, sosyal bilimlere ve düşünce kuruluşlarına yön verenlere bakıldığında bunların çoğunun Yahudi olsun ya da olmasın Siyonizm'in ideallerine ve bunun cisimleşmiş uygulamalarından belli başlısı olan İsrail'e katkıda bulunanlar olduğu açıkça görülmektedir. Aslında küresel etkinliği bulunan bu yapılanmanın "Siyonist İşgal Yönetimi" ya da "Küresel Elitler Yönetimi" olmadığı, tüm bunların komplo teorisi olduğu kanaati yayılmaya çalışılır ve bunda büyük ölçüde başarı sağlanmıştır. Oysa diğer tüm komplo teorilerinin uluslararası çapta faaliyet gösteren herkes tarafından bilinen bu son derece somut gerçeğin sulandırılması için çalıştıkları söylenebilir. İsrail'in son Gazze vahşetinde gördüğümüz gibi dünya halklarının insanlık dışı İsrail zulmüne tepki göstermelerine rağmen büyük çoğunlukla Batılı hükümetlerin, kuruluşların, sermaye odaklarının ve kanaat önderlerinin buna alenen arka çıkmaları başka ne ile açıklanabilir.