Birol Biçer: Yalan, Zırva, Uydurma: Manşette Durduğu Gİbİ Durmuyor

Yalan, Zırva, Uydurma: Manşette Durduğu Gİbİ Durmuyor
Giriş Tarihi: 25.01.2022 16:34 Son Güncelleme: 25.01.2022 16:34

Tuhaf zamanlarda yaşıyoruz ya da eskiden tuhaflıklar bu kadar yoğun değildi. Her şeyin çoğaldığı, bollaştığı, çeşitlendiği bir zamanda hiçbir şeyin aslından, hakikatinden emin olamıyoruz. Öyle ki neredeyse gerçekliğin bile kendinden şüphe duyacağı bir malumat yağmuru altındayız. İlk olarak post-truth diye ifade edilen bu sürece birçok isim veriliyor ve bunların her biri aslında karşı karşıya kaldığımız şeyi farklı bir yönden tarif eder nitelikte: Hakikat-sonrası, hakikat ötesi, gerçek-ötesi, gerçek aşımı, hakikatimsi, doğruluk aşımı, gerçekliğin bükülmesi, sahte gerçeklik, gerçek aşınımı, hakikatin önemsizleşmesi, gerçeğin değersizleşmesi ve daha bir sürü şey… Şüphesiz tarih boyunca örneklerini gördüğümüz bu durum yeni bir şey değil. Yeni olan belki gerçeğin, bilginin, verinin ya da olgunun bir oyun hamuru gibi her eline alan tarafından başka türlü şekillendirilmesinin bu denli yaygınlaşması ve sıradanlaşması. Ancak bu gerçekliğin izafî olduğu iddiasıyla açıklanabilecek bir şey değil; bu daha başka bir şey.

HABER KİSVESİNDE ALGI YÖNETİMİ

2008 yılında ulusal çapta bir haber dergisinde çalışmaya başladığımda ilk hazırladığım haberi bugün gibi hatırlıyorum. O günlerin siyasi hükümetini yıpratmaya yönelik yayınlarının önemli bir kısmını da gazete ve televizyonlarda köpürtüldükçe köpürtülen yalan haberler oluşturuyordu. O günlerin en ısrarlı uydurma haber temalarının başında "içki yasağı" geliyordu. Bu temayı konu edinen haberleri en fazla ve ısrarla yayınlatansa dönemin Hürriyet gazetesiydi. Bu tür asılsız haberlerin yapılma nedeni aslında sır değildi; benim haberimde araştırdığım asıl soru içki yasağı geldiğine/geleceğine dair haberleri sürekli tekzip edilmesine, asılsız çıkmasına rağmen Ertuğrul Özkök yönetimindeki Hürriyet'in neden ısrarla bu tür haberler yayınlamaya devam ettiğiydi. "Falanca belediyesinden içki yasağı" türünden haberlerin çoğunun ardından tekzip metni yayınlamak zorunda kalmasına rağmen itibar zedelenmesi pahasına gazete ısrarla benzer haberler üretmeye devam ediyordu. Bunun altında yatan asıl nedeni ve bu haberlerin toplumda bıraktığı etkiyi görmek üzere bir saha araştırmasına koyuldum. Çiçek Pasajı ve civarındaki meyhanelerin müdavimleriyle sıcağı sıcağına içki masalarında söyleşiler yaptığım birkaç gün bu yalan haberlerin toplumdaki etkisini net olarak ortaya koyuyordu. Meyhane müdavimleri haberlerin yalan çıktığını, tekzip edildiğini hiç bilmiyorlar ve sözde "içki yasağını" şiddetle kınıyorlar, özgürlüklerinin ellerinden böylece alınacağını düşünüyorlardı. Görüştüğüm meyhanelerin müşterileri ve çalışanları büyük ekseriyetle böyle düşünüyorlardı. Kasıtlı uydurma haberlerin etkisi ortadaydı. Bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için biri reklamcı diğeri medyadan iki uzmana danıştığımda yalan haberleri ısrarla piyasaya süren gazetenin amacının ne olduğuna ikisi de aynı cevabı vermişti: Algı yönetimi. Neticede yalan da olsa ve bu ortaya da çıksa istikrarlı şekilde sürdürülen zırva haberler toplumda bir algının, bir ön yargının oluşmasına yol açıyordu. Gazetenin de hedeflediği zaten buydu. Buna karşılık bir algı büyük manşetlerle okuyucunun zihnine yerleştirildikten sonra onun yalan olduğuna dair ara sayfalarda küçük puntolarla yayınlanan tekzipleri kimse fark etmiyordu. İşte tüm mesele buydu. Bu saha araştırmasını yayınladığımız başlık durumu gayet iyi özetliyordu: "Manşette durduğu gibi durmuyor."

"KIYAMET KOPACAK" HABERİNİ YAYANLAR VE KÖPÜRTENLER

Gazeteci olarak bir başka uyduruk haberin etki ve izlerini aramak üzere 2011 yılının son haftalarında İzmir'in Şirince Köyü'nün yolunu tuttum. Son birkaç yıldır sürekli olarak dünya çapında giderek köpürtülen bir haberdi bu: İddiaya göre Güney Amerika medeniyeti Mayaların takvimine göre 2012 yılında kıyamet kopacak, Marduk adı verilen bir gezegen dünyaya çarpacak, dünyanın büyük kısmı harap olurken sadece Şirince köyü gibi birkaç yer ayakta kalıp, insanlığa kurtuluş umudu olacaktı. Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada gazeteler, televizyonlar, internet siteleri adeta iman etmiş gibi bu haberle bozmuşlar ve bunu çeşitlendirdikçe çeşitlendiriyorlardı. Üstelik bu sözde kehanetin Türkiye'deki en büyük savunucuları "kıyamet"ten kurtulacağını ileri sürdükleri Şirince'ye yerleşmiş hatta orada bir topluluk bile kurmuşlardı. Medyanın köpürte köpürte bitiremediği bu meselenin Türkiye'deki merkezindeki durumu ve taraftarlarını yoklamak üzere üç gazeteci olarak sözde kıyametin kopacağı iddia edilen tarihten birkaç hafta önce Şirince'ye vardık ve atmosferi iyice koklamak için birkaç gün konakladık. Esnafından köylüsüne, otelcisinden kahvecisine pek çok insanla konuştuk. Neredeyse hepsi bu haberi ciddiye aldıklarını söylüyor ancak "yaklaşan kıyamete" rağmen köylerinin popülaritesinin artmasından ve ilgi odağı olmaktan memnuniyetlerini de gizlemiyorlardı. Konakladığımız pansiyonun sahibi bu söylentilere bir de pansiyonun mahzeninde arada sırada Meryem Ana'nın göründüğünü ekledi. Köyün az ilerisindeki bir atölyede çalışan marangoz ise uzaylıların bu köyü üs olarak seçtiklerini ve arada sırada sadece kendisine görünen varlıkların ahşaptan bazı aletler yaptırdıklarını bile ileri sürdü. Gerçek şu ki kimse dünyayı kasıp kavuran bu habere inanmıyor ama ekmeğini yemeyi de ihmal etmiyordu. İşin başka bir ilginç yönü ise Şirince'nin bu "kıyametten" kurtulacak birkaç yerden biri olduğunu ileri süren ve bu iddianın tüm Türkiye'de popüler olmasını sağlayan adam ve takipçilerinin "kıyamete" birkaç hafta kala burayı terk edip Manisa civarında başka bir köye yerleştiğini öğrenmemiz oldu.

BİRLEŞMİŞ MİLLETLERİN GÖZÜ ÖNÜNDE YALAN İSTİHBARAT ŞOVU

Yalan, zırva, sahte haber, düzmece istihbarat sadece sıradan gündelik çıkarlar için kullanılmakla kalmıyor. Yakın tarihte bunların dünyanın en büyük devletlerinin yöneticileri tarafından dünyayı temsil eden kuruluşlar önünde arsızca üstelik milyonlarca masumun ölümü pahasına kullanıldığını, BM gibi bir teşkilatın bile alenen kandırılabildiğini gördük. Bunların en büyük ve bariz örneklerinden biri şüphesiz Irak'ın eski lideri Saddam'ın biyolojik silahları üzerine olandı. ABD'nin eski savunma sekreteri ve genelkurmay başkanı Colin Powel geçtiğimiz yıl öldü. Öldüğünde arkasında dünyanın en büyük yalan şovlarından birini hatıra olarak bıraktı. Bundan 19 yıl önce, tam da Birleşmiş Milletler'in huzurunda tüm dünyanın naklen izlediği dünyanın en büyük yalan haber/istihbarat şovu yaşandı. Düzmece bilgi ve görüntülerle ABD'nin Irak'ı işgal senaryosunu meşrulaştırmak için düzenlenen bu sunumun başlıca kahramanları ABD Başkanı George W. Bush ve onun milli savunma sekreteri Colin Powel'dı. ABD bu işgal konusunda dünyayı göstermelik de olsa ikna edebilmek için Irak'ın o günlerdeki diktatörü Saddam Hüseyin'in elinde kitlesel ölümlere neden olabilecek biyolojik ve kimyasal silahlar olduğu tezini ısrarla ileri sürüyordu. Ne var ki dünya kamuoyu ve özellikle Amerikalı aktivistler öne sürülen gerekçelere karşı çıkıyor bazen gösterilerle tepki gösteriyordu. Dünyanın göstermelik rızasını sağlamak Powel'ın işiydi. Amerikan Dışişleri Bakanı Colin Powel, 2003 yılında Birleşmiş Milletler'de yaptığı bir sunumla Rafid Ahmed el-Cenabi adlı bir Iraklı itirafçıdan aldığı bilgileri ve uyduyla çekilmiş birkaç seyyar kamyon görüntüsünü delil olarak gösterdi. Böylece birkaç uydu fotoğrafı ve uyduruk bir itirafla tüm dünyaya canlı olarak bir tiyatro sunuldu ve bir oldu bittiyle işgalin gerekçesi "ispatlanmış" gibi gösterildi. ABD, BM'nin oylamasını bile beklemeden Irak'a saldırıyı başlattı. Birkaç yıl sonra El-Cenabi, Guardian gazetesine verdiği açıklamada, "Bana bir yalan söyleyerek Irak rejimini devirme şansı verilmişti" diyerek yalanını itiraf etti. Uydu fotoğraflarındaki kamyonlarda ya da herhangi başka bir yerde en ufak biyolojik ya da kimyasal silah izine rastlanmadı. Powel bile birkaç yıl sonra dünyaya kanıt olarak sunduğu belgeleri iyice incelemediğini itiraf etti. Ne var ki zırvayı uyduranlar çoktan Orta Doğu'yu ateşe vermişti bile. Sonuç; çocuk, kadın, yaşlılar dahil katledilen milyonlarca insan, yıkılan bir coğrafya, karmaşa, terör, kaos ve bol bol kan.

KOLAY ULAŞTIĞIN BİLGİ DEĞİL, EN İYİMSER İHTİMALLE YORUM

Bir bilgiye, habere, veriye ulaşmak günümüzde çok kolaylaştı ama madalyonun bir de diğer yüzü var: Bir şeyin gerçek bilgisine ulaşmak, bir haberin gerçek yüzünü bilmek, bir verinin sıhhatinden emin olmak artık daha zor. Medya ve sosyal medyadaki malumat dağları ve fasılasız süren haber bültenleri arasında bir şeyin gerçeğe en uygun yorumunu bulmak müşkül iş... Çünkü size sunulan her malumat, her haber, her rakam, her veri aslında belli bakış açılarının süzgecinden geçmiş ve yeniden şekillenmiş bir yorumdan başka bir şey değil. Üstelik bu durum en masumu, zira işin daha yalan, zırva, dezenformasyon, göz boyama gibi boyutları da olabiliyor. İnkâr edemeyeceğimiz bir gerçek varsa o da şu ki bilgiye –üstelik çok kolay yoldan- ulaştığımızı düşünüyoruz ama aslında yorumdan başka bir şeye ulaşmıyoruz. Üstelik işin içine ideoloji, siyaset, menfaat, rekabet gibi unsurlar da girince bize sunulan bu "yorum" katmerlendikçe katmerlenebiliyor. Konu ne olursa olsun bir şeyin gerçeği yani hakikat o kadar ucuz değil. Bir başka deyişle "bilgiye (aslında malumata) artık çok kolay ulaşıyoruz" meselesi o kadar gerçek değil.

YALANDAN DAHA SİNSİ BİR ŞEY: HAKİKAT-ÖTESİ

Post-Truth (Hakikat-Sonrası) kitabının yazarı akademisyen Lee McIntyre'a göre içinde bulunduğumuz devir hakikat-sonrası dönemi ve bu dönemin temel özelliğini ise ispatı olsun ya da olmasın birilerini bir şeylere inanmaya zorlama çabası teşkil ediyor. McIntyre'a göre yalan ile hakikat-sonrası/ötesi arasında şöyle bir fark var: "Birini yanlış bir şeyi inandırmaya çabaladığınızda muhatap olduğunuz kişiye karşı en azından bir saygınız vardır; neticede ona inanma ya da inanmama konusunda bir özgürlük tanırsınız. Oysa hakikat-ötesi daha sinsi bir şeydir, yalanın da ötesindedir. Hakikat-ötesinde hâkim olanlar ve onların temsilcilerinin kullandığı taktikte durum gerçeğin onların size söyledikleri olduğu ve sizin gerçeğinizin de onların söylediği olması gerektiği anlamına gelir. Şurası kesin ki hakikat tehdit altında bunuyor ama ben hakikat-ötesi bir toplumda yaşıyoruz dediğimde kimsenin hakikat adına endişe etmediğini söylemiyorum, birilerinin hakikati siyasi bir yönlendirmeye tabi kılmak için bu yöntemi kullandıklarını, buna karşılıksa hiçbir mesuliyet yüklenmediklerini söylüyorum. Hakikat tehdit ediliyor, bu bir tahakküm aracı olarak kullanılıyor ve bunu kullananlar hiçbir bedel ödemiyorlar."

HABERLERİN DOĞRULUĞUNDAN ŞÜPHE DUYAN YÜZDE 47

Bir şeyin gerçekliğinin sıhhati, güvenilirliği meselesi en çok da haber medyasında kendisini gösteriyor. Zaten post-truth (hakikat ötesi/hakikatin önemsizleşmesi) kavramı da esasen bu alanda hareketle ortaya atılmıştı. Bir haber, yorum, analiz, görüntü bombardımanına tutulan insanların en önemli sorunlarından biri kendilerine sunulan haberlerin güvenilir, sağlıklı olması. Ancak Associated Press – NORC Center for Public Affaires Research tarafından yapılan bir araştırma bu durumda dünyanın ne halde olduğunu gayet net gösteriyor. Bu araştırmaya göre insanların yüzde 47'si medya organları vasıtasıyla kendilerine ulaştırılan haberlerin güvenilirliğinden şüphe duyuyor. Bu, güvensizliğin yanı sıra gerçeğin kendilerine aslına ne kadar uygun olarak ulaştırıldığını bilmedikleri ve teyit edemedikleri anlamına geliyor.

YALAN VE ZIRVA DOĞRU HABERE GÖRE ÇOK DAHA HIZLI YAYILIYOR

Eninde sonunda doğruluk kazanır denilir ama ümit kırmamak adına olsa gerek bu "eninde-sonunda" kısmının bazen çok çok uzun sürdüğünden pek bahsedilmez. Gerçekler çoğu zaman heyecan verici değildir oysa yalan haberler bir şeyleri benimsetmek, bir şeylere ikna etmek, birilerini hoş göstermek başka birilerini kötü göstermek gibi nedenlerle özel olarak tasarlandığından daha dikkat çekici, heyecan verici ya da sansasyoneldir. Gerçeklerin monotonluğuna karşı daima avantajlıdır. Yalan ile doğrunun yarışı tavşan ile kaplumbağanınkine benzer. Bunu yakın dönemlerde yapılan araştırmalar da doğruluyor. Örneğin 2018 yılında Massachusetts Teknoloji Enstitüsü tarafından gerçekleştirilen bir araştırma sosyal medyada yalan haberlerin doğrulara oranla yüzde 70 daha fazla yayıldığını ve üstelik altı kat daha hızlı yayıldığını gösteriyor. Yalan haber anlamına gelen "fake news" teriminin son yıllarda dilimize de yerleşmiş olması hatta yeni bir haber kategorisiymiş gibi kullanılması bu durumun aldığı vahim halin başlı başına bir göstergesi aslında. Tüm bunlar aslında hiç de yeni şeyler değil, yeni olan yalan haberlerin giderek daha yaygınlaşması ve hızlanması. Pew Research Center tarafından ABD genelinde yapılan bir araştırmanın sonuçları da yalan haberlerin sosyal medyanın da katkısıyla ulaştığı seviyeyi açıkça gösteriyor. Bu araştırmaya göre "fake news" Amerikalıların büyük bir kısmı tarafından ırkçılık, yasadışı göç ve terörizmden bile daha büyük bir sorun olarak görülüyor. İşin daha vahim bir kısmı ise yalan haberlerin sadece yanıltıcı içerikler taşıması değil aynı zamanda toplumda mevcut olan ön yargılardan beslenmeleri ve onları daha da güçlendirmeleri.

"SİYASETÇİNİN YALAN SÖYLEME HAKKI!"

Hakikat-ötesi kavramı öncelikle siyaset bakımından öne sürülmekle birlikte artık siyasetin çok ötesine taşmış görünüyor. Hakikat-ötesi kavramını kullananlar temel olarak 2000'li yıllarla birlikte dünyanın gerçeğin önemsizleştirildiği ve değersizleştirildiği, somut verilerin değil duyguların ön plana çıktığı, dürüstlüğün çöktüğü, yalanın yükseldiği, gerçek-dışı haberlerin zirve yaptığı bir devre girildiğini ileri sürüyorlar. Onlara göre bu devrin temel özelliğini politikacıların menfaatleri için gerçek-dışı söylemlere aşırı ölçüde dayanmaları ve halkın da doğru olana karşı duyarsızlığı teşkil ediyor. Birçok düşünür bu gidişat karşısında endişeli ve alarm veriyor. Ancak genç bir Fransız felsefeci bu tahlile katılmıyor, hatta tam tersini düşünüyor. Post-vérité - Pourquoi Il Faut S'en Réjouir (Hakikat-Ötesi – Neden Tadını Çıkartmalıyız) adında bir kitap yayımlayan 34 yaşındaki felsefeci-sosyolog Manuel Cervera-Marzal kitabında bu kavramın soyağacını çıkararak ironinin de ötesinde tam tezat teşkil eden bir tezle ortaya çıkıyor ve şöyle diyor: "Hakikat-ötesinin yaygınlaşmasından dolayı endişelenmeyi bir kenara bırakalım. Zira bir vatandaşın en önde gelen fazileti yalan söylemeyi bilmek, gerçeği deforme edebilmek ve onu dönüştürmektir. Hakikat-ötesi ve onun ikiz kardeşi popülizm demokrasi için bir tehdit oluşturmayabilecekleri gibi tam tersine gelişmesi için imkân da hazırlayabilir." Hakikat ve doğrunun kutsallaştırılmasına karşı çıkan felsefeciye göre yalan söylemek, bir güce, bir tahakküme karşı mücadele etmek gerçek düşünce ve eğilimlerini hâkim olanlardan gizlemeyi gerektirir dolayısıyla gerçeği deforme etmek politik aktörler için bir haktır. Kaldı ki tahakküm edenler de "kamu yararı" ya da "gelişme" bahanesine sığınarak gerçekleri deforme ederler. Dolayısıyla "yalan söyleme hakkı" politik stratejinin bir anahtarıdır. Manuel Cervera-Marzal bu şekilde ifade ettiği görüşüne temel dayanak olaraksa Fransız Devrimi'ni veriyor ve bu devrimin bütün insanların eşit doğdukları yalanı sayesinde başladığını belirtiyor. Bu bakış açısı ahlaken sorunlu olabilir ama en azından kesin biçimde işlevsel olduğu söylenebilir. Sorun belki de bu işlevselliğin dayanılmaz cazibesinden kaynaklanıyor olabilir.

BİZE ULAŞIN