7 Ekim'de HAMAS tarafından İsrail'e karşı düzenlenen Aksa Tufanı operasyonunun düzenlenme amacı neydi?
HAMAS'ın 7 Ekim operasyonlarının hem İsrail-Filistin sorununda hem de Orta Doğu siyasetinde önemli bir kırılma noktası olduğunu söyleyebiliriz. 7 Ekim'den önce kısaca Gazze'den bahsedelim. Filistin, 2006'dan beri Gazze Şeridi ve Batı Şeria olarak birbirinden kopuk iki farklı toprak parçasında iki başlı olarak yönetiliyor. Bu tarihten beri HAMAS'ın yönetimi altında olan Gazze, sürekli İsrail saldırılarına maruz kalan, 27 senedir insanların, malların, hizmetlerin giriş çıkışının tamamen yasaklandığı, sadece İsrail'in iznine tabi tutulduğu bir ablukanın içinde 2 milyon insanın yaşadığı bir bölge. Bazılarının açık hava hapishanesi dediği bu bölge tam bir işkencehane durumunda. Son zamanlarda burada ciddi ekonomik, psikolojik ve hayati sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. İsrail'in ablukası ve belli aralıklarla gerçekleştirdiği saldırılarla beraber insanların gündelik yaşamlarını idame ettirmesine engel olacak çok fazla faktör baş gösteriyordu. Burada HAMAS'ın bir karar noktasına geldiğini görüyoruz. Ya artık Gazze'nin yönetiminden çekilecek ve az da olsa işleyen yönetim mekanizması felç olma noktasına gelecekti ya da bunu sona erdirmek ve İsrail'i masaya oturtmak için saldırı başlatacaktı. Ayrıca takip ettiğim kadarıyla halkın HAMAS'a bu yönde bir baskısı da vardı çünkü mevcut durumdahayat sürdürülebilir değildi. Bu yüzden HAMAS'ın uzun süredir caydırıcı gücünü göstermek ve İsrail'i masaya oturtmak için yaptığı önemli planı hayata geçirmeye karar verdi. Ayrıca, 7 Ekim'e geldiğimizde şunu söylemek lazım ki HAMAS kısa süre içerisinde İsrail tarafından gelecek bir saldırı istihbaratı da almıştı. Bu sebeple önleyici olarak böyle bir saldırı gerçekleştirdi ve bence büyük başarılar elde etti.
Peki, bu saldırıya neden bir milattır diyoruz? HAMAS'ın elde ettiği başarılar neler?
Bildiğimiz gibi 70 senedir Araplar, Müslümanlar ve ezilen tüm halklar için sembolik bir mücadele olan bir Filistin davası vardı. Fakat 2011'de başlayan Arap devrimleri sonrasında Filistin artık bir dava olmaktan, hatta bir sorun olmaktan çıkmıştı. Bu yüzden HAMAS'ın 7 Ekim saldırıları Filistin'i dava olarak geri getirdi. Bu dava, dünya kamuoyunda tarihin hiçbir döneminde bu kadar destek bulmamıştı. Endonezya'da 2 milyon kişi toplandı mesela. Batı ülkelerinde yüz binlerce insan tepki gösteriyor. Evet, Filistinli insanlar hayatlarını kaybediyor. Ancak dün de kaybediyorlardı, bugün de kaybediyorlar. Şu ana kadar kayıp tek yanlıydı. Bugün İsrail'in katliamları devam ettikçe İsrail ve Batı her anlamda daha fazla kaybedecek demektir. Bana sorarsanız İsrail sadece Gazze'yi hapishaneye dönüştürmüyor, kendi etrafına da bir hapishane inşa ediyor.
HAMAS'ın İsrail ilişkilerinde ne kazandığına gelirsek… Öncelikle, 7 Ekim saldırısı İsrail'in yenilmezlik mitini yerle bir etti. Siyasal bağımsızlığın ilan edildiği 1948'den beri hiçbir devlet İsrail'e HAMAS'ın 7 Ekim'de birkaç saatte verdiği zararı verememiştir. Ayrıca "Iron Dome" (Demir Kubbe) dedikleri hava savunma sisteminin işlemediğini gösterdi. Sadece güvenlik güçlerinin değil, öve öve bitirilemeyen İsrail'in istihbaratı MOSSAD'ın da büyük bir zaaf gösterdiğini görüyoruz. Diğer yandan ise HAMAS'ın da istihbarat toplayabildiğine şahit olduk. Çünkü HAMAS o gün sorunsuz bir şekilde içeri girip rehineleri alıp geri dönebildi. Bu herhangi bir devletin sınırlarının içine girmek değil, bir savaş makinesinin içine girip çıkmak anlamına geliyor ve bunu yapabildiklerini göstermek onlar için çok büyük bir başarı. Bu kadar vahşet ve katliam görüntülerine tanıklık etmemizin sebebi de bu; İsrail'in aldığı darbe çok büyük.
İsrail'in saldırılarında sivillerin hedef alındığını, uluslararası hukukun tamamen çiğnendiğini görüyoruz. İsrail bu gücü Batı'dan mı alıyor?
İsrail'in siyasal ideolojisi Siyonizm'dir ve Siyonizm kutsal bir ırkçılıktır. Netanyahu ve ABD'deki Temsilciler Meclisi, İsrail saldırılarına, soykırımlarına, dünyanın geri kalanını umursamamaya gerekçe olarak Kitab-ı Mukaddes'ten ayetler okuyor. Bugün İsrail hem savaş suçu hem insanlığa karşı suç hem de soykırım suçu işliyor. Hitler'in yaptığı ne kadar soykırımsa bugün İsrail'in yaptığı da o kadar soykırımdır. Fakat İsrail yanlısı lobilerin öncülüğünde antisiyonist her söylemin antisemitik olarak pazarlandığı bir algı operasyonu yürütülüyor. Birbirinden farklı bu iki kavramın çıkış noktasının Avrupa olduğunu unutmamak lazım.
Bugüne baktığımızda Batı ile İsrail siyasetinde bir paralellik olduğunu görüyoruz. Bu paralellikte var olan tipik Siyonist siyasetin de "aşırı sağın aşırı sağı" diyebileceğimiz bir yelpazede olduğundan söz ediyoruz. Dolayısıyla İsrail ve Batı ülkelerinde ılımlı, rasyonel, aklıselim bir siyasetçi ve siyaset damarı kalmadı. Aşırı milliyetçi, sığ, ideolojik, tıpkı Nazizm ve faşizmde olduğu gibi seküler ya da dini temellere dayanan saplantılı bir maneviyatçılığın hakim olduğu yönetimler ortaya çıkıyor. Bu yüzden yapılan bu vahşete hiçbir Batılı devlet tepki vermiyor, çünkü Macron da aynı zihniyette, Biden da. Bütün Batılı siyasetçiler "İsrail'in bu saldırılarında hiçbir kırmızı çizgisinin olmayacağına saygı gösteririz, destekleriz" diyorlar. Sadece söylemsel veya diplomatik bir destek değil, İsrail güvenlik güçlerine doğrudan şartsız fiili destek veren bir Batı dünyası söz konusu. Dolayısıyla Gazze'de gerçekleştirilen vahşet sadece Siyonist İsrail'in değil, bütün Batı dünyasının ortak suçudur, hepsi eşit derece sorumludur. Netanyahu ne kadar sorumluysa Biden da, diğer Batı yönetimleri de o kadar sorumludur.
İnsan hakları, demokrasi gibi kavramlar Batı devletlerince çok kullanılırken söz konusu Filistin olduğunda neden bir anlam ifade etmiyor?
Batılı devletler "savaş suçu" ve "insan hakları" gibi kavramları sadece siyaseten araçsallaştırabildikleri noktada kullanırlar. Tabiri caizse küresel sistemde orman kanunu uygulaması hâkim. Küresel sistemin kendisi maalesef tüm bu katliama, uluslararası hukukun yok sayılmasına müsaade ediyor. Batı'daki temel felsefe şudur: Güçlü yapabileceğini yapar, güçsüz katlanmak zorunda olduğuna katlanır. Hiçbir kuralları yok. Uluslararası hukukun pek bir anlamı yoktu, ancak bugünlerde hiçbir anlamı kalmadı.
Mesela, yakın geçmişte uluslararası hukukun çiğnendiğine şahit olduğumuz olaylar var. Trump zamanında ABD, Kudüs'ün İsrail'in başkenti olduğuna dair bir kararı uygulamaya aldı. Yine ABD, Suriye'ye ait olan İsrail'in işgali altındaki Golan Tepelerinin İsrail tarafından ilhak edilmesini tanıdığını söyledi. Batılı yönetimlerin hiçbir insani ve ahlaki temeli olmayan bir noktaya geldiğini görüyoruz. Geçen sene Ukrayna konusunda Rusya'yı savaş suçu ve soykırım ile suçlayan Batılıların bugünkü İsrail söylemlerine bakarak ne kadar ahlaksızca bir siyaset yaptıklarını görüyoruz. Birleşmiş Milletler'in Portekizli Hristiyan genel sekreteri çaresizlikten ağlayacak duruma geldi çünkü bu yaşananları kimseye işittiremiyor ve üzerine Siyonist yetkililer onu antiseminist olmakla suçluyor. Dolayısıyla bu yapı da işlevsiz hale geldi. Hukuktan, kuraldan, diyalogdan bahsetmenin zamanı geçti.
Amerika başta olmak üzere Batı dünyasındaki İsrail yanlısı lobi, evanjelist Hristiyanları da kapsayan çok farklı skalada bir araya gelmiş bir ittifaktır. Ortak beklentileri ve duruşları İsrail yanlılığıdır. Mesela ABD Senatosu'nda İsrail'e destek paketi sunulduğunda 100 senatörün 99'u bu taslağın altına imza attı, imza atmayan Kentucky senatörü de tasarıyı desteklediğine dair açıklama yapmak zorunda kaldı. Oylamada ise 97 senatörün tamamı yardım paketi lehine oy kullanarak taslağı senatodan geçirdi. Peki, Amerikan senatosunda bu paketi desteklemeyen bir kişi yok mudur? Bana göre mutlaka var. O zaman neden bu paketi hepsi destekliyor? Korku. O pakete karşı çıkmayı, hatta tartışma haline getirmeyi kimse cesaret edememiştir.
Temsilciler Meclisi'nde Filistinli bir hanımefendi var ve şu anda onun vekilliği sonlandırılmak isteniyor, konuşmalarına sansür uygulanıyor. İsrail yanlısı bir tasarıya muhalefet etmeyi bırakın, çekimser kalma hakkınızın olmadığı bir Batı var. Batı denildiği ve zannedildiği gibi çok sesli değil, aksine tek sesli bir dünyadır. Yaklaşık 20 sene önce dünya çapında nam salmış iki Amerikalı akademisyenin yazdığı "İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası" makalesi vardı. Burada şunu söylüyorlar: "ABD şu an daha çok İsrail çıkarlarına hizmet ediyor." ABD'deki İsrail yanlısı lobi dolayısıyla ABD hükümeti dış politikayı kendi halkının menfaatlerine göre değil, İsrail'in menfaatlerine göre yürütüyor. ABD hükümeti her sene İsrail'e 3,8 milyar dolar karşılıksız yardım gönderiyor. Bunun haricinde şu anda yine karşılıksız İsrail'e kendilerini savunmaları için milyar dolarlar yollanıyor. İlaveten Beyaz Saray'ın çıkardığı yardım paketleri de var. Bu ilişkinin dünyada ikinci bir örneği yok.
Batı'nın bu tutumuyla kendi çöküşünü hazırladığını öne süren tezler var. Buna katılıyor musunuz?
Son 30 senede Batı ve Amerikan hegemonyasında gerileme zaten vardı. 1991 yılında Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonram herkes bunu hem ekonomik hem siyasi anlamda Batılı liberal değerlerin zaferi olarak okudu. Fakat şu anda Batı ne liberaldir ne de serbest piyasa ekonomisine saygılıdır. Batılı devletler oldukça sığ, yanlı, duygusal ve irrasyonelitenin ön planda olduğu rejimlerle yönetilmeye başlandı. Bugün Batı, korumacı ekonomik politikalar uygulayan bir sisteme dönüştü. Dünya Ticaret Örgütü'nde aleyhine en fazla dava açılan ülkelerden biri ABD'dir çünkü serbest ticaret ilkelerine riayet
etmiyor, kotalar uyguluyor, bir sürü engel çıkarıyor. Liberal demokrasiden feragat ettikleri gibi politikalarında aşırı sağcılaşma ve aşırı milliyetçileşme görülüyor. Bir tarafta Filistinli Müslümanlar soykırımdan geçirilirken diğer tarafta Batılı devletlerde yaşayan Müslümanlara yönelik saldırılarda ve devlet baskılarında ciddi bir artış izleniyor. Yani dünyada hem Müslümanların soykırımdan geçirildiği hem Batılı devletlerin ülkelerindeki Müslümanlara baskılarını artırdığı hem de toplumlarda bazı kesimlerin Müslüman avcılığına çıkmışçasına sözlü ya da fiziksel saldırılarda bulunduğu görülüyor. Batı bunları kendi için yapmıyor çünkü Müslümanlar tarafından Batı'ya bir saldırı yok. Batı tüm bunları İsrail'in hatırına yapıyor ve bu da hiçbir şekilde rasyonel değil. Peki, İsrail'e verilen tüm desteğin kendi halklarına bir faydası var mı? Yok. Hatta bu olaylara tepki olarak Amerikalı lar ve Amerikan kurumları Orta Doğu'daki devlet ya da devlet-dışı aktörler tarafından hedef alınmaya başladı. Dünyada da haklı olarak "anti-ABD" ya da "anti-Batı" tepkiler yükseliyor ve Batı karşıtı blok bilenmeye başlıyor. Bu süreç böyle devam ederse sadece İsraillilere değil, Yahudilere artık kimse normal bir gözle bakmayacak. Bu yüzden ABD'de Yahudiler "Not in my name" (Benim adıma değil!) diyor çünkü tüm Yahudiler birer hedef haline gelebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da ısrarla Batı'ya şunu söylüyor: "Sizin yaptığınız açıklamalar, izlediğiniz siyaset dünyayı medeniyetler çatışmasına götürüyor."
Batı İsrail'i bu kadar desteklerken Arap devletlerindeki bu sessizliğin ve tepkisizliğin sebebi nedir?
Arap devrimleri sürecinden sonra yaşanan gelişmeler bizi bu noktaya getirdi. Şöyle başlayalım; 7 Ekim'e kadar İsrail tarihinin yaşadığı en rahat dönem Arap isyanlarından sonraki bu 10 yıllık dönemdir. Çünkü Arap siyasetinin öncüsü olan hiçbir devlet kalmadı. 1973 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonra Suudi Arabistan lideri Kral Faysal İsrail'i destekleyen devletlere petrol ambargosu uygulamıştı. O dönem Suudi Arabistan petrole daha da bağımlı olmasına rağmen bu riski aldı ve onun bu tavrı Batıda ve dünyada ekonomik-siyasal bir depreme yol açtı. Benzer şekilde 1969'da Mescid-i Aksa'nın yakılma teşebbüsü sonrasında İslam İşbirliği Teşkilatı'nın kurulmasına giden sürecin başlatıldığı bir Filistin davası vardı. O günün şartlarında 57 üyesiyle dünyadaki Müslümanları temsil eden bu teşkilatın kuruluş sürecinin başlatılması siyasi bir zaferdi. Örgütün yasasında "Örgütün asıl merkezi Kudüs'tür. İşgalden kurtulana kadar Cidde'dir" yazar. Günümüzde ise Arap dünyasında Filistin sorununu siyaseten bu şekilde yürütecek hiçbir aktör yok. Batılıların "Arap Baharı" dediği baharın kışa çevrilmesi Temmuz 2013'te Mısır'daki askeri darbeyle başladı. Arap halklarının kendi kaderlerini tayin etme hakkının engellenmesine bir müdahaleydi bu. Mısır bir ağır sıklet oyuncudur, en büyük Arap devletidir, fakat bu gücü engellenmiş oldu. Bu süreçlerde Müslüman Kardeşler, Yemen'deki Islah, Tunus'taki Nahda gibi ana akım İslami akımlarının tamamı ya ortadan kaldırıldı ya da işlevsizleştirildi. Bu pasifize olma durumundan sonra Arap sokaklarında Filistin'i bir dava olarak haykıracak örgütlü kesimler kalmadı. Arap milliyetçiliğinin ve İslam'ın temsilcisi diyebildiğimiz bütün aktörler yok oldu.
Şöyle bir örnek verelim; Trump zamanında ABD ve İsrail'in başlattığı ve "The Deal of the Century" (Asrın Antlaşması) dedikleri uygulanamayan bir proje vardı. Bu projede Filistin Devleti ihtimali ortadan kaldırılmıştı ve "iki devletli" söylem yok edilecekti. Arap devletleri doğrudan ya da dolaylı bu projeye destek vermişti. İkinci olarak ise ABD'nin inisiyatifinde bazı Arap devletleri İsrail ile "İbrahim Anlaşmaları" imzaladı. Bu anlaşmalarda Filistin'in adı geçiyordu fakat Filistinliler masaya hiç oturmadı. Filistin topraklarıyla ilgili karar alınırken Filistinlilerin menfaatleri dikkate alınmıyordu. Yani Arap devletleri İsrail ve Batılı devletlerle ilişkilerini geliştirme karşılığında Filistin davasını masada sattılar. Dolayısıyla Filistin bir sorun değil bir araç haline geldi. Zaten bazı Arap rejimlerinin HAMAS ile arasının iyi olmadığını, HAMAS'ın ortadan kalmasına razı olduklarını da biliyoruz. Ayrıca Tunus ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde de şu an önemli sosyolojik değişimler yaşanıyor. Diğer yandan şu anda bütün imkanlarını seferber ederek Filistin yanlısı siyaset izleyen birkaç devlet var. Onların başında Cezayir geliyor. İsyanlardan etkilenmeyen, Arap milliyetçiliğinin temsilcisi olan bir devlettir. Aynı şekilde Katar ve Kuveyt de ekonomik ve diplomatik imkânlarını seferber ediyor. HAMAS'ın diplomatik olarak dünyaya açılan kapısı Katar'dır ve pek çok HAMAS lideri Doha'da yaşar.
Röportajın başında bugün bir kırılma noktası yaşadığımızı söylediniz. Bu ne anlama geliyor?
Bölgede hala ciddi bir belirsizlik hâkim. İsrail'in amacı her ne ise buna ulaşmak için askeri güç kullanıyor ama onu da beceremiyor. İsrail'in istediği gibi Gazze Filistinsizleştirilebilir mi? Bunun gerçekleşme ihtimalinin olmadığını düşünüyorum. Söyledikleri gibi HAMAS'ı bitirebilir mi? Bu da mümkün görünmüyor. İsrail'in kendi kayıplarını açıkladığı veriler de yalan. Gerçek rakamlarını saklıyorlar. Burada bir tırmandırma siyasetinden bahsediyoruz ve bir sonraki adımın nasıl tepkiler doğuracağını bilmiyoruz. "Yeter artık" diyecek Arap ya da Müslüman ülkeler çıkabilir. Diğer yandan Batılı halkın bu saldırılara giderek daha yüksek tonda verdikleri tepkiler dolayısıyla Batı siyaseti de dönüşmeye başladı. Ateşkes gibi durumları istemeden de olsa
söyler hale geldiler.
Uluslararası siyasetin de etkilendiğini gördüğümüz için Çin ve Rusya da dâhil olabilir. Dünya bir bölünmenin eşiğine gelmiş durumda. Ben Batı'da orta vadede iki gelişme bekliyorum. Müslüman sıfatını taşıyan milyonlarca insan Batı'da yaşıyor. Orada barış içinde bir arada yaşama kültürünü ortadan kaldıracak ve dolayısıyla Batı toplumlarının huzurunu bozacak, belki yok edecek hareketler karşımıza çıkıyor. Bu yüzden aşırı sağcı siyaset kaybedecek. Daha rasyonel, sol liberal aktörlerin geri dönüş ihtimalleri çok yüksek çünkü mevcut aşırı sağcılığın Batı'yı götürdüğü yer hiç iyi bir yer değil. Diğer beklentim ise yakın zamanda Batı'da Siyonist olanla olmayanın ayırt edilemeyeceği ve antisemitizmin yeniden ortaya çıkabileceği gerçeği. Batı dünyasında öyle bir ruh var ve bu ruh halk tarafından yer altından yeryüzüne çıkarılabilir. Bu İsrail yanlılığının ileride tüm devletlere zarar vereceğini düşünüyorum.
Bu süreçler Ukrayna Savaşı'nı da etkileyecektir çünkü Ukrayna'nın başında fikri anlamında Siyonist bir cumhurbaşkanı var. Zelensky, İsrail'i savunarak kendi davasının meşruiyet temelini zedeledi ve artık masum Ukrayna halkına destek için küresel anlamda bir çağrı yapamaz çünkü cumhurbaşkanı olduğu ülkenin menfaatlerini zedeledi, Siyonist menfaatleri temsil eden bir siyaset izliyor. Öbür tarafta Yahudi halkı savaşta kayıp verdiği için daha ne kadar kayıplara tahammül edecek? Zaten Netanyahu istenen bir lider değil ve savaş biter bitmez Netanyahu'nun da siyasi hayatının kesinlikle biteceği bekleniyor. Tıpkı Batı'nın desteğiyle gelip yine Batı'nın desteğiyle orada kalan Zelensky'nin de siyasi hayatının biteceği gibi.
Türkiye'nin bu süreçlerde izlediği politikayı nasıl yorumluyorsunuz?
Türkiye, Filistin topraklarında yaşanan gelişmelere yönelik en rasyonel temeller üzerine inşa edilmiş siyaseti izleyen devletlerden biridir. Yine garantörlük sisteminin uygulanması çağrısında bulunarak somut öneriler getiren tek devlet de Türkiye'dir. Eğer sıcak çatışma yaşanmayacaksa elimizde iki alternatif kalıyor. İlki barışçıl diplomatik yöntemler kullanmak olacak fakat bu yöntemin İsrail'de işe yaramadığını biliyoruz. Diğer alternatif de zorlayıcı diplomatik yöntemlere başvurmak, yani gücü dolaylı yoldan kullanma tehdididir. Bu öneriye göre önce ateşkes sağlanacak, sonra insani yardımlar yapılacak, son olarak da 1967 sınırlarında bir devlet inşasının gerçekleştirilmesi planlanacak. Türkiye oldukça rasyonel, uluslararası hukuka uygun adımların atılması teklifinde bulunuyor. Siyasetin haricinde Türkiye hem Gazzeliler için insani yardımların toplanması ve ulaştırılmasında hem de Anadolu Ajansı ile TRT başta olmak üzere Türk medyasının sahadaki verileri ve haberleri dünya kamuoyuna sorunsuz bir şekilde ulaştırılmasında hayati bir rol oynadığını ifade etmek gerekir. Dolayısıyla hem gündemin belirlenmesi hem de doğru bilgilerin yayılmasında çok önemli işlevler yerine getirmektedir. Yine Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan'ın diğer ülkelerle görüşmelerinde tek başına davranmaktan ziyade bölgesel bir tepki vermekten bahsetmesinde rasyonaliteyi görüyoruz çünkü Türkiye tek başına somut bir adım atamaz. Bu yüzden ısrarla Arap ve Müslüman devletlerin ortak bir adım atması gerektiğini vurguluyor. Türkiye sözde kalacak değil, sahada karşılığı olan, dengeleri değiştirebilecek somut öneriler barındıran adımlar atmaya çalışıyor.
Prof. Dr. Muhittin Ataman kimdir?
Prof. Dr. Muhittin Ataman, 1992'de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdikten sonra 1994-1996 arasında Central Oklahoma Üniversitesi'nde yüksek lisans, 1996-1999 arasında Kentucky Üniversitesi'nde doktora çalışmalarını tamamladı. 2001'den 2014'e kadar Abant İzzet Baysal Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yaptı. 2012-2014 arasında Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) Genel Sekreteri olarak görev yaptı. Aynı dönemde Yükseköğretim Kurulu'nda Başkan Danışmanı ve Dış İlişkiler Birimi Koordinatörü olarak çalıştı. 2011'den beri SETA düşünce kuruluşunda çalışıyor. 2014-2020 yılları arasında TRT Haber televizyon kanalında yayınlanan haftalık dış politika programlarına (Açı, Dışa Bakış, Küresel Siyaset, Küresel Analiz ve Stratejik Analiz) daimî katılımcı ve yorumcu olarak katkı sağladı. 2017'den beri Daily Sabah'da köşe yazıları yazan Prof. Ataman, Insight Turkey ve Orta
Doğu Yıllığı dergilerinin editörlüğünü yürütüyor. Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Bölüm Başkanı olarak görevine devam ediyor. Prof. Ataman'ın çalışmaları ulusal ve uluslararası ölçekte yayınlanan çok sayıda Türkçe, İngilizce ve Arapça dergi ve derleme kitapta yayınlandı. Dünya Çatışma Bölgeleri, Küresel Güç ve Refah, July 15 Coup Attempt in Turkey, Doğu Akdeniz ve Türkiye'nin Hakları, Libya Krizi, Kudüs: Tarih, Din ve Siyaset, Çıkmazdan Çözüme Karabağ Sorunu adlı derleme kitaplara imza attı.