Yeryüzünün neresinde yaşıyor olursak olalım, Filistin, bizi bir şekilde sınar. Duruşumuzu sınar, kimliğimizi sınar, tarih bilincimizi sınar, güncel kaygılarımızı sınar, gelecek tasavvurumuzu sınar. Hiç oralı olmuyormuş gibi davransak, ilgilenmiyormuş gibi görünsek hatta onun bütün sembol ve çağrışım dünyasına düşmanlık beslesek dahi bir muhasebenin, iç didişmenin, tarafını belirleme tazyikinin içine çeker.
Koordinatları haritalarda gösterilenlerle sınırlı kalmayan muharrik bir coğrafyası vardır Filistin'in. Neredeyse yeryüzündeki herkesin kafasına yahut kalbine sızan bir tarih çağlayanı, farklı sekmelerle habire sıçrayıp duran ve en ücra beldelerde yaşayanlara bile bir temas gediği bulan esaslı bir mazisi vardır. Bünyesi ve periferisi konuşkan nesne ve mekânlarla doldurulan, gökte yapılıp yere indirilen Kudüs'ü vardır en azından.
Kendisiyle birlikte onlarca kahramanı, yüzlerce insanî yükseltiyi sürükleyen Mescid-i Aksâ'sı vardır. Peygamberlere, salihlere, bilgelere, öncü kadınlara yurtluk eden mahal ve mâbetleri vardır. Ufkuna ve avlularına barbarlardan, istilacılardan, imparatorluklardan sinen farklı avazları vardır. Kaybedenleri ve kurtaranları vardır, boğazını sıkanları ve göğsünü genişletenleri vardır.
Farklı milletlere mensup nice güzeller, güzideler, tarihi şahsiyetler yatar bağrında. Ömer'i vardır, Ebu Ubeyde'si. Rabiatü'l-Adeviyye'si vardır, Atsız Bey'i, Artuk Bey'i. Zengilerden, Eyyubîlerden, Memlûklerden, Osmanlılardan kalan cevherleri vardır; İzzeddin Kassâm'ı. Zeytindağı'nda tüfek çatan kara yağız yiğitleri vardır, kocasını ve beş oğlunu şehid veren dağ gibi kadınları, yiğit kızları, fedakâr anaları.
Nekbe'si, İntifada'sı vardır; Ahmed Yasin'i, dünyanın bir ucundan eteğine dolan kanla seğirtip gelen Rachel Corrie'si. Mavi Marmara'sı vardır, Yoldaki Mühendis'i. 7 Ekim'de istilacı Siyonistlerin suratına büyük bir şamar indiren ve şimdi cümleten şehadete yürüyen Gazze'si vardır bir de.
Filistin; yıllardır bir direniş yurdu
Son kertede bile, beyaz bayrak çekmeyi, kayıtsız şartsız teslim olmayı asla düşünmeyen, bir direnç âbidesi gibi arzın üzerinde yükselen eşsiz evidir dünyanın. Asla nadasa bırakılmayan tarlalara direnen çocukların ekildiği münbit bir coğrafyadır.
Göğsünde peygamberler sergisi, kahramanlar atlası, isrâ ve miraç merdivenleri taşıyan, zihin ve yürek aydınlanmasının en gözde, en bereketli pınarı olan Filistin; yıllardır bir direniş yurdu, bir mücadele mektebi olma özelliğini de asla yitirmemektedir. Bu yüzden önemsenip dikkat çekmekte, bu yüzden sınanarak biriktirdiği manevi nimetler, bütün dünya için öğretici, yüreklendirici hatta yolgösterici olmaktadır.
Murdar baltalı Kabillerin işgaliyle eşzamanlı olarak orada bir iftitah tekbiri gibi hep kıyamda kalan hak ve özgürlük arayışı her yönüyle meşrudur. Oradaki mücadele; dinamikleri, araçları, yöntemleri ve hedefleri itibariyle çok yönlüdür. Kültürel, siyasal boyut amelî olanla örtüşmekte; kolektif
salih ameller eşliğinde kitleleşmektedir. Düşünce; sokağın, eylemliliğin, insanî tavrın içinde biçimlenmektedir. Oradaki çığlık, herkesin içini sızlatmakta; bir yol bularak herkesi etkileyip duygulandırmaktadır.
Ve Kudüs, yeryüzünün en bilge durağı, en acılı yurdu, en doğurgan cephesidir elbette. Adıyla, tarihiyle, kendisi için verilen savaşımlarla çok yönlü bir sembol olan Beytülmakdis hem Filistin ve Orta Doğu sınavında hem de müslümanlık ve insanlık savaşımında merkezi bir konuma sahiptir. Her dönemde, dünyanın sürekli cıvıldayan kalbi olan Orta Doğu'ya insanî bir hiza veren bu belde hem bir atardamar hem de bir toplardamardır.
Kudüs; Taifli çocukların taşladığı, başını yardığı, ayaklarını kanattığı mustazaf bir peygamberin, getirmiş olduğu mesajın evrenselliğinin teyit edildiği yerdir. Salihlerin yurdudur. Bir sevda durağıdır. Kuyumcu rikkatiyle işlenmiş bir yeryüzü örtüsüdür. İnancın vazgeçilmez sılasıdır. En bilimli annedir. Direnişe, sabra bey'at etmiş vuruşkan şaşanların sığınağıdır. Arzın üstünde bir sancak, bir pankart, görkemli bir çınar gibi durur o.
Dünyanın ta ortasından, göğsünden fışkırmış bir direniş çığlığı, bir alev topu, göğe uzanan bir şehadet parmağıdır. Yeryüzünün en görkemli bildirisidir. Şimdi onun yanı başında Gazze ses vermekte, onun yerine yahut onunla birlikte Gazze katledilmekte, onun bıraktığı yerden Gazze devam etmektedir. Gazze, kendisi ölürken bile bütün bir insanlığı diriltmekte, küresel intifada cehdini canıyla kanıyla bereketlendirmektedir.
Orta Doğu denen coğrafya
Bilhassa zor zamanlarda bir hatırlama, buluşma ve birleşme yeridir Filistin. Besmelenin çekildiği ve cephenin yeniden tahkim edildiği menzildir. Yolun, yoldaşın ve yol bilgisinin sorgulanıp tazelendiği sarp yokuşun eşiğidir. Bu önemli rolü asla göz ardı edilmemeli, tarihî bağlam da bu dikkatle güncellenmelidir. Tarih; yaşadığımız zamanın kimyasına karışan, bugünün düzleminde de söz almak isteyen bir toplamdır zaten. Gelecek tasavvurumuz da sonuçta tarihten hem ders ve ibret hem de güç ve ilham alanların gayretiyle belirginleşmektedir.
Mehmed Âkif'in, "İslâm'ı kuşatmış boğuyorken hüsran" diye resmettiği zor zamanlarda suyu tersine akıtmayı başaran, konunun geçmişe dönük yüzü
incelenirken hemen aklımıza gelen Nureddin Zengi, Selahaddin Eyyubi hatta Rükneddin Baybars da bu perspektifle hatırlanmalı şüphesiz. Onlar bugünkünden hiç de daha iyi olmayan şartlarda dini, davayı ve duayı cem etmeyi başardılar. Bu eksende bir çare önerdiler. Şimdi Orta Doğu denen coğrafya, onların devrinde de hem olumlulukları hem de olumsuzlukları açısından bugünküyle neredeyse aynıydı. Haçlara bürünerek iki asır sürecek küresel bir istilaya girişen Frenkler geldiğinde, müslüman dünya nasılsa, üç aşağı beş yukarı yine aynı durumdayız.
O dönemde önce Batılı Frenkler bir olmayı denediler, birlikte olmayı önemsediler, müttefik olmayı başararak birleşik bir cephe hâlinde Avrupa'dan yola çıktılar. Çok zaman geçmeden müslüman dünyanın dağınıklığını gördüler. Büyük Selçuklu çınarı Melikşah'tan sonra zaafa uğramış, parçalanmış ve neredeyse her şehirde bir emîrlik ortaya çıkmıştı zira. Mezhep, meşrep ve menfaat kavgaları vardı; her şehirde bir vali ahkâm kesiyor, her ülkede başına buyruk bir yönetim at koşturuyordu. Müslümanların kılıçları ve dilleri de birbirlerini kesmekteydi.
Böyle bir dağınıklık içerisinde Haçlılar süratle ilerleyebildiler ve 8-10 yıl içerisinde dört büyük krallık kurdular. Bugün de reel politik denen düzlem üç aşağı beş yukarı böyledir. Bir tür kültürel ve siyasal araf içerisindeyiz. Bir eşiğe kadar gelmişiz ama ondan ileri, öteye geçebilmiş değiliz. Evet, birçok yerde direniyoruz, şükürler olsun. Lakin hâlâ birtakım nedenlerle birbirimizi kırmaya, boğazlamaya devam ediyoruz.
Zengi, Eyyubi, Baybars
İşte Nureddin Zengi o dönemde bu birliğin reçetesini bulmuş insandır. O yüzden kıymetlidir. Türklerin, Kürtlerin ve Arapların duyarlı olanlarını aynı çatı
altında toplamış; Bağdat'ın, Musul'un, Halep'in, Şam'ın, Kahire'nin kalbini ve kaderini birbirine bağlamadan mesafe kat edilemeyeceğini kavramıştır. Bu bağlamda sürekli vurguladığı birliği iyi kötü sağlamış ve ilk kez Haçlılara, Frenklere karşı savunmadan hücuma geçebilmiş, kendisinden sonra gelenlere de böyle güzel bir miras bırakmıştır. Sosyal tevhidi sağlamaya çalışmış, yüze yakın eğitim kurumu açmış, yetim kız çocuklarını bile okutmuş, dünyayı yakından izlemiştir. Kudüs'ün ve Konstantiniyye'nin fethini de bir hedef olarak öne çıkarmıştır. Kudüs için fetih minberini bile hazırlatmıştır.
Nureddin'in belki de en büyük eseri ve talebesi olan Selahaddin, onun birçok rüyasını gerçekleştiren eşsiz bir kahramandır. O da Nureddin'den sonra bozulan birlik ve kardeşliği tekrar inşa etmek için on iki yıl gecesini gündüzüne katmıştır. Frenklerin yanı sıra, müslümanlar arasında içeriden barikatlar oluşturan, düşmanla iş birliği yapan, direniş ve diriliş çabalarını akamete uğratan duyarsız ve soysuz emîrlerle, işbirlikçi hainlerle de mücadele etmiştir. Fırat, Dicle ve Nil kucaklaştığında her şeyin değişeceğini görmüş ve göstermiştir. Bunun için bir sabır kalesi inşa etmiştir önce.
Bir heyecan dalgası oluşturmaya çalışmıştır. Dört bir tarafa elçiler göndermiştir.
Nureddin Zengi gibi sürekli mektuplar yazdırmış; âlimlerden, müderrislerden, fakihlerden, sanatçılardan, bilge analardan yardım istemiştir. Bugünün ifadesiyle söylersek, etkili bir kamuoyu oluşturmaya çabalamıştır. Batılıların bile Allah'ın bir armağanı olarak gördükleri, hem kızdıkları hem de sevip kıskandıkları bir adamdır Selahaddin. Kudüs'ün fethinden sonra düzenlenen III. Haçlı Seferine göğsünü siper etmiş, dört yıllık inanılmaz bir mukavemetin ardından, kibirli kralları ve şövalyeleri rezil edip göndermiştir.
Kıpçak bozkırından Kahire'ye, kölelikten sultanlığa yürüyen Baybars'ın biyografisi de başlı başına bir ders ve ibret yumağıdır. Onun da henüz yirmili yaşların başında sahneye çıktığı belde Kudüs'tür. Aklı ve hayatı topluca ıslah etmeden düşmanı imha edemeyeceğini erken yaşlarda fark
ettiği söylenebilir. İskenderiye'deki su kanallarıyla da ilgilenmiştir Baybars, Şam'daki şehid analarıyla da. Mekke emîrini de izlemiştir, Alman imparatorunu da. Muhacir ve mülteciler için de koşturmuştur, Anadolu'daki Selçuklular ve Türkmen beyleri için de. Bu önderlerin üçü de öncelikle kendilerini değiştirip dönüştürmüş, kendi yapamadığını başkalarına buyurmamıştır. Üçü de esaslı bir merhale bilinci içinde yola koyulmuştur.
Üçü de dikkatleri önce dış düşmana çekmiş, zor durumdaki halka adalet ve merhametle yaklaşmayı önemsemiştir. Üçü de sade bir hayatı tercih etmiş, varlığını hürriyet ve felah davasına adamıştır.
Müslüman Şark'ın zorlu dönemlerdeki yıldızları
Bu güzîdeler, Müslüman Şark'ın, çok zorlu bir dönemde öne çıkan yıldızlarıydı şüphesiz. Kağşayan evi ayağa kaldıran, tarihin gidişatını değiştiren aktörlerdi. Zorluğa, çaresizliğe, karanlığa, ihanete, istilacıya diz çökmeyen; bahanelere sığınmayı reddeden kahramanlardı. Bir yönüyle, bugünkü
varlığımızı bile borçlu olduğumuz insanlardı. Nitekim bunu açıkça söyleyen Batılı tarihçiler, yorumcular var. Haçlı ve Moğol istilasına direnen bu adamlar olmasaydı, müslümanlık toplu bir yıkıma maruz kalacaktı, bugün belki de bir kasaba nüfusu kadar müslüman kalacaktı, diyenleri görüyoruz.
Zengiler, Eyyubiler ve Memlûkler birbirinin devamı aslında.
Büyük Selçuklu çınarının çökmesinden sonra dağılan, parçalanan, birbiriyle didişmeye başlayan evi onarıp tahkim ettiler. Kılıcın yanına kandili, kalkanı, kitabı, kalemi de getirdiler. İlme ve imara önem verdiler. Hayatın birçok ünitesini aynı anda ayağa kaldırmaya çalıştılar. Kâfirden çok müslümanlarla uğraşan katil Nizarîlerle/Haşhaşîlerle, çürüyen ve o zamanın emperyalistlerine yanaşan Şiî Fâtımîlerle de bıkıp usanmadan
mücadele ettiler. Yavuz Sultan Selim'le birlikte bu dünyanın tekrar birleşip dirildiğini, Osmanlı idaresinde asırlarca bir direnç ve selamet yurdu olarak hayatı ve dünyayı tanzim ettiğini söylemek mümkün.
Bu kardeşlik, dayanışma ve her alanda ayağa kalkma düşüncesinin bugün de azıcık yeşermesi bile hem coğrafyayı hem de bu topraklar üzerinde yaşayan insan unsurunu harekete geçirecektir. Fikrî ve fiilî işgaller karşısında bizi diriltecek, yeniden güçlü bir özne olmamızı sağlayacaktır. Bu noktada artık önemli olan tek bir kurtarıcının çıkmasını beklemek değil; etkili bir kadronun, hayatın çeşitli alanlarını ayağa kaldıracak nitelikli, samimi ve adanmış nesillerin yetişmesidir. Çabaya, birikime, kardeşliğe inanmaktır. İstilacıların çanağından beslenen işbirlikçileri sırtımızdan atıp savurmaktır. Yeis örtüsünü parçalamaktır.
Manevi bir toplanma ve yükselme karargâhı
Çare; belli şahısların etrafında ve mevzi mevzi ilerleyen kavgayı, bütüncül bir ıslah, inşa ve direnç hattına çevirmenin yollarını aramaktır. Bu yolu arayanlarla irtibatları güçlendirmektir. Çare, çok çalışmaktır. Ezilenlere, mahrumlara, yol gözleyenlere sahip çıkmaktır. Kafamızın kıymetli düşüncelerle, sahici tasalarla yanıp tutuşmasıdır. İşte Filistin; bu çabalar için temel bir güzergâh ve temsilî bir menzildir. Tarihte olduğu gibi zor zamanlarda bizi bir araya getiren ve yücelten bir adrestir.
Filistin, Gazze ve Kudüs'le ilgili müslüman dünyadaki, Arap coğrafyasındaki bazı yöneticilerin ne kadar duyarsız olduklarını, bu beldelerdeki sıkıntıya, faciaya hiç dikkat çekmediklerini, işgalciye kaş çatmaya bile yanaşmadıklarını görüyoruz. Hâlbuki Filistin ve özelde Kudüs, manevi anlamda bir toplanma ve yükselme karargâhı yeri bizim için. Tarih içinden konuşan bir ulak. Çağları aşarak gelen bir köprü. Bitimsiz bir bilinç ipi. Müşterek bir değer, hepimizin yüreğini titretmesi gereken çok yönlü bir simge.
Hürmet edilmesi, akla saplanmış bir ok misali sürekli hatırlanması gereken bir emanet. Kur'ân'da kendisine işaret edilen endermekânlardan biri orada. Herkes için ortak bir yeri, değeri, anlamı olan yapılar, simgesel değere sahip beldeler; mücadelede uyarıcı ve birleştirici bir rol oynuyor. Bize düşen yeni bir dönemeçte olduğumuzu görmek, bir taraftan öfkemizi bileyip hafıza inşasına önem verirken bir taraftan da güzel işlerin arısı olan samimi,
hünerli ve adanmış insanların sayısını artırarak artık uluslararası düzeyde köprüler, bağlar kurmak.
Önce, korku ve tezviratlardan fazlasıyla etkilenen zihnimizi onaracağız, ev ahalisini ıslah edeceğiz. Evi içeriden yakanın yakasına yapışacağız, onu yanımızdan kovacağız. Bunu yaparken gücümüz yettiğince istilacının karşısına dikilmekten de çekinmeyeceğiz. Zaafımız çok. Acımız fazla. Hainimiz bol. Derdimiz deryaya sığmaz. Fakat umudumuzun köküne de kimse kibrit suyu dökemez. Ye'se düşmek haram. Uyanmışlarımız, öncülerimiz, adamışlarımız eşliğinde her yerde ve her alanda direneceğiz; berren ve bahre ve cevven. Bir nebze de olsa böyle helallik isteyebiliriz şehid Gazze'den.