Hakkı Öcal: Dei de! Gerisini bırak.

Dei de! Gerisini bırak.
Giriş Tarihi: 21.05.2021 13:20 Son Güncelleme: 21.05.2021 13:20

Çağımız kimseyi gücendirmemek, kırmamak, incitmemek, küstürmemek, kimseye saldırmamak, suç işliyor gibi görünmemek çağı. Bunun bir ideoloji, geniş kitleler tarafından benimsenen bir hayat tarzı hâline gelmesi çok eski değil.

Bu ideolojinin oluşmasında, ABD ve Sovyetler Birliği gibi çok uluslu toplumların varlığı ile ortaya çıkan, multinationalism (çok-milliyetlilik) kavramının etkisi var; ama bu kavramlar kısa zamanda, birkaç yemek tarifine ve köylülerin arasında yaşayan birkaç örf ve âdete indirgenmiş ve yerini yeni insana, ABD'de, "Amerikalı" Sovyetler Birliği'nde de "Sosyalist İnsan" tipinin üretilmesine bırakmıştı.

Bu yeni insan, Fransa'daki insanlar nasıl Fransız, İngiltere'dekiler nasıl İngiliz ve Almanya'dakiler nasıl Alman oluyorsa, aynen öyle tek uluslu bir milletin insanı da tek kimlik, tek kişilik taşıyacaktı. O eski çok-milliyetli toplumun insanları gibi değil, yani "Fransız asıllı Amerikalı" veya "Alman asıllı Amerikalı" değil, düpedüz

"Amerikalı" olacaktı. Sovyetler Birliği'nde ne etnik ne de coğrafi bir "isim-sıfat" uydurulamadığı için (Ellerinde Rus'tan başka kelime yoktu!), "Yoldaş" ve "Vatandaş" gibi kelimeler uydurdular; ama tutmadı.

ABD'de buna benzer bir gelişme oldu ama sadece "Afrika kökenli Amerikalı" için; diğer bütün bilmem-ne asıllı Amerikalıların derileri az-çok beyaz olduğu ama Afrika kökenlilerin hepsinin derileri az ya da çok siyah olduğu için onlara İspanyolca "Negro" (kara) kelimesinden çeşitli sıfatımsı- isimsi kelimeler türettiler ve sonunda bu kelimeleri de hakaret anlamında kullanmaya başladılar.

"Şu, şu makalesinde demiş ki…" tarzı anlatımları çok seven ve beceren birisi olmadığım hâlde (el âlemin gizli tarihsel mektuplarını bulup çıkartmak dışında! Ki onları da bir noktada ben uydurduğum için çok sıkıntı olmuyor!) izninizle burada biraz malumatfuruşluk yapacağım.

Yasaklanan kelimeler

1980'lere damgasını vuran bir kitap vardır: All the Blacks are Men, All the Women Are White, But Some Of Us Are Brave: Black Women's Studies (Bütün Siyahlar Erkektir, Bütün Beyazlar Kadındır, Fakat Bazılarımız Cesuruz: Siyah Kadınlar Hakkında Çalışmalar). Gloria T. Akasha Hull, Patricia Bell-Scott ve Barbara Smith'in derlediği bu kitaptaki makaleler, güya siyah kadınlara beyaz kadınlarla eşit statü kazandırmayı amaçlıyordu, ama sonuç umulanın tersi oldu.

Ortaya çıkan tartışmanın sonucu şuydu: "Fikrini söyleyebilirsin ama sadece bizim fikrimizi onaylamak için. Başka kanıda isen ya siyahları ya da beyazları gücendirecek şeyler söyleyeceksin demektir. O hâlde çeneni tut!"

İnanılması güç ama o tarihte bazı kelimeleri kullanmak bile yasaklandı Amerika'da. "Burly" mesela... "İri yarı, güçlü kuvvetli" anlamındaki bu kelime, 1800'lerde hep siyah erkekleri tanımlarken kullanıldığı için 80'lerde yasaklandı çünkü akla zencilerin kınandığı tasvirleri getiriyor ve bu birilerini gücendiriyor, kırıyor, incitiyor yani "offend" ediyordu. Oysa kimseyi küstürmek, gücendirmek hakkınız yoktu. O hâlde, başka kelime kullanın efendim.

Doktora çalışmalarım için Boston'a gittiğimde ("Ben Harvard'dayken" demenin gücendirmeyen versiyonu!) bir hükumet raporunda "niggardly" kelimesini kullandığı için bir şahsın kovulduğu haberleri vardı. Bölüm başkanı profesöre, İngilizce öğrenirken "cimri" anlamında bir kınayan, bir de tutumlu manası taşıdığı için öven iki kelime bulunduğunu öğrendiğimi anlattım; "stingy" kötü kelime idi, "niggardly" de iyi kelime.

Neden hükumete harcamalarında tasarruflu davranmayı tavsiye eden bu raporun yazarının işten atıldığını sordum. Adam önce kızardı; sonra duyan kimse var mı diye etrafa baktı ve fısıldayarak dedi ki: "Çünkü ses tonu "nigger" kelimesine benziyor." ("Nigger" ise Negro'dan türetilen ve zencilerin artık kendilerine hakaret anlamı taşıdığını öne sürdükleri için çoktan aforoz edilmiş bir kelime idi. Herkesin içinde yüksek sesle söylemek, bir Harvard profesörünün ayakları havada kovulması demekti.)

Kimseyi gücendirmeden millî birlik

Eğer kimseyi incitmeden konuşacak isek, önce kimseyi kendi etnik, dinsel, yöresel kimliğinden ayırıp, ona yeni bir kimlik kazandırmaya, mesela bir Japonasıllı yurttaşı, alıp da Amerikalı yapmaya çalışmayacaksın. Peki "sosyal entegrasyon" denen şey nasıl gerçekleşecek? Hele, Sovyetler Birliği çökmüş ve bütün yoldaşlar tarihe karışmışken, herkes Rus, Tatar, Kazak, Ukrayna kimliğini geri kazanmışken.

Herkes kendi milliyetine sahip çıkmış ve halkının yüzde 30'u Rusça yüzde 70'i de kökü Rusça olan Rusenyaca konuşan Ukrayna bile aynı millet olduğunu fark etmişken, ABD nasıl olacaktı da kimseyi kırıp gücendirmeden millî birliğini sağlayacaktı? Ki Amerika, o tarihte İngiliz ve Fransız sömürgeciliğini yeniden hortlattığı iddiasıyla bütün dünyada akademik olarak ve gösterilerle, fiziksel saldırıya uğruyordu.

Haydi, bir malumatfuruşluğuma daha izin rica edeyim. Michael Neumann isimli hukuk felsefecisi ile Elisabeth Lasch-Quinn isimli tarihçi, ayrı ayrı yollardan, aynı noktaya çıkarak, ABD'de kişilerin farklılıklara saygı göstererek, birbirlerinin yurttaşlık haklarına (civil rights) saygı gösterebilecek iken, tersine, insanların bir birini ezmeye, yok etmeye başladıklarını gösterdiler. Mesela artık bir kişinin, grubun, topluluğun filancalar tarafından kırılıp gücendirildiğini iddia edebiliyor ve buna karşılık toplumdan, belediyeden hatta devletten tazminat talep edebiliyordu.

Neumann'ın ifadesiyle, birisinin "varlığını iddia ettiği bir kimliğin tecavüze uğradığını öne sürmesi" bile o kimliğin (mesela filanca tür eşcinsel grubun) zarara uğratıldığının kanıtı oluyordu. Bu ideoloji o kadar yayılmış, aksi savunulamayacak kadar topluma mal olmuştu ki artık mahkemelere bu zararın nasıl ve kim tarafından tazmin edilmesi gerektiğini söylemek için herhangi bir yasada bir madde bulması bile gerekmiyordu. "Biz filancaları fişmanca şu makalesi ile rencide etti!" demek, yeterliydi.

Uygar dünyanın yeni "dindarlığı"

Bu, Taking Offence (incinmek, gücenmek anlamına) adlı kitabın yazarı Caspar Melville'e göre uygar dünyanın yeni "dindarlığı" idi. Melville sadece bu dindarların neyi nasıl algıladıklarını anlatıyor; kimden nasıl kolayca rencide olduklarını, hangi bulutlardan ne tür nemler kaptıklarını anlatıyor ama orada bırakıyor.

Ben onun yerinde olsa idim, bu dindarların hangi dinden olurlarsa olsunlar onu yavaş-yavaş laik bir başka dinle değiştirerek, gerçekten onun mümini hâline geldikleri imanın amentüsünü de yazardım. Madem o yazmadı, o hâlde biz bu uygar dünyanın eğer illa inanacaksa, (ki insan olduğuna göre bir şeye inanması lazım; fıtratı böyle!) inanacağı şeyin de laik bir din olacağını, olması gerektiğini belirtelim ve adını koyalım: Deizm.

Geriden gelerek bütün belli başlı dinleri ele alacak olursak, hepsinin bir tarihi, bu tarih içinde oluşan bir "fıkıh" anlayışı; buna göre ibadetler ve diğer dünyevi işlere ilişkin (muamelat) hükümleri ve sonunda bu dinden doğan bir hukuk anlayışı vardır. İslam Hukuku, Musevi Hukuku, Hıristiyan Hukuku gibi… Söz gelimi "Musa Yasaları" bugün sadece Musevilerin değil ama birçok Hristiyanın da inandığı kurallar içerir.

Bu yasaların ne kadarı ilahi, yani dinin inandığı kutsal kitap varsa, o kitabı indirdiğine inanılan Tanrı tarafından emredilmiştir; ne kadarını bir toplum kendi geleneklerinden alıp, riayeti garantilemek için ilahi kılıfa sokmuştur? Bunu din âlimleri kendi aralarında bile yüzyıllardır tartışıyorlarken, bizim gibi o dinin âlimi değil de sadece mümini olan sıradan insanlar işin içinden çıkabilir miyiz?

Çünkü bu bir dinî hüküm…

Örnek: Suudi Arabistan'da ve İsrail'de kadınlara motorlu araç sürme izni yeni yeni veriliyor.

Ama bir çok haham, imam, hoca ve koca, (ki burada hahamlar ve hocalar bir tarafa kocaların varlığına özellikle dikkatinizi rica ediyorum) bu "reform" uygulamasının kafirlik olduğuna dair, sabahtan akşama, günler aylar süren vaazlar verebilirler. Kaynağı İslam Hukuku veya Musa'nın Yasaları olan ciltler dolusu eserler üretebilirler.

Geçenlerde İsrail'de ilahiyat eğitimi veren bir ortaöğretim kurumu, okula annesi de olsa bir kadının kullandığı otomobille gelen öğrencileri derslere sokmayacağını açıkladı. Okula başka türlü gelmesi mümkün olmayan çocukları anneleri veya servisin kadın şoförü bir iki sokak ötede indiriyor, o çocuklar okula yürüyerek gidiyorlar.

Kasten böyle aykırı bir örnek veriyorum ki, az sonra önereceğim dine, aklınız kolayca yatsın. İslam öncesi kız bebeklerin öldürülmesi sosyal bir gelenekti; İslam, birçok diğer gelenekle birlikte Arapların bu uygulamasına son verdi. Ama Hindu iseniz, inandığınız tanrılar arasında dişi olanlar bile varken, kadınların değersiz ve aşağı derece mahlûklar olduğu, onların erkeklerle birlikte ibadet etmesinin mümkün olmadığı ve saire…

İnsan devamını yazmaya bile üşeniyor. Ama bu kanı Hindistan'da öylesine din hâline gelmiş vaziyette ki, kız bebeklerin kürtajla katledildiği, istatistiklerle anlaşılıyor; çünkü bu ne söyleniyor ne yazılıyor. Bu çağda! Dünyanın her ülkesi gibi Hindistan'da da kız ve erkek bebeklerin oranı eşit. Ama istatistikler bazı eyaletlerde kadınların erkeklerden yüzde 9-10 daha az olduğunu gösteriyor. Bu yılki hesaplarla 63 milyon kız bebek, seçici kürtajla yok edilmiş. Neden yazılıp söylenmiyor böylesine modern bir toplumda böylesine korkunç bir vahşet? Çünkü bu bir dini hüküm… Kimse kimseyi dininden hareketle rencide etmek istemiyor.

İnan tabii, ama hobi gibi!

Çare? Toplumlardan dini muamelatı, hayatı nasıl yaşamak istiyorlarsa öyle yaşamalarını sağlayan dinsel kuralları kaldırmak… Tanrıya inanmak mı istiyorsun? İnan tabii. Ama hobi gibi, "Bir yaratıcı var sonuçta!" diyerek. Çünkü ne kadar denediler ve yerine başka ne gibi şeyler koymak istedilerse de olmadı. İnsanlar illa "Bir Yaradan olsun; ona inanalım!" istiyorlar. İyi o zaman. İşte size bir Dei. Ne istiyorsanız o ismi verin: Yehova, Tanrı, Baba, Abba, Işık, Elohim, El-Shaddai, Yahweh, Jehovah, Adonai, Bhagavan, Brahman, Isvara, Deva/Devata (dişi tanrı, erkek tanrı için farklı), Xwedê... Zerdüştlerin 90 küsur ayrı ismini saymadık. İsterseniz bütün Müslümanlar gibi "Allah" diyebilirsiniz…

İşte bir Yaratıcı var; nasıl yarattığını, sizin nasıl yaşamanızı istediğini, yarattıklarını yargılayıp yargılamayacağını, hatta ve hatta yaratılmış olan hayatın nasıl sona ereceğini kıyamet/ahiret (eskatoloji) bahislerini yok sayın. Sizi ilgilendiren burada nasıl yaşayacağınız. Bunun da sonrasının da bir gerçeği yok zaten. Gerçek nedir ki? "Nihayet insanlık olarak gerçek-sonrası (post-truth) bir çağ da yaratmayı başardık…" Senin gerçeğin senin inandığındır; benim gerçeğim de benim inandığımdır. "Öyleyse, Dei de! Gerisini bırak."

Böylece o ya da bu kuralı ihlal ediyorum, o ya da bu kimliğin mensuplarını kırıp gücendiriyorum diye bir şey yok. Şaka değil! Dünyada böyle bir trend var ve bu ABD'siyle AB'siyle, Japonya'sıyla, Latin Amerika'sıyla, dünyayı esir almaya -pardon, özgürleştirmeye- çoktan başladı bile.

BİZE ULAŞIN