Son yıllarda gittikçe artan LGBT+ örgütleri dünyanın birçok yerinde varlıklarını kabullendirmek için İslam'ı kalkan olarak kullanıyor. İslam ve LGBT+ mensuplarının birbirini reddetmesinin dışında tartışmaların önemli bir boyutunu gündeme taşıyanlar ise üçüncü bir taraf olarak ortaya çıkan dindar LGBT+ mensupları ve dindar destekçileri. Fransa'da yaşayan Cezayirli sözde eşcinsel imam Ludovic Mohamad Zahed'in geçtiğimiz günlerde Türkiye'de bir konferansa çağırılmasıyla başlayan tartışmalar ve tepkiler konferansın iptal edilmesine neden olsa da tartışmalar bitecek gibi görünmüyor.
Madalyalı British Territorial Army (TA, İngiltere Gönüllüler Ordusu) askeri, 2010'da 28 yaşındayken geçirdiği beden geçişi ameliyatı sonrasında Lucy Vallender ismini aldı. 2012'de İslam'ı seçerek din değiştirdi; tesettüre girdi, alkolü bıraktı. 2013'te de Müslüman bir erkek olan Murad ile evlendi. Camilerin kadınlar bölümünde namaz kılmak istediğinde dışlandığını, tepki aldığını, durumunun Müslümanlar tarafından kabullenilmediğini pek çok kez dile getirdi. UK Black Pride (Birleşik Krallık Kara Onur) hareketinin LGBT+ kolundan bir Müslüman olan Pav Akhtar ise "Pek çok LGBT, varoluşlarından ötürü toplumdan ve İslam'dan dışlanıyor. Bu kabul edilemez," diyerek Lucy Vallender'a yönelen tepkileri kınamıştı. "Benim şahsi fikrim üçüncü bir cinsiyetin kabul edilmesi gerektiği yönünde. İslamî bakış açısında ise insan ruhu genellikle aseksüel veya biseksüel olarak tarif edilir" diyerek Kuran'daki Lut (as)'ın kavmine yönelik ayetleri bambaşka bir yorumla okuduklarını gösterdi.
Bu yıl 17 Mayıs'ta Kanada'nın Uluslararası Homofobi, Transfobi ve Bifobi Karşıtı Günü'nde, Western Üniversitesi'nin bir afişi, başörtülü iki Müslüman kadını öpüşmenin eşiğinde resmediyordu. Birçok başka Kanada üniversitesi ve lisesi, posterin "aşkta çeşitliliği" teşvik etmenin bir yolu olarak yayılmasına izin verdi. Posterde ayrıca iki ırklı eşcinsel çift, siyah heteroseksüel çift ve tamamen engelli ve bir engelliden oluşan çiftin yanı sıra iki Müslüman kadının cinsel yakınlaşması da bulunuyordu. Birçok Kanadalı Müslüman, bu afişin yayınlanmasından sonra öfkelendi ve İslam'da açıkça yasaklanan bir amaç için bir Müslüman sembolünün yani başörtüsünün kullanıldığını düşündüler. Müslümanlar örgütlendi ve lisedeki genç öğrencilerden Müslüman örgütlerin liderlerine kadar binlerce kişinin imzaladığı bir dilekçe ile üniversitenin afişi indirmesini talep ettiler. Üniversite, konunun tartışmalı olduğunu kabul etti ancak afişin kalmasında ısrar ederek dilekçeye karşı çıktı.
Konuyla ilgili yayınlanan LGBTQ Nation makalesi şu ifadeyle bitiyordu: "Müslüman kültürü doğası gereği eşcinsel karşıtı değildir. Kuran eşcinsellik hakkında hiçbir şey söylemez (İncil'in aksine). İslam tarihi eşcinselliği güzel, gerçekçi bir şey olarak açıkça tasvir eden metinlerle doludur. Pew Araştırma Raporu'na göre "Hristiyan Evanjelikler, Protestanlar ve Mormonlardan daha fazla Amerikalı Müslüman eşcinsel evliliği destekliyor."
Makale afişe itiraz eden Müslümanları gereksiz yere "homofobik" olarak tasvir ediyor, kendi dini kitaplarının ve tarihlerinin kınamadığı güzel bir durumu (!) protesto ettiklerini söylüyordu. Ancak sonunda üniversite Müslümanların taleplerine boyun eğdi ve afişi indirdi.
Propagandanın en işlevsel malzemesi olarak kavramların içini boşaltmak
Almanya'daki www.lıebe-ıst-halal.de (Aşk helaldir) sitesinden LGBT+ propaganda faaliyetlerine devam eden İbn Rüşd - Goethe Camii, sadece bir ibadethane olmakla yetinmeyip bir dernek olarak çalışmalarını sürdürüyor. Daha önce kadınların başörtüsüz ve erkeklerle birlikte namaz kılması gibi birçok uygulamayı gerçekleştiren cami, geçtiğimiz temmuz ayında Onur Haftası etkinliklerinin başlamasıyla birlikte LGBT+ topluluklarını desteklemek için gökkuşağı bayrağını asan ilk cami oldu. Almanya sokaklarını LGBT+ propagandası yapan raket ve afişlerle donatan cami, birçok siyasetçi, akademisyen ve medyatik kişilerden de destek alıyor. Caminin kurucusu avukat ve kadın hakları aktivisti Seyran Ateş cami için "Kadın, erkek, Sünni, Şii, heteroseksüel ve eşcinsel herkesin yan yana dua edebileceği bir yer olacak" diyor.
"Ailem benim lezbiyen olduğumu kabullenmiyor. Ama buna rağmen onları seviyorum" metni yazarken yüzü karartılmış ve eline gökkuşağı renklerinden oluşan yelpazeli kadının fotoğrafının yanında "Kadınlardan hoşlanıyorum, erkeklerden de hoşlanıyorum. Ve inancımdan da!" cümlelerine yer veriliyor. Burada asıl vurgulanması gereken nokta ise Seyran Ateş'in Almanya İslam Konferansı'na katılan isimlerden biri olması. Almanya bu örgütü toplumda önemli bir karşılığı olmamasına rağmen büyük dini cemaatlerle aynı kefeye koyuyor. Çünkü Müslümanların taleplerini böyle toplulukları ön plana alarak sabote ediyor, anayasada var olan haklarını öteliyorlar.
Türkiye'de de böyle gruplar seslerini yükseltmeye başladılar. Müslüman Eşcinseller Derneği, kısa adıyla "Meşcid", LGBT+ örgütlerinin dine saldıran tavrına karşı da bir tepki gösterilmesini savunuyor. Toplum tarafından nasıl dışlanıyorlarsa LGBT+ örgütleri tarafından da dindar oldukları için dışlandıklarını, üçüncü bir yolun mümkün ve eşcinselliğin terapi ile tedavi edilebilir bir durum olduğunu söylüyorlar. Müslüman Feminist Kadınlar Derneği "Havle" de LGBT+ destekçileri arasında yer alıyor.
İslam'ın LGBT+ propagandasında kullanılması!
Örnekler çoğaltılabilir ama asıl anlaşılması gereken Kuran'da Lut (as) kavmine yönelik ayetlerin farklı bir şekilde yorumlanarak İslam'ın LGBT+ propagandasında bir kalkan olarak kullanılmasıdır. Altında yatan psikolojik etkenler bir yana küresel bir politikaya hizmet eden bu yaklaşım ahlaki bir söylem olarak sunuluyor. Cinsel arzular ve davranışların öncelikle eşitlik, haysiyet ve insan hakları sorunları olduğuna ve örgütlü LGBT+ hareketinin hedeflerine yönelik herhangi bir muhalefetin bu üç değere muhalefet oluşturduğuna inanmamız sağlanıyor. Ancak çağdaş LGBT+ söylemi, eşitlik, adalet, insan hakları ve merhameti anlamlarını kökten değiştirerek tanımladı. Anlayıştaki bu değişimin nasıl meydana geldiğini anlamak için Batı kültür tarihinin son birkaç on yılına bakmamız gerekiyor. Artık birçok kavram kendisinden çok başka anlamlara geliyor. Ne yazık ki LGBT+ konuşmalarını papağan gibi tekrar eden Batılı Müslümanlar, ahlaki duyarlılıklarının çoğunun, dini ilkeleri yok etmek için kasıtlı bir gündeme sahip insanlar tarafından şekillendirildiğinin farkında değiller.
1989'da nöropsikolog Marshall Kirk ve pazarlama ve reklam yöneticisi Hunter Madsen tarafından yazılan After the Ball: How America Will Conquer Its Fear and Hatred of Gays in 90's adlı kitap, Batı toplumlarında eşcinselliği normalleştirmek için bir manifesto işlevi gördü. Yazarlar kitabın başlarında cesurca şunları belirtiyordu: "Bu kitapta ana hatlarını çizdiğimiz kampanya, karmaşık olsa da merkezi olarak, psikoloji ve reklamcılığın köklü ilkelerine sıkı sıkıya bağlı olan arsız bir propaganda programına dayanır." Kirk ve Madsen kampanyalarında duyarsızlaştırma ilkelerini kullandılar. Yazarlar, "Heteroseksüeller duşu kapatamıyorsa, en azından sonunda ıslanmaya alışabilirler" diye espri yaparak "dönüştürme" kavramları üzerine şöyle yazdılar: "Ortalama bir Amerikalının duygularının, zihninin ve iradesinin medya propagandası ile planlı bir psikolojik saldırı yoluyla dönüştürülmesini amaçlıyoruz."
Rızamız varsa her yol mubah mı?
Seçim ve rızanın fetişleştirilmeye başlandığı modern dünyada "rıza" kavramı "Müslüman" LGBT+ ve destekçileri için kilit kavramdır çünkü bu kavrama dayanarak Kuran'daki ayetleri geleneksel anlayışın dışında yorumlarlar. Yasaklananın eşcinsellik değil tecavüz olduğunu iddia ettikleri ayette Lut (as) kavmi şehirlerini erkek kılığında ziyaret eden Allah'ın elçilerine (melekler) zorla meyletmişlerdir. Eğer suçları tecavüzse, o zaman neden Lut (as) kızlarını (halkın kadınlarını) onun yerine kendi halkına teklif etsin? Alternatif olarak kadınların sunulması eşcinsel ilişkiye karşı bir tepki değil midir? Tecavüzün karşısında sunulması gereken kadınlara yaklaşmak değil, tecavüz edilmemesidir. Yani meselenin rıza almak meselesi olmadığı çok net anlaşılmaktadır. Kaldı ki Lût kavminin en büyük suçu, meleklere tecavüz olamazdı. Çünkü melekler, uzun zamandır meşgul oldukları "kadın yerine şehvetle erkeklere yaklaşma" suçundan dolayı onları cezalandırmak için gönderilmişlerdi.
Yalnızca çağdaş Batı liberalizminde arzular, davranışlar ve kimlikler ayrılmaz bir şekilde kaynaşmıştır. LGBT+ kimlikler bu paradigmadan doğdu. Arzular ve eylemler arasındaki ayrımdan kaçınmak ahlaki açıdan sorunludur çünkü bir arzunun salt varlığı asla ona göre hareket etmek için ahlaki bir gerekçe olamaz. Bunun yerine herhangi bir arzuya göre hareket etmenin ahlaki durumunu değerlendirmek için bağımsız ahlaki kriterlere başvurmalıyız. Cinsel Devrim sonrası Batı için bu kriter rızadır; iki yetişkin rıza gösterdiği sürece, aralarında paylaşılan eylem haklı ve tartışılmaz olarak görülüyor.
"Müslüman" LGBT+ bireylerin görmezden geldiği çelişkiler
Öncelikle İslam'ın cinsel kimlikleri değil cinsel eylemleri helal ve haram olarak sınıflandırdığını belirtmemiz gerekiyor. İslam'da kişiler cinsellikleri ile tanımlanmaz ve normatif İslami kaynaklar ile gelenekler, insanları bir "cinsel kimlik" açısından ayıracak hiçbir terime sahip değildir. İnsanları hissettikleri arzulara göre değil, Allah tarafından yaratılmış olmalarına göre yüceltiriz. Cinsel kimlik paradigması doğası gereği İslam ile bağdaşmaz. Cinsel kimlik normunu kabullenmemek insanları varoluşlarının tek bir yönüne, yani cinsel arzularına indirgemekten kaçınmamızı sağlar.
Ali Ayten ve Evrim Anık tarafından kaleme alınan "LGBT+ Bireylerde Dinî İnanç, Din ve Tanrı Tasavvuru, Dinî ve Manevî Başa Çıkma Süreci" adlı makalede yapılan bir araştırmaya göre; LGBT+'lilerin 12'si (yüzde 40) kendisini Müslüman olarak tanımlarken, 1'i (yüzde 3) "Alevi", 5'i ( yüzde 17) "deist", 3'ü (yüzde 10) "panteist", 3'ü (yüzde 10) "ateist", 3'ü (yüzde 10) "agnostik" ve son olarak 3'ü (yüzde 10) kararsız olarak tanımlıyor. Bu bulgulardan hareketle, LGBT+ bireylerin büyük çoğunluğunun bir yaratıcıya inandığı söylenebilir. Katılımcılardan bazıları kurumsal bir dinî yapıdan uzak olma durumlarını duygusal tepkilerini ve bu tepkileri sorgulama sürecini de dâhil ederek ifade etmişlerdir. İnançlı LGBT+ bireylerin pek çoğu, kurumsal dinin yanında bireysel dinî bir anlayış, bir tür maneviyat anlayışı ortaya koymuşlardır. Bu durum kesin sınırları belli olan kurumsal dinden, bireysel olan maneviyat alanına kaçış olarak yorumlanabilir. LGBT bireyler, var olan kitabi bilginin yanında din hakkındaki kendi tasavvurlarını oluşturmaktadırlar ve bu tasavvurları, ferdi hayatlarıyla çelişmeyecek şekilde kurgulanmıştır. Ayrıca zihinlerindeki çelişkiyi gidermek için de din tasavvurlarını değiştirmişlerdir. Bu araştırmada cinsel yönelim ile dinî bağlılığın çatışmayacağını düşünen ve iki kimliği de birlikte taşıyabileceğini savunan LGBT bireyler, durumlarıyla çatışmayacak bir din tasavvuruna sahip olma eğilimi göstermiştir.
Kurandaki ayetlerin "rıza" kavramına indirgenmesinin yanı sıra psikolojik olarak dışlanmışlık duygusuyla baş edebilmek için kendilerine has manevi tatmin araçlarına sarılmışlardır. Bülent Ersoy'un bir kandil gecesi başörtü ile ekranlara çıkıp ilahi söylemesi, rakı içerken besmele çekmesi gibi örneklerin yanı sıra son günlerde sosyal medyayı meşgul eden transseksüel sosyal medya fenomeni Mika Raun'un sevgilisi ile ilgili söyledikleri İslam'ın kalkan olarak kullanıldığı bir başka örnektir. Mika sevgilisi ile ilgili "onu sevmemin nedeni çok iyi bir insan. O kadar iyi ki, bana değil çevresine çok iyi. Çok dindar. Beni görüyor Ayet'el-Kürsi okuyor. Beni görüyor, nazar duası okuyor. Çocuk namaz falan kılıyor, mis gibi" ifadeleriyle sevgisinin nedenini dindar olmasına bağlıyor.