Sabahattin Eyuboğlu'nun hümanist düşünsel kimliğinin verimleri arasında sayılan Yunus Emre'ye Selâm (1966) adlı kitabı gerek yayımlandığı yıllarda gerekse sonraki dönemlerde çeşitli tartışmalara konu olur. Bununla beraber Eyuboğlu'nun söz konusu yaklaşımının birdenbire teşekkül ettiği sanısı süreklilik kazanır. Zira kendisinin 1930'lu yıllarda Türk aydınların Yunus Emre'yi keşif sürecine dair yazdıkları genelde göz ardı edilir.
İlk çalışmalarıyla daha sonrakilerin fikrî istikameti yeni boyutlar ve nüanslar kazanan Eyuboğlu'nun önceki yıllardaki metinlerinin hatırlanmaması ülkedeki düşünsel yenileşmenin 1960'larda vuku bulduğu şeklindeki genellemeyle de bağlantılıdır. Durum böyle olunca da kendisinin 1940'lardan önce yazdıklarının fazla ciddiye alınmaması gibi bir durumla karşı karşıya kalınması kaçınılmaz olur.
Hayatının değişik dönemleri
Sabahattin Eyuboğlu'nun Yunus Emre üzerine düşüncelerini anlamlandırmak ve yorumlamak için hayatının değişik dönemlerini bilmek ve tartışma yaratan eserini bu çerçeveye yerleştirme denemesine girişmek gerekir. Cumhuriyet devrinde yurt dışına gönderilen ilk öğrenciler arasında yer alan Eyuboğlu, 1909'da Trabzon'da dünyaya gelir ve liseyi bu şehirde bitirdikten sonra Dijon Üniversitesinde okur, ardından İstanbul'da yaşamaya başlar. İlginçtir Eyüboğlu 1935'te Madrid Büyükelçiliği'nden Türkiye'ye dönen Yahya Kemal'in evinde Suut Kemal Yetkin, Mustafa Şekip Tunç, Elif Naci, Peyami Safa ve Mesut Cemil gibi isimlerle bir araya gelenler arasında yer alır.
Bu buluşmalarda üzerinde durulan hususlara temas etmek daha doğru noktalara ulaşmanın yollarını açabilir. Aydınların tümü Batı'yı körü körüne taklide sarılmanın anlamsızlığı, ülkenin kendi gerçekliğine dönmesi ve yazarların da yerli kaynaklara yönelmesi gerektiğini özellikle vurgular. Akabinde yöneticiliğini Peyami Safa'nın üstleneceği Kültür Haftası dergisinin hummalı hazırlıkları başlar. Yahya Kemal'in "Mektepten Memlekete" başlıklı yazısıyla açılan derginin ilk sayısı aynı zamanda Eyuboğlu'nun Yunus Emre ile ilgili yazılarına da bir tür başlangıç teşkil edecektir.
Bu bağlamda Eyuboğlu'nun daha 1938'de İnsan dergisinin birinci sayısındaki yazısından yola çıkmak anlamlı olabilir. Çünkü genelde onun Yunus Emre hakkında tartışma yaratan düşüncelerinin 1960'ların ortalarından itibaren yaygınlık kazanan kısmı üzerinde durulur. Gelgelelim Eyuboğlu, Yunus Emre'yi hayli erken sayılabilecek bir dönemde gündemine alır. Dolayısıyla tespitlerinin seyrine odaklanılması hem süreklilikleri hem de farklılaşmaları yakalama fırsatı sunacaktır.
Erken dönem Yunus Emre hayranlığı
Sabahattin Eyuboğlu'nun "Yeni Türk San'atkârı yahut Frenk'ten Türk'e Dönüş" yazısı esasen Yahya Kemal'in Kültür Haftası'nda yayımlanan yazısıyla ilgilidir. Eyuboğlu burada Frenk mistisizmden Türk mistisizmine dönüşün örneği sadedinde Burhan Toprak'ın adını zikreder. Ardından şöyle devam eder: "Frenk mistisizminden Türk mistisizmine dönüş derken benim ille tedaim Burhan Topraktır. Onun bir taze idrak hamlesi hâline çıkmış olan 'Yunus Emre'sini yeni Türk şuurunun kaynaklarından biri olarak görüyorum. Burhan Toprak Avrupa'ya Pascal hayranlığı ile gidip Yunus Emre hayranlığı ile dönmüştür."1
Sabahattin Eyuboğlu, Pascal'dan ve Dante'den Yunus Emre'ye dönmenin tadından bahsederken Burhan Toprak'ın Yunus Emre Divanı (1933) kitabının girişinden, dönemin arayışları açısından üzerinde durulmayı hak eden bir alıntıyı paylaşır:
"Bir gün Alp dağlarında Pascal'ı okurken aklıma lisenin son sınıflarında hocamın aylarca okuttuğu Yunus Emre geldi.
Pascal'dan fevkalâde mühim bulduğum şeyleri Yunus'da da görmüş gibi idim. İstanbul'a yazdım. Divan geldi. O günden sonra bir dua kitabı gibi Yunus Emre divanını yanımdan ayırmadım. "2
Yunus Emre'nin büyüklüğünü o yıllarda tutkuyla okuduğu Burhan Toprak sayesinde fark ettiğini belirten Sabahattin Eyuboğlu, 1960'larda onun yaklaşımına birtakım eleştiriler getirir. Toprak'ın Yunus Emre'nin "şairliğinden çok mistikliğine, halk adamlığından çok din adamlığına önem vermesini" yadırgar mesela. Elbette bunun dönemin siyasi gelişmeleriyle de bağlantısı vardır. Öte yandan onu "hor görülmekten kurtarıp çağdaş ve saygılı bir anlayışla değerlendirmesi" ve "Batılı anlamıyla şair, düşünce adamı sayması" yönüyle takdir eder.3
Yine 1938'de İnsan dergisinin beşinci sayısında yayımlanan "Yaşayan Mazi" başlıklı yazısında Türk düşüncesinin Avrupalı olmasının ancak kendi geçmişinden beslenmesiyle sağlanabileceğini ileri sürer. Bunun çeşitli boyutlarını anlatırken Yunus Emre'ye de temas etmesi sonraki dönemdeki çalışmasının anlaşılması açısından önemsenmelidir. Şu satırları okumak öğretici olabilir:
"Yunus Emre'den bahsederken, şair, san'atkâr, dâhi gibi kelimeleri kullanmak bir tefsirdir. Çünkü Yunus bir derviştir ve bizim onu müridler gibi sevmemize imkân yoktur. Bizim Yunusumuz yepyeni ve 'herdem taze' bir Yunus'tur ve eskisinden çok daha zengin, çok daha derindir."4
Yunus Emre kitabı ve tartışmalar
Suut Kemal Yetkin, Türk Dili dergisinde Sabahattin Eyuboğlu ile ilgili anılarını anlattığı yazısında, onu filozof diye nitelemenin doğru olmadığını çünkü kendisinin bunu istemediğini ama daha iyisini yaptığını belirtir ve sözü çok önemli bir konuya getirir: "Edebiyatımızı çağdaş bir gözle yorumladı ve en ilginç yapıtını da Yunus Emre ile başardı."5 Önce Eyuboğlu'nun Yunus Emre yorumunun kamusal mecraya taşınmasına ardından kitaplaşmasına bakmak önemli görünmektedir.
Sabahattin Eyuboğlu'nun 1965 yılında Ankara Radyosu'nun "Türk Büyüklerini Anma" programı için hazırladığı "Yunus Emre'ye Selâm" Ankara ve İstanbul radyolarında okunur. Sonra dönemin hümanist çizgideki yayıncısı Çan Yayınları tarafından aynı adla yayımlanan kitabında Eyuboğlu'nun 13'üncü ve 14'üncü yüzyıllarda yaşamış Yunus Emre için söyledikleri, onun hümanist yanını vurgulayan ve ses getiren bir yorum kabul edilir. Zira Eyuboğlu'ndan önce Yunus Emre'nin dünya görüşünü yorumlayanlar, onu Türk halk edebiyatının bir parçasını teşkil eden tekke edebiyatı dolayısıyla tasavvuf bağlamı içinde ele almakla kendilerini sınırlamışlardır.
Konuyla ilgili araştırmaların da işaret ettiği üzere Yunus Emre uzun zaman belli bir tasavvufi çevre dışında günümüzdeki kadar tanınan, hele kültür mahfillerinin yakından bildiği bir sufi kişilik olmaz. Yunus Emre'yi "insanlara insanca seslenen bir ozan olarak" yücelten Sabahattin Eyuboğlu'ndan önceki birkaç esere bu açıdan bakılabilir. Yunus Emre'yi İkinci Meşrutiyet devrinin sonlarında hem Osmanlı entelektüel çevrelerine hem de şarkiyatçılara tanıtan hiç kuşkusuz Fuat Köprülü olur. Onun kaleme aldığı Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar (1918) adlı kitabı Yunus Emre'yi derviş kimliğiyle yorumlama çabasının başlangıcını teşkil eder.
"Dante gibi halkın diliyle"
Belli noktalarda Fuat Köprülü'yü izleyen Burhan Toprak ve Abdülbaki Gölpınarlı'nın araştırmaları ise Yunus Emre'nin, toplumdan ve doğadan kopmamış olmanın getirdiği bir gerçekçilikle halk kültürüne bağlanabileceğini gösterir. Aralarındaki farklara rağmen ikisi de Yunus Emre'yi dönemin egemen kültür değerleri olan tasavvuf ilkeleri içinden konuşan gerçekçi ve halkçı bir şair şeklinde görürler.
Gölpınarlı, Yunus Emre'yi tasavvufi kökenlerinden koparmadan gerçekçi bir halk şairi şeklinde değerlendirir. Arayışları kendine özgü bir hüviyet arz eden "kriz entelektüeli" Burhan Toprak, tasavvuf noktainazarından, Yunus Emre'nin gerçeği arama sürecinde karşılaştığı bireysel çatışmaları ve bunların ulaştığı yoğunluğu vurgulamayı tercih eder. Sabahattin Eyuboğlu ise Yunus Emre'nin halkçılığını ve gerçekçiliğini tasavvuf düşüncesinden soyutlayarak, hümanist bir kültür bağlamı içine yerleştirir ve bu çerçevede ona çağdaş bir geçerlilik kazandırmaya yönelir.
Sabahattin Eyuboğlu, Batı edebiyatı okumalarının ve dönemin gelişmelerinin etkisiyle Yunus Emre'nin çağın en ileri düşüncelerini tıpkı Dante gibi halkın diliyle anlattığını düşünmektedir.6 Yunus Emre'nin Türk edebiyatındaki yerini, ondan yaklaşık yüz elli yıl sonra yaşayan Fransız şairi François Villon'un kendi edebiyatındaki konumuna benzetir. Buna göre ikisi de kargaşa döneminde yaşamış ve kendi halkının dilini yabancı dillere karşı yüceltmiştir. Yunus Emre nasıl Arapça ve Farsçaya karşı çıkmışsa Villon Latince ve Yunancaya karşı mücadele etmiştir.
Bununla da yetinmez, Shakespeare, Dante ve Cervantes'in de yaptığının aynı çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini iddia eder.7 Aslına bakılırsa Eyuboğlu'nun Yunus Emre'ye benzettiği Villon'un daha ziyade hicivci olması onun tercüme serüveniyle birlikte düşünülmelidir. Öte yandan Latinceye karşı Fransızcayı savunan ise Villon değil Joachim du Bellay'dir.
"Ümmet malı değil, millet malı"
Kendi döneminde Yunus Emre'yi "ümmet malı değil millet malı" kabul eden Sabahattin Eyuboğlu, onun halkçı vasfının yanında çağdaş dünyanın temelini kuran hayli yenilikçi bir figür kimliği taşıdığını öne sürer. Ona göre Yunus Emre herkesi "dindar olmaya, şu ya da bu peygambere inanmaya değil, insan olmaya" çağırmaktadır. Şairin inancını özetlediği satırlar kültürel temellerin, değerlerin ve tarihin deformasyonu bakımından endişe vericidir:
"Yunus bütün dindarlığına, müslümanlığına karşın hiçbir dinin adamı değil, hatta bir din adamı bile değil, tersine bütün dinlerin ötesinde, camilerin kiliselerin dışında, hele softaların, yobazların düpedüz karşısında kitapsız, tapınmasız, törensiz, kıblesiz bir inancın adamıdır. Bu inancın tek kuralı, yasası, doğması sevgidir, en geniş, en sınırsız, en insanca anlamıyla sevgi. Dinini, tanrısını sordunuz mu Yunus'a, aşk der ve dost der size, başka şey de söylemez."8
Batılılaşma yanlılarıyla muhafazakâr çevreler arasındaki geçmiş üzerinden sürdürülen kültürel mücadeleyi de aşikâr kılan Sabahattin Eyuboğlu, Yunus'un şiirlerinde görülen temaları da bu perspektiften değerlendirir. Mesela onun şathiyelerini, kavramın tasavvuftaki özel anlamından bağımsız şekilde ele alıp "gülen düşünce" (humour) sayar.9 Buna karşılık Yunus Emre'yi mutasavvıf kimliğiyle inceleyenler için şathiyeler tasavvuf sembolizmine aşina olanlara çok açık bir anlam taşırlar. Onun şairi bağlı bulunduğu dinden ayırma eğilimi bazı muhafazakâr yazarların haklı ve sert eleştirilerine maruz kalır.10
Sabahattin Eyuboğlu'nun Yunus Emre'yi hümanizma kültürü perspektifine yerleştirme projesi, şathiyelerin yorumlanmasıyla sınırlı değildir. Yunus Emre'nin ölüm gibi diğer konularda da tasavvuf düşüncesine uzak düşen bir yorumunu yapar. Oysa Yunus Emre'nin tarihsel kişiliği ve düşüncelerini döneminin gerçeklerinden ve kültür değerlerinden dolayısıyla tasavvuftan soyutlamanın imkânı yoktur. Bu yüzden de Eyuboğlu'nun çalışması, dönemin kültür dayanaklarını dikkate almadığı için eleştirilir.11
Yunus'a biçilen ideolojik elbise
Köprülü, Gölpınarlı ve Toprak, Yunus Emre'ye belli ölçüde tasavvufi perspektiften bakarlar buna karşın Eyuboğlu, yerli yerince söylersek, Yunus Emre'yi tasavvufun bilgi ve ahlak telakkisinden kopararak soyut bir hümanizmaya bağlayarak tarih dışılığa düşer. Şu hâlde kim ne derse desin Yunus Emre her şeyden önce bir sufidir ve düşüncelerini, o dönemin Anadolu'sunda teşekkül eden tasavvuf anlayışı çerçevesinde oluşturduğu inkârı mümkün olmayan bir hakikattir.12
Sabahattin Eyuboğlu, Yunus Emre'yi kendi yaşadığı çağdan, çevreden, siyasi, sosyo-ekonomik ve kültürel şartlardan çıkararak sahip olduğu ideolojik ve kültürel tercihinin elbisesini giydirmeye çalışır. Kendisi gerçekle ilgisi ve bağı koparılmış, böylece tarihi şahsiyeti bozulmuş Yunus Emre yorumu için şöyle bir savunma yapar:
"Kendi çağımızın, yepyeni inançların insanı olarak, geçmişi değil geleceği özleyerek, Yunus'un inandıklarına inanmayarak da sevip sayabiliriz onu. Ne mutlu inandığını Yunus gibi söyleyene, sevdiğini Yunus gibi sevene, kendi çağının karanlıkları içinden bütün çağların aydınlığını bulana."13
Sabahattin Eyuboğlu'nun Yunus Emre odaklı kitabının tarihi açıdan su götürür iddiaları, hatta su götürmez yanlışlıkları, eksikliklerinin yanında 1930'lardan itibaren belirginlik kazanan arayışları çerçevesinde konumlandırmak gerekir. Onun süreklilik arz eden yanlarıyla farklılaşmalarını tespit etmek Yunus Emre üzerine bugün herkesçe bilinen hümanist yorumların evvelini ve ahirini kavrama sürecine ciddi bir katkı sunacaktır.
Asıl mühimi tüm bunlar 1960'lar sonrası ve özellikle 1970'li yılların ilk yarısına uzanan dönemdeki yankısıyla anlam kazanacak olan "Yunus Emre savaşlarını" da daha somut bir çerçevede tartışmayı mümkün kılacaktır.
Dipnotlar:
1 Sabahattin Eyuboğlu, Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler, haz. Azra Erhat, Cem Yayınevi, İstanbul, 1981, s.71.
2 Sabahattin Eyuboğlu, age., s.71.
3 Sabahattin Eyuboğlu, Yunus Emre'ye Selâm, Çan Yayınları, İstanbul, 1966, s. 10.
4 Sabahattin Eyuboğlu, Sanat Üzerine Denemeler ve Eleştiriler, s.96.
5 Suut Kemal Yetkin, "Bir Dostluğun Öyküsü", Türk Dili, 1977, sayı: 304, s.55.
6 Sabahattin Eyuboğlu, Mavi ve Kara, Çan Yayınları, İstanbul, 1967, s.27.
7Sabahattin Eyuboğlu, Yunus Emre'ye Selâm, s. 8.
8 Sabahattin Eyuboğlu, age., s. 28-29.
9 Sabahattin Eyuboğlu, age., s. 69-70.
10 Beşir Ayvazoğlu, Yunus, Ne Hoş Demişsin Cumhuriyet Sonrası Yunus Emre Yorumları, Kapı Yayınları, İstanbul, 2014, s.128.
11 Ahmet Yaşar Ocak, Türk Sufiliğne Bakışlar, İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 98-108.
12 Ahmet Yaşar Ocak, age., 109-121.
13 Sabahattin Eyuboğlu, Yunus Emre'ye Selâm, s. 10-11.