Saadettin Acar: Geleceğin İtibarını İade Eden Büyük Şair: Sezal Karakoç

Geleceğin İtibarını İade Eden Büyük Şair: Sezal Karakoç
Giriş Tarihi: 17.1.2022 15:44 Son Güncelleme: 17.1.2022 15:44

Büyük şair, mütefekkir, mümin Sezai Karakoç sürgün addettiği bu dünyayı terk ederek özlemiyle tutuştuğu dar-ı bekaya yürüdü. Ancak arkasında sadece şiiriyle değil, mefkûresiyle, yaşam tarzıyla, inancıyla ve şahsiyetiyle de abidevî bir miras bıraktı. Bu büyük şahsiyetin mirasını, şiirini, düşünce ve kültür hayatımıza kattıklarını ve ilkeli kişiliğini uzun yıllar yakınında bulunmuş olan yazar Saadettin Acar ile konuştuk. Acar, tarihimizle koparılan bağları yeniden kuran, bize unutturulan medeniyet ve gelenek birikimine itibarını iade eden, şiirimizi irfani damarla yeniden buluşturan, şiiri İslam büyüklerinin, şairlerinin halkasına dâhil eden ama vakarını, tevazuunu bir an olsun elden bırakmayan büyük şair, gerçek insan Sezai Karakoç'u Lacivert'e anlattı.

Türkçenin üzerinde hakkı olan, Türkçe düşünen yazan herkese ön ayak olmuş, Türk şiirinin güçlü cephesi Sezai Karakoç vefat etti. Ne söylemek istersiniz?

Sezai Karakoç hem şiirde hem fikirde son birkaç kuşağı besleyen, onları derinden etkileyen, Türkçeye bir ruh katan ve dini hassasiyeti, irfani damarı, metafiziği dilimizin derinliğine sokan son asrın en önemli isimlerden birisiydi. Üstadın eserleri, yazdıkları da bütünüyle bu dini hassasiyetinden izler taşıyan, bu kokuyu içine sindirmiş olan büyük metinlerdir. Dolayısıyla Sezai Karakoç'un vefatı hepimiz ve Türkiye için büyük bir kayıp. Öte tarafın özlemiyle yanıp tutuşan bir şairdi; bu yazılarında, şiirlerinde ve bire bir ilişkilerinde hissedilen bir şeydi. Ahiret şuur ve bilinciyle yaşardı daima, Diriliş kavramı da Basubadelmevt'e bir göndermeydi zaten. Sezai Karakoç büyük medeniyet birikimimizle irtibatımızı kurdu, onu anladı, okudu ve çağı da ıskalamadan yepyeni tespit ve cümlelerle düşünceyi diriltti. Vazifemiz bu kulvarı genişletmek, zenginleştirmek, derinleştirmektir.

Sezai Karakoç'un düşünce durakları, düşünce karakteri, öngörüleri, üzerinde durmak gerekirse öne çıkan başlıklar nedir sizce? Türkiye'de yazan, düşünen, okuyan birçok kuşağı etkisinde bıraktığı da göz önüne alınarak baktığımızda nedir büyük mütefekkirin verdiği ilham?

Bana kalırsa üstattan ve yazdıklarından inşa edebileceğimiz fikir evreninde olması gereken en önemli şey; onun geçmişle, gelenekle kurduğu ilişkiye süreklilik kazandırması. Tıkandığımız yer burası çünkü. Kendisi, tarihin bir döneminde inkıtaya uğratılan o büyük medeniyet geçmişimizde, bir yerden sonra unuttuğumuz, geçmiş gördüğümüz tarihle güçlü bir bağ kurdu. Karakoç koptuğumuz/koparıldığımız gelenekle bizi yeniden buluşturdu ve unuttuğumuz, çokça uzağına düştüğümüz bir dünyanın kapılarını araladı. Bunu da retorik şeklinde propagandist bir şekilde yapmadı. Ustaca, sanatkârca ve çile çekerek yaptı. Gelenek dediğimiz kutsal, pirüpak bir alan değil; orada yanlış da var doğru da, çirkin de var güzel de, orada hak ve batıl da var ama neticede hepsi bizim geçmişimiz. Bu anlamda Üstat gelenekçi değildi. "Gelenekçilik yaşayanların ölü ruhlarıdır. Gelenek ölenlerin yaşayan ruhlarıdır" denir. Üstadın yaptığı buydu. Asıl soru şudur: Bu nehri akıtan ruh neydi, onun sabiteleri nelerdi? İşte üstat bunları yeniden önümüze koydu. Ruhu aradı, biçimle, şekille oyalanmadı. O ruhu 21. yüzyılda nasıl ortaya koyacağımızı örneklendirdi ve tabii vazifemizi de hatırlattı.

Sezai Karakoç bir gelenek ruhunun peşinde olduğu için Şeyh Galip'in halefi olabiliyor. Onu pekâlâ Fuzuli'nin devamı olarak okuyabiliyoruz. Onu, Abdullah bin Revâha'nın, Hassan bin Sabit'in, İmam Busiri'nin, Mevlâna'nın, Sadi'nin, Yunus Emre'nin, Süleyman Çelebi'nin ve diğer İslam büyüklerinin, şairlerinin, mütefekkirlerin halkası olarak okumamızın sebebi bu. Karakoç onlarla aynı ruhu farklı bir biçimde, formda, günümüz insanının diline tercüme etti. Teknik bir tercüme değil bu, bize indirgedi o ruhu ve onun ne olduğunu ve asıl meselemizin ne olması gerektiğini bize anlattı.

Sezai Karakoç'a yakınlığınızı, onun düşünce dünyasına araladığınız kapıyı biliyoruz. Bu anlamda Sezai Karakoç için "güle itibarını iade eden adam" olarak derken ne anlatmak istiyorsunuz?

Gül sembolü üzerinden kültüre, medeniyete, geleneğe vurgu yapmak için o söz kullanılır. Gül bir sembol, tüm geleneği temsil eder. Bugünlerde çokça duyduğumuz "Monna Rosa" bir gül şiiridir. "Gelin gülle başlayalım atalara uyarak / Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine" der yine. Gülün horlandığı, küçümsendiği, sizler üç beş kavramla şiir yazıyorsunuz denildiği için, insanların bu kavramları şiirde, tefekkürde kullanmaktan imtina ettiği bir dönemde Sezai Karakoç o kadar güçlü şekilde bu kavramları sanatının içine yedirdi ki, bu dünyayla meselesi olanlar bile onu kabullenmek zorunda kaldı. Sezai Karakoç'un şiirlerini ortaya koyduğu dönemler 1950'ler, Türkiye'de sol/seküler iklimin hâkim olduğu zamanlardır. Değil İslami bir kavramı, sembolü kullanmak, dine ait herhangi bir ihsas, ima bile şiirinizi gerici yaftasıyla karşı karşıya getiriyordu. Böyle bir ortamda Karakoç bir peygamberler resmi geçidi olan, şiirler kitaplar yazıyor. Hızırla Kırk Saat, Taha'nın Kitabı gibi. Bütünüyle ve yeniden Leyla ile Mecnun'u yazıyor. Geleneğe ait kavram, metafor, resimleri büyük bir ustalıkla, bu kavram ve dünyayla kavgası olanların bile kabulleneceği bir üslupla ortaya koyuyor. Bu yüzden rahatlıkla diyebiliriz ki; o bu çağda geleneğe itibarını iade etti, evet.

Şiiriyle, düşüncesiyle, siyasetiyle bir bütünlük içinde olan Sezai Karakoç propaganda yapmadı, ilgi çekici manevralar yapmadı, başından beri gelenek, İslam dünyası ve birliği onun derdi oldu…

Son yüzyılımızın en büyük şairlerinden birisi, bir tarafıyla mütefekkir, Doğu'yu da Batı'yı da bilen, buralı ama dünyanın başka yerlerine de kulak tıkamayan, gelenek ve geçmişle irtibatını koparmayan ama bugünde yaşadığını unutmayan mütefekkir ve fotoğrafı tamamlayan üçüncü umde Sezai Karakoç'un şahsiyeti. Aslında onun sanatını, fikrini büyüten ve destekleyen de güçlü şahsiyeti yani asil duruşuydu. Şiiri, fikri ve hayatı birbirini tamamlayan üç sütundur. Bunlar birbirleriyle uyumlu, tutarlı oldu daima. Onu dinlediğinizde, birebir oturduğunuzda büyük gündeminin, derdinin yazdıklarından farklı bir şey olmadığını görürdünüz. Daima aynı derdin sancısını çekiyordu. Bence bu dert onu büyüttü. Ona dair Muhit'te yazdığım bir yazının başlığını şöyle koymuştum: "Derdiyle Büyüyen ve Derdini Büyüten." Mesela "Ben aşkı göğsümde bir kurşun gibi taşıyorum" ifadesini böyle okumak mümkün. Derdini kalbinde bir kurşun gibi taşıdı. O dert onu daima teyakkuz halinde tuttu. Büyük mefkûresinin heyecanı ve bir gün yeşereceği umuduyla yaşadı daima. Ardından yazılanlara bakınca o fotoğrafın hüsnükabul gördüğünü, hakkının teslim edildiğini söyleyebiliriz.

Bizden önceki kuşaklarla bağımızdı, onların geçmişi bizim an'ımızdı. Şimdinin geleceği olarak kuşaklar üstü bir fikir işçisinden bahsetmemiz mümkün mü?

Mümkündür. Burada şuna dikkati çekmek isterim: Sezai Karakoç bize bir yöntem önerdi, usul öğretti aslında. Bilgiden çok usul… Büyük medeniyet birikimiyle nasıl ilişki kurabileceğimizin yoluydu bu usul. Hangi yol ve yordamla gelenek zincirine eklemlenebiliriz, eserleriyle bize bunu gösterdi. Yitik Cennet mesela bir Müslümanın bir peygamberle nasıl ilişki kuracağının yöntemidir. Dokuz peygamber anlatılıyor ve her birini bir kavram üzerinden anlatıyor. Bu şekilde onları bugüne taşıyor, erdemlerini, vasıflarını. Bu eserde peygamberler, tarihi bir şahsiyet olmaktan öte hala onlardan çok şey öğreneceğimiz, aramızda, diri, birer numune-i imtisal olarak karşımıza çıkıyorlar. İşte bu bir usul ve yöntemdir, bugün Kısasü'l-Enbiya böyle yazılır demektir, kıssalar böyle okunur demektir. Yunus Emre, Mevlâna üzerine yazdıklarında da aynı şeyi görüyoruz; yaşayan, mesajlarını bugüne de veren portreler olarak karşımıza çıkarıyor onları. Bu usulü ve bakış açısını anlayabilirsek geleceğe elbette taşıyabiliriz.

Hızırla Kırk Saat bence ilahiyatlara ders kitabı olacak şekilde bir anıt kitap. Fakat buna rağmen bazı çevrelerce olumsuz ve kötü niyetli çıkışları da gördük. Musa'yı, fecri, Şeyh Galip'i, Şehzadebaşı'nı, Kudüs'ü, Müslüman olmayı, İslâm birliğini, bir muştuyu biz ondan öğrendik hâlbuki değil mi?

Eserlerinin tümüne baktığımızda aslında her yerde kendisini bir hadisin, bir ayetin gölgesinde ifade ettiğini ve söylediklerini oraya dayandırdığını görüyoruz. Hızırla Kırk Saat bunun en çarpıcı örneğidir. Bu eseri Kur'an'ın dışında ya da –haşa- karşısında görmek bir cehalettir. Baştan sona bütün çabası ve yazdıkları, Kur'an'ın, peygamberin gölgesinde kalarak, onları anlama gayretiyle yazdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ötesi cehalettir. Cevabı şiirinde vermişti zaten: "Ulur aya arşı kirli çakallar."

Türk şiirinde sol çevre tarafından hakkı yendi. İkinci Yeni'nin kurucularından ve Cemal Süreya'nın yakın arkadaşı olmasına rağmen Sol dünya onu kendisinin dahi çok sonradan, değiştirerek, kitabına aldığı "Monna Rosa" şiiriyle tanıdı sadece. Edebiyat kanonuna ne demek istersiniz?

Üstat ilk şiir çıkışını Şahdamar, Körfez ve Sesler kitapları ile yapıyor. Bu üçleme ilk yazıldığı dönemlerde edebiyat ve kültür çevrelerinde büyük bir heyecan yaratıyor. Üç kitap hakkında yayınlanan yazılara bakınca o dönemde tüm kesimler, edebi kamu diyeceğimiz, karar verici mecrada olan kesim şairi ayakta alkışlıyor. Ne zaman ki Sezai Karakoç Taha'nın Kitabı, Hızırla Kırk Saat ve Gül Muştusu'nu yayınladı, daha önce onun şiir ve sanatını yere göğe sığdıramayan kesimler artık kulaklarını tıkadı ona hatta "Sezai Karakoç şiirini fikrine feda etti" demeye başladılar. Hâlbuki aynı minvalde yazıyordu, yeni kavramlar şiire girmişti sadece. Daha önce ona Türk şiirinin kurtarıcısı gözüyle bakanlar, İkinci Yeni'nin kurucusu diyenler, artık şaire karşı sükut suikastına giriştiler. Bağnaz, ideolojik bir bakışın sonucudur bu. Aynısını Necip Fazıl'a da yaptılar. "Kaldırımlar" şiiriyle büyük bir sanatçı doğdu, onun bir mısraı Türk'ün şerefini kurtarmaya yeter diye övgüler dizerken, sonrasında Necip Fazıl'a gerici, mistik dediler. Bu dine, mukaddesata karşı takındıkları mutat tavrıdır onların. Sol cenahın mühim bir ismi "Modern şiirin zirve kitabı Taha'nın Kitabı'dır" diye bir cümle kurmuştu bir mecliste ama yazamadı bunu çünkü ideolojik bakıyorlar meselelere. Bunu fısıltı şeklinde konuşanlar da mahalle baskısından çekiniyorlar.

Evet, bir kesim tarafından yok sayılmaya çalışılmasının en temel sebebi ideolojiktir. İlhan Berk yazmıştı bir yerlerde zannedersem, Cahit Zarifoğlu şiirini bilmediğini itiraf etmişti. Müslümanca duruşundan dolayı ona kulaklarımızı tıkadık vs. gibi laflar etmişti. Aynı şey Sezai Karakoç için de geçerli. Hapsoldukları dar kalıplardan hayata bakıyorlar, oradan çıkamıyorlar.

Bazı çevrelerin bilinçli kötü haberlerini, ucuz politik çıkışlarını okuyunca aklıma Ahmet Oktay'ın Sezai Karakoç'la ilgili şu sözü geldi: " Kendi sırça köşklerimize sokmadığımız kişilerin, yaşamadığını sanmak bir yanılgıdır elbet. Şiirin tarihi yazınsal iktidarın yenilgileriyle dolu." Sezai Karakoç edebiyat iktidarını cenazesiyle bir kez daha yendi ne dersiniz?

Bir Anadolu çocuğunun gelip o kanonu yıkması ve kendisine bir kulvar açıp zirveye oturmasını kabullenemediler, anlayabiliyorum. Hiç beklemedikleri bir yere kırmak istiyorlardı Türk şiirinin dümenini. İslamsız, maneviyatsız bir yere. Sezai Karakoç gibi biri geliyor ve o bloğu kırıp oyunu bozuyor. Açtığı çığır ve verdiği çaba olmasaydı Müslümanların modern şiirle ilişkisi hangi kanaldan olurdu mesela? Bence bu önemli bir soru. Üstad bir iklim oluşturdu, modern bir üslupla da Müslümanca bir sanatın mümkün olduğunu göstererek bir tezgâhı yıktı. Seküler olmadan girilmeyecek kapılardan Müslüman kalarak girdi ve kendimiz kalarak da bir sanat kurulabileceğinin yetkin bir örneğini gösterdi.

Üretmen Han 413 numara ve Diriliş yayınlarını, onlarca gencin onu ziyaretini, sizin meclisinde bulunduğunuzu biliyoruz. Buna rağmen bir yalnızlık fotoğrafı çekiliyor onun için fakat Osman Toprak'ın tiviti düşündürücüydü "yalnız değil müstakil" derken Sezai Karakoç için ne demek istiyor?

Onun "hırçın", "yalnız", "asosyal" şeklinde bir insan olduğuna dair propaganda yapılmasının sebebi, oyunbozan olmasıdır. Onların kurduğu dünyayı yıkıp kendisine oradan bir dünya kurmasından duyulan tedirginliktir bu, anlayabiliyoruz. Öyle bir fotoğraf oluşturulmaya çalışıldı ki birileri onun yanına gitsin, onunla konuşsun, meclisinde bulunsun istemediler gibi. Ben 1998 yılından itibaren üstadı ziyaret etmeye başladım. 23 yıl Sezai Karakoç'a gittim geldim, onunla kesintisiz bir ilişkim oldu.

Ziyaret ettim, yolculuk yaptım, kendisiyle yemek yedim, yanında bulundum. Bu süre zarfında yanına onlarca, yüzlerce insanın gelip gittiğini gördüm. Sezai Karakoç'un kapısının devamlı açık olduğuna şahitlik ederim. Birçok kez ben Derin Han'da Diriliş yayınlarına giderken, o zamanlar Mustafa Kirenci Abi vardı, o yokken kapıyı bana Sezai Karakoç açardı. Sıcak ve samimi bir ilişki kurardı, gelen herkesle ilgilenir, herkesle konuşurdu, en sorulmayacak sorulara bile cevap veriyordu. Yalnız değildi, fikri anlamda bir yalnızlığı vardı evet çünkü zirvedeydi ve herkes oraya çıkamıyordu. Bu anlamda müstakilliği böyle okumak çok güzel. Fikir anlamında herkesin kolay seviye kuracağı biri değildi. Sosyalliğine atılan laflar zırvadan ibaret. Yıllarca evine, yayınevine metroyla gidip geldi, fırından ekmek aldı. Bazılarına ben de eşlik ettim. Diyebilirim ki şöhretine rağmen onun gibi sosyal çok az şair yazar tanıdım. Fikir ve sanatta durduğu yer itibariyle yalnızdı evet. Ya da bircikti. Bu da onu yalnızlaştırıyordu ama bu yalnızlığı insani anlamda bir yalnızlık olarak okumamak lazım.

Son olarak onu yakından tanıdınız, gördünüz. Ona dair şahitliğiniz nedir?

Şahitliğimin kayıt altına girmesini isterim, ne kıymet ifade edecekse artık: Üstat samimi bir Müslüman olarak yaşadı, hayatı yazdıkları gibiydi, şiiri, fikirleri gibi yaşayan bir adamdı, ondaki namaz hassasiyetini çok az insanda gördüm, namaz konusunda çok titizdi. Helal harama çok dikkat ederdi. Reddedişleri vardı ama bunu nezaketle yapardı. Davetleri nazik şekilde reddederdi, öfkeli, hırçın, kopuk bir hayatı yoktu. Tavır alışı çok insaniydi. Sade bir hayat yaşadı. O çap ve büyüklükte olup da bu sadeliği yaşamak ne kadar zordur. Allah rahmet etsin.

BİZE ULAŞIN