Mustafa Özçelik: Yunus Emre'nin Molla Kasım'(lar)la imtihanı

Yunus Emrenin Molla Kasımlarla imtihanı
Giriş Tarihi: 22.4.2021 12:37 Son Güncelleme: 22.4.2021 12:37
Yunus ile Molla Kasım menkıbesi öncelikle tarih boyunca sıkça karşılaşılan medrese-tekke çatışmasının bir örneği olarak da okunabilir. Bu durumun en önemli sebebi ise fakih diliyle derviş dilinin farklı olmasıdır. Biri kitaptan diğeri gönülden konuşur. Anlaşmazlık konusu fakihlerin şeriat gemisinde kalıp asıl hakikatin bulunacağı denize dalmamalarıdır.

"Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"
Yunus Emre

Yunus Emre, yaşadığı zamandan bu yana şiirlerinde dile getirdiği Allah, peygamber ve insan sevgisi, kardeşlik, hoşgörü gibi mesajlarından dolayı çok sevilmiş ve kabul görmüş bir isimdir. Ne var ki hemen herkesin bildiği bu tür beyitlerden sonra divanını okuyanlar onun "Âşık mı diyem ben ana Tanrı'nun uçmagın seve/ Uçmak hod bir tuzakdur eblehler cânın tutmaga", "Gökte peygamber ile Mi'râc'a çıkan benem/Ashâb-ı Suffa'yıla yalıncak olan benem", "Işk îmâmdur bize gönül cemâ'at Kıblemüz dost yüzi dâimdür salât", "Mansûr'ıdum ben ol zamân uş yine geldüm bunda ben/Yak külümi savur yile ben Ene'l-Hak didüm ahî" gibi söyleyişlerle karşılaşınca ona dair bir sorgulama içine girmişlerdir. Zira bunlar, ilk bakışta çizgi dışı, Yunus'un dediği gibi "eğri büğrü" yani anlam kapısını herkese açmayan sadece ehline açan sözlerdir.

Bir sufi şair, böyle sözleri niye söyler? Bu hâl, elbette aşkın ve coşkunun şiddetiyle alakalıdır. Bu coşku artınca şair, kendinden geçerek böyle sözleri söyleme noktasına gelir. Yunus, bu hâli "Aşkım galip geldi yüreğim harlar /Âşık olan arı namusu n'eyler /Behey Yunus sana söyleme derler /Ya ben öleyim mi söylemeyince" şeklinde ifade eder. Tabi söyler söylemesine ama bunun bir bedeli olacağını da bilir. Mesela Hallac-ı Mansur, bu sırrı ifşa etmeyi canıyla öder.

Yunus da Mansur gibi dara çekilmeyi göze alarak söyler. Fakat ona yönelik tepki Molla Kasım örneğinde oldu gibi Yunus'un itikadını sorgulamaya yönelik tepkilerle sınırlı kalır, daha öteye geçemez. Gerçi Ebussuud Efendi "bu itikattan rücu etmezse katilleri vâcib olur" fetvasını verse de Yunus o tarihte hayatta olmadığı için dara çekilmekten kurtulur.

Molla Kasım kimdir?

Kimdir Molla Kasım ve neyi, nasıl bir insan tipini temsil eder? Yunus'la alıp veremediği nedir? Bunları anlamak için önce konuyla ilgili menkıbeye bakalım: Yunus, üç bin şiir söyler. Kendisinden sonra gelen Molla Kasım isimli bir şeriat (hukuk) âlimi bir su kenarında bu şiirleri okumaya başlar. Bunlardan ilk bin tanesini okuyunca bunları şeriata aykırı bularak yakar. Sonraki bin tanesini de aynı sebeple parçalayıp suya atar. Üçüncü bine başlayınca yazının başına aldığımız şu beyitle karşılaşır: "Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme /Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir"

Molla Kasım, bu beyti okur okumaz, hatasını anlar. Çünkü Yunus'un ona ilk iki bin şiirde "eğri büğrü" gelen sözlerinin asıl manasını anlamaya başlamış, böylece onun büyüklüğünü idrak edip yaptığından pişmanlık duymuştur. Fakat ne çare ki elde bin şiir kalmıştır. Menkıbeyi inşa edenin halk olduğu düşünülecek olursa şunu da söylemek gerekir: Halk, derin irfanıyla Yunus'a dair bu konunun onun lehine çözümlenmesi için karşısına Molla Kasım'ı çıkarmıştır. Menkıbenin finalinde ise Yunus aklanmış olur. Böylece ona dair meşruiyet sorunu ortadan kalkar.

Bu menkıbe öncelikle tarih boyunca sıkça karşılaşılan medrese-tekke çatışmasının bir örneği olarak da okunabilir. Bunun tarihteki çok tipik bir örneği Kadızâde ile Sivâsî çatışmasında görülür. İki grup asıl konu Yunus olmamakla beraber sufîlerin semâ ve devranının, zikir ve musikinin caiz olup olmadığı, Muhyiddin İbn Arabî'nin kâfir sayılıp sayılmayacağı, Yezîd'e lânet edilip edilemeyeceği gibi konularda ciddi fikir ayrılıklarına düşerler.

Bu durumun en önemli sebebi ise fakih diliyle derviş dilinin farklı olmasıdır. Biri kitaptan diğeri gönülden konuşur. Fakih, bir metne zahiriyle bakar ve alt anlamına ulaşamaz. Yine fakih, konuya kaba akıl ve bilgi ölçüleriyle bakar. Sufi gözünde ise şiir, ilahi ilhamın şairin kalbine yüklediği manayı söze dönüştüren bir vasıtadır.

Yunus'un şiiri de böyledir: "İy sözlerün aslın bilen gel di bu söz kandan gelür /Söz aslını anlamayan sanur bu söz benden gelür /Söz karadan akdan degül yazup okımakdan degül /Bu yüriyen halkdan degül Hâlik âvâzından gelür."

Şeriat gemisinde kalıp hakikat denizine dalmadılar

Bu "Halik avazı" meselesini fakihler neden anlayamazlar? Bunu da şöyle açıklar: "Hakîkatün ma'nîsin şerh ile bilmediler /Erenler bu dirligi riyâ dirilmediler /Hakîkat bir denizdür şerî'at anun gemisi /Çoklar gemiden çıkup denize tamladılar /Bular geldi tapuya şerî'at tutdı turur /İçerü girübeni ne varın bilmediler /Dört kitâbı şerh iden âsîdür hakîkatde /Zirâ tefsîr okuyup ma'nîsin bilmediler" Demek ki anlaşmazlık konusu fakihlerin şeriat gemisinde kalıp asıl hakikatin bulunacağı denize dalmamalarıdır.

Yunus Emre'nin bu şiirlerinden, aslında isim zikretmese de, yaşadığı dönemde de böyle düşünen insanların eleştirileriyle karşılaştığını anlıyoruz. İşte Molla Kasım, bu anlayışın sembol ismidir. Fakat bu durum, Molla Kasım'la da bitmez, günümüze kadar devam eder. Bunun tarihteki bir başka kahramanı ise az önce adından söz ettiğimiz Ebussuud Efendi'dir. Onun tepkisinin de Yunus'un sözlerine dair olması dolayısıyla bu hadiseyi biraz daha geniş aktaralım.

Hadise şöyle cereyan eder: Kendisine "Bir zaviyenin mescidinde eşhâs-ı muhtelife ile oğlanlar muhtelit olup envâı teganniyat ile tevhid ederler iken kelime-i tehvidi tağyir edip gâh dil men, gâh canmen ve gâh 'Sen bir ulu sultansın /Canlar içinde cansın /çün âyan gördüm seni /Pinhan kayusu değil' deyüp ve gâh 'Cennet cennet dedikleri /Bir ev ile birkaç hûri / İsteyene ver sen anı /Bana seni gerek seni' deyü göğüslerini döğüp evzâ-ı garibe ettiklerinde ahâli-i mahalleden bazı kimesneler zâviye-i mezbûrede şeyh olan Zeyd'e; 'Bu makule evzâa niçün râzı olursun?' dediklerinde, Zeyd: 'Ne lazım gelir? Ve mâ haleket-el cinne vel inse illa liyabudün demekle cevap verse şer'an Zeyd'e ne lazım gelir?' şeklinde bir soru sorulur.

O da bu soru için "El cevap: Evza ve akval-i mezbure kemal mertebe fuhuş olduğundan gayri, cennet hakkında söyledikleri kelime-i şenia küfr-i sarihtir. Katilleri mubahtır, şeyhleri olan bi-din hikâyet olan ef'al ve akvâl men'e mubaşeret olunmazsa dahi ne lazım gelür demekle kâfir olduğundan gayrı o kabayihi ibadet kabilinden addedüb âyet-i kerimeyi ana delil getirmekle tekrar kâfir olur. Ve bu itikattan rücu etmezse katilleri vâcib olur." şeklinde bir fetva verir.

Molla Kasım'a farklı yorumlar

İşte bu anlayış, bugüne kadar gelmiş ve hemen her çağda savunucularını bulmuş bir anlayıştır. Meselâ bir yazar, onun "Âşık mı diyem ben ana Tanrının uçmağın seve /Uçmak dahi tuzağımış mü'min canları tutmağa" beytini "küfür" olarak niteler. Yine bir başka yazar "Yigirmisekiz hece okursun ucdan uca /Sen elif dersin hoca mânâsı ne demektir /Dört kitâbın mânâsı tamamdır bir elifte /Bâ dedirmeniz bana ben bu yoldan azarım" sözünü de Kur'ân'ı tek harfe indirgemek olarak görüp Yunus'un bu söyleyişini "İslâm'a aykırı görüş" olarak niteler.

Şimdi insan bu noktada şunu da düşünüyor: Hani diyor ya Yunus; "Korkaram söylemeğe şerîat edebinden /Yoksa eydeydüm sana dahi ayrusi haber" Ya gördüklerinin, bildiklerinin hepsini üryan bir şekilde söyleseydi kim bilir daha ne tür tepkilerle karşılaşacaktı? İnsan bunu düşünmek bile istemiyor. Sadece şunu söylemek gerekiyor: İyi ki böyle sözler söylemiş. Değilse dini anlamada hep kabukta kalacaktık. Bu da bizi onun derinliğinden, estetiğinden uzak tutacaktı.

Molla Kasım'la ilgili bu durum, zamanla farklı yorumlara da konu olur. Bunlardan en ilginç olanı Arif Nihat Asya'ya aittir. Ona göre "Molla Kasım, bazı sathi hükümler hilafına Yunus'u yırtıp parçalayan çiğ, hoyrat bir adam timsali, bir ham ervah değildir. Molla Kasım, Yunus'un mirasını şer-i şerif üzerine ve hakkaniyetle varisler arasında taksim eden bir adalet timsalidir. (…) Onun adaleti sayesinde melekler de insanlar da balıklar da bu şiirlerden payını almışlardır."

Şairi böyle düşündüren sebep ise Kasım kelimesinin "Taksim edici" anlamıyla ilgilidir. Buna göre bu menkıbe ''Tarikatla şeriatı birbirine sımsıkı bağlayan" bir menkıbedir. Çünkü tarikat dediğimiz bir nevi ''cemaat terbiyesidir, ruhu terbiye eder, olgunlaştırır. Şeriat dediğimiz ise hak ölçülü kanun, kuraldır, adaletin tesis edilmesidir."

Şair, bir konuya daha dikkat çekiyor. Ona göre bu menkıbe bizi havayı da suyu da toprağı da okumaya davet ediyor. Menkıbe bu yorumuyla da Yunus'un varlık anlayışı ile örtüşen bir özelliğe bürünmektedir. Çünkü Yunus için insan ne ise kuşlar, balıklar, gökyüzü, toprak da odur. Hepsinde tecelli eden ise Hak'tır.

Molla Kasım, Yunus'un kendisi mi?

Menkıbeler, sembolik metinler olduğu için her devirde yeniden yorumlanmaya müsait metinlerdir. Bu yüzden şairler, felsefeciler, sufiler bunlara farklı yorumlar getirebilmektedir. Mesela bu tür isimlerden biri olan Sezai Karakoç, bu menkıbenin birkaç açıdan yorumlanabileceğini söyler. Buna göre Yunus'un şiirleri tek tek ele alınınca İslam'la bağdaşmaz görünebilir. Fakat bütününe bakıldığında durumun böyle olmadığı ve onların İslam'a uygun söyleyişler olduğu görülür. İşte Molla Kasım, şiirlerin tamamını görünce bunu anlayan bir tiptir.

Buradan çıkarılacak sonuç ise şudur: Yunus ilk başlarda anlaşılmaz ve katı âlimler tarafından şüphe ile karşılanır, fakat devam eden süreçte onlar da bu şiirlerin asıl mahiyetini anlarlar. Bu yorumu okur açısından böyle yapan Karakoç, başka bir yorum olarak Molla Kasım'ı şairin kendisi olarak görür. Molla Kasım, Yunus'un "iç ben"idir. Bir otokritiktir söz konusu olan. Yunus, sadece söyleyen değil okuyan olarak da şiirlerini kritik etmekte, okurun karşısında çıkabilmek için iki şiirlik müsveddeyi yok etmektedir.

Böyle yapmasının sebebi ise sözünün her kelimesinin İslam'a uyması hassasiyetidir. Karakoç, son bir şey daha ekler. Buna göre bu menkıbe bize Yunusun şiiri üzenine kafa yormamızı söylemektedir. Çünkü onun şiirinde tabiatın kuş balık vs. bütün varlıkların seslerini toplayan bir ritim vardır. Bir oluşun senfonisini yazmakta ve böylece hilkatin sırrına ermek istemektedir. Bu sırra aşina olunduğunda ancak hakikate ulaşmak mümkün olabilecektir.

Fakat ne tür yorumlar yapılırsa yapılsın genel algı daha çok Mola Kasım üzerinde yoğunlaşır. Zahir ehli ile sufiler arasındaki mesele hiç bitmediği/bitmeyeceği için de Yunus'u şeriat adına sigaya çekmek söz konusu olduğunda akla gelen sembol isim Molla Kasım olmaktadır.

Molla Kasım şair miydi?

Kimi araştırmacılar ise Molla Kasım'ı daha farklı anlatırlar. Buna göre Şirvan âşık mektebinin şairlerden olan Molla Kasım (1230/? -1325/?) Yunus'un çağdaşı bir şairdir. Azerbaycan Türkçesi ile yazılmış şiirleri vardır. A. Gölpınarlı, S. Eyüboğlu, N. Yesirgil çağdaş bu iki şairin aynı vezin, şekil ve konuda yazdığını, şiir anlayışı ve akide bakımından da yakın olduklarını söylerler.

Böyle düşünenlerden, mesela Cahit Öztelli, Molla Kasım adı geçen şiirin Yunus'un olmadığını, gerçekten yaşamış Molla Kasım adlı şaire ait olduğunu ve Yunus 'un bir şiirine nazire olarak yazdığını söyler. Durum öyledir yahut değildir, şiiri ister Yunus yazsın isterse ona nazire olarak yazılsın Molla Kasım ismi çok zengin yorumlara müsait bir menkıbenin doğmasını sağlamıştır.

KAYNAKÇA
- Arif Nihat Asya, Türk Yurdu Yunus Emre Özel Sayısı s. 319, İstanbul 1966
- Celaleddin Vatandaş, Vahiyden Kültüre, İstanbul 1991
- F. Kadri Timurtaş, Yunus Emre Divanı, İstanbul, 1975
- M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuud Efendi Fetvaları -Işığında 16. Asır Türk Hayatı, İstanbul 1983
- Sezai Karakoç, Yunus Emre, İstanbul 1965

BİZE ULAŞIN