Nurullah Koltaş: Doğu’da ve Batı’da Yûnus

Doğu’da ve Batı’da Yûnus
Giriş Tarihi: 26.04.2021 12:57 Son Güncelleme: 26.04.2021 12:57
Batıda Yunus'la alakalı çalışmalarda, yazarlardan bir bölümü ''Saf'' ''Talın'' gibi nitelendirmelerden hareket ederek Yunus'ın ifadelerinin yüklü olduğu anlamı görmezden gelirken, bazırları da Yunus'un yerini tayin için onu Dante, Blake, Yeats gibi şairlerle karşılaştırır.

Yûnus gibi ömürlerini tasavvufî bir hayat tarzına hasretmiş şahsiyetlerin tecrübî ya da zevkî yönlerinin izahı, sınırlandırma gibi bir tehlikeyi de beraberinde getirmektedir. Nitekim akademik ya da akademik olmayan çalışmalarda zâhir/lafız bakımından yapılan değerlendirmeler öne çıkarken, Yûnus'u yalnızca lafızdan ibaret gösterecek denli "Anadolu'nun saf dilinin sesi", "bugün bile anlaşılabilir bir ozan" gibi nitelendirmelere indirgemek, bir bakıma sülûkünün dışavurumu olarak kabul edilebilecek şiirlerindeki içkin hakikatin eksiltili bir yansıması gibi durmaktadır. Yûnus'un şiirlerinin dönem dönem halk şiiri/divan şiiri tartışmalarının içine çekilip yayınlara da böyle aksettirilmesi, halk nezdinde bulduğu karşılık ve hürmetin hilafına "sığ" bir doğrultuda ilerleyerek bizde olduğu gibi Batı'da da yanlış bir Yûnus Emre profilinin oluşmasına yol açmaktadır.

Bu bağlamda, Cumhuriyet sonrası öne çıkan milliyet ve din eksenli tartışmalar dolayısıyla kimileri Yûnus'u "Türkçenin duru bir ifadesi" kimileri de "hümanizmin sesi, insanın Tanrılaşması" gibi absürt birtakım nitelendirmelerle esasen dine ve özelde tasavvufa yaklaşımlarını Yûnus üzerinden dillendirme gayretinde olmuşlardır. İçeride durum böyleyken, dışarıda Yûnus'a yönelik yaklaşımlar da bu kafa karışıklığından nasibini almaktadır. Bu durumun analizini tasavvufun İslam beldelerinden Batı'ya intikali bakımından gerçekleştirmek bir başlangıç noktası sağlayabilir.

Tasavvufun Batı'ya intikali, tesis olunan tarîk ya da yollara mensup sufilerin arzın dört bir yanına bu hayat tarzını tanıtmalarıyla ivme kazanmıştır denebilir. Müslüman tüccârların faaliyetleri, ilmî eserlerin tercümeleri ve seyyâh sufilerin gayretlerine ilaveten, tasavvufun yaşanır olduğu beldelere seyahat eden Batılılar ve savaşlar nedeniyle esir düşenlerin sözlü ve yazılı olarak aktardıkları da modern dönemin çok öncesinde tasavvufa yönelik belli bir aşinalık kazandırmıştır.

15'inci yüzyılda şiirleri Avrupa'da

Her ne kadar Batıya intikalin 19'uncu ve 20'nci yüzyıllarda gerçekleştiğini savunanlar olsa da gün geçtikçe ortaya çıkan belgeler, hadisenin sanılanın aksine çok daha öncesine dayandığını gözler önüne sermektedir. Tasavvufun Batı'daki serüvenine ilişkin çalışmalarda bulunan Mark Sedgwick, Western Sufism isimli eserinde modern öncesi dönemde Batılı ilk sufinin Georgius de Hungaria (Macar György) isimli bir seyahatname yazarı olduğunu dile getirir.

Georgius, Tractatus de Moribus, Conditionibus et Nequitia Turcorum (Türklerin Âdetleri, Hâlleri ve Hinliklerine Dair Risâle) ismini taşıyan 1480 tarihli seyahatname kabilinden Latince eseri kaleme alır. 1436'da Osmanlı ordusunun Mühlbach'a (Sebeş) akınları esnasında henüz 16 yaşlarında genç bir Dominiken rahip adayı olan Georgius esir alınır ve Edirne'ye getirilir. Daha sonrasında birkaç şehirde esir olarak satılan Georgius, son olarak Orta Anadolu'da bir şehre getirilir. Oldukça insaflı bir kişi olarak tarif ettiği son efendisinin kendisine çok iyi davrandığını dile getirirken, çevresinde olupbitenleri ayrıntılı bir biçimde tasvir eder. Bu süre zarfında Türkçe de öğrenen Georgius, gördüğü dervişlerden de söz etmektedir. İcra ettikleri semâ ve okudukları ilahilerin hayli etkileyici olduğunu dile getirdikten sonra, bu insanların cezbedici olmalarının kökeninde "şeytanî" bir yön olduğunu eklemekten geri durmaz.

Georgius'un seyahatnamesinin bizim açımızdan önemi, tarihi bilgi ve toplum hayatından bazı kesitleri çoğunlukla kendi perspektifinden sunması bir yana, eserin son kısmında Yûnus Emre'ye ait iki şiiri Türkçe okunuşlarıyla aktarmasıdır. Yanı sıra bahsi geçen şiirlerin Latince yorumları da ekler. İşin asıl dikkat çekici yönü ise, Tractatus'un 1530 tarihli neşrinin önsözünü kaleme alan Martin Luther'in Hristiyan rahiplere yönelik uyarılarıdır. Zira rahiplerin ataletleri bertaraf edilmezse, Osmanlının kısa sürede Hristiyan âleminin tamamını ihata edeceği tehlikesinden bahseder. Martin Luther'in eserde yer alan Yûnus şiirlerini Hollandalı Erasmus'a gönderdiği de söylenir.

Bağlamından uzaklaştırılan Âşık

Bu eserle alakalı olarak Palmer ve Klockow'un çalışmaları öne çıkarken, Fuat Köprülü'nün yanı sıra Karl Foy ve Talât Tekin tarafından da şekil ve anlam bakımından ele alınan bu iki şiir üzerine Almanca ve Türkçe çok sayıda makale kaleme alınır. Şiirlerden ilki -yazarın aklında kaldığı şekliyle aktarıldıklarından imlâları kesin olmamakla birlikte- "Gâfil olma aç gözüngi, hâluñga bak öleni gör/Kürelik itme dünyede, yazuklaruñg dileni gör" şeklinde mısralarıyla başlarken, ikincisi "Yanar içüm göyner özüm ben ölüm(ümi) añgıcak/Ölüm endîşesi ne hoş, ululara danı(şı)cak" mısralarıyla musammat tarzında kaleme alınmış olup şiirlerin sonunda Yûnus (Yonus) isminin geçmesi, şiirlerin Yûnus Emre'ye ait olduğunu açıkça ortaya koyar. Ne var ki üslup ve mana bakımından Yûnus'a ait olduğu açık olan bu şiirler çoğu divanda yer almaz.

Fuat Köprülü, Burhan Toprak ve özellikle Abdülbaki Gölpınarlı'nın Yûnus Emre'ye hasredilen çalışmaları Yûnus'un hayatına ve şiirine dair hayli geniş malumat sağlarken, Sezai Karakoç ve Mustafa Özçelik gibi günümüzde Yûnus'un hüviyetine dair değerli çalışmalara imza atan yazarlar da farklı pencereler açarlar. Ne ki hemen hepimizin çocukluktan itibaren nutklarıyla ve ilahî güfteleriyle büyüdüğümüz Yûnus, istisnaları olmakla birlikte Batı'da hazırlanan antolojilerde ya birkaç cümle ile geçiştirilir ya da kendisinden hiç bahsedilmez. Türkiyat çalışmalarında bile Yûnus'un yeterince tetkik edilmediğine üzülerek tanık olmaktayız. Var olan kısa izahlarda ise "hümanist" ve "panteist" gibi bir takım basmakalıp ifadeler, Yûnus'un bağlamından uzaklaştırılarak ele alındığının birer göstergesi gibidir.

Batı'da Tractatus'tan sonra Yûnus'un yeri

Georgius'un seyahatnamesinden sonra geçtiğimiz yüzyıl başına kadar Yûnus'un şiirlerinin niçin yaygınlık kazanmadığı bir muammadır. Yûnus'a dair çalışmalar, geçtiğimiz yüzyılın başından itibaren ivme kazanır ve yakın dönemde çevirilerle birlikte daha iyi bir duruma gelir. Hâfız ve Mevlânâ gibi neredeyse iki asır önce çevrilen ve çevrilmiş oldukları dönemde Batı'da baş gösteren sorunların bir getirisi olarak Doğu'ya yönelmenin bir çıkış noktası sağlayabileceği düşüncesiyle ilgiyle karşılanan şairlere oranla Yûnus'un nispeten geç bir dönemde tanınmaya başladığı görülür.

Yûnus Emre'ye Anadolu'daki tasavvufî hayata dair güncel birtakım ilmî çalışmalar dışında yer verilmeyişi hatta kimi durumlarda görmezden gelinişini izahta, Orta Çağ'a kadar "Serazen" ve Orta Çağ sonrası Osmanlı ve Türkler ile özdeşleştirilen İslam hâkimiyetinin bir kaygı olarak tazeliğini koruması bir sebep olarak düşünülebilir. Diğer taraftan, kolonyal dönemde Hindistan ve Ortadoğu'dan derlenerek birçok Avrupa diline çevirileri yapılan klasik eserlerin Avrupa ve Amerika'da Doğu'ya ilişkin belli bir farkındalığa yol açtığı malumdur. Özellikle İngiliz ve Alman şarkiyatçıların Hâfız ve Mevlâna'dan yapmış oldukları çevirilerin, Batıda İslam'ın "daha mutedil" yönü olarak telakki ettikleri tasavvufa yönelik ilgide pay sahibi olduğu da inkâr edilemez.

Goethe'den Amerikan Transandantalistlerine kadar uzanan bu etkinin boyutu, Hâfız ve Mevlâna'ya yönelik İslam âleminde olduğundan daha fazla bir teveccühü beraberinde getirir.

Bununla birlikte, Avrupa entelejensiyası nezdinde William Jones ve diğer şarkiyatçıların Doğu şiirine olan ilgilerinin Yûnus'u kapsamaması, ayrıca Nicholson ve Arberry gibi Mesnevî dahil birçok eseri Batı dillerine aktaran ilim adamlarının Yûnus'a bigâne kalışlarının herhangi bir tarafgirliğin sonucu olup olmadığı ise merak konusudur. Dolayısıyla 1480'den itibaren Yûnus'un şiirlerinin sufilerin hayatına dair kesitlerle birlikte Batı'da entelektüel çevrelere girmesine rağmen, yakın döneme kadar Yûnus'un şiir antolojilerinde gerektiği gibi yer almayışının ardındaki nedenlere değinmek gerekir.

Yûnus ile Dante, Blake, Yeats

Bu açıdan bakıldığında, Annemarie Schimmel'in Yûnus'a tasavvuf dairesinden bakarak kaleme aldığı eserlere ilaveten Hammer Purgstal, E.J. W. Gibb, Theodor Menzel, Kabir Helminski, Grace Martin Smith ve özellikle Talât Sait Halman'ın yapmış olduğu çeviriler, Batıda Yûnus'a yönelik aşinalık kazandırma açısından büyük önem taşır. Tasavvuf neşesine yaraşır biçimde içeriden bir bakışla çok sayıda eser kaleme alan Annemarie Schimmel Batı'da Yûnus Emre hakkında genel değerlendirmelerde bulunan yazarlardan farklı bir duruş ortaya koyan az sayıdaki yazardan biridir. Schimmel, "çıktım erik dalına" mısraıyla başlayan şiirinden hareketle Yunus'un Anadolu'da paradoksal şiir olarak nitelendirilebilecek tarzın ilk büyük şârihi olduğuna dikkat çeker. Böylesi şiirler ying-yang gibi olumlu ve olumsuz ikiliklerin ötesinde olduklarından, elest bezmindeki şekliyle hakikati izahtan ziyade ona telmihte bulunmaları da tabii bir durumdur.

Kimilerine göre paradoksal görünen sufi diskuru, zorunlu olarak bir kategori içinde ele alınacaksa Hint mistik şairleri ya da Zen rahipleri gibi farklı mistik geleneklere mensup olanlarla aynı kategoride ele alınmalıdır. Zira Yûnus gibi sufiler, felsefî tetkikle değil zevk yordamıyla erişilebilir hakikatin birer sözcüsü hükmündedirler. Elbette bu durum Yûnus'a mahsus olmayıp paradokslar kullanarak Schimmel'in deyimiyle "kelimelerin ötesi"ni izaha girişen evrensel bir ifade geleneğini gözler önüne serer.

Batıda Yûnus'la alakalı çalışmalarda, yazarlardan bir bölümü "saf", "yalın" gibi nitelendirmelerden hareket ederek Yûnus'un ifadelerinin yüklü olduğu anlamı görmezden gelirken, bazıları da Yunus'un yerini tayin için onu Dante, Blake gibi şairlerle karşılaştırır. Sözgelimi, Helminski Yûnus'u Assisili Francis, Blake ve Yeats ile karşılaştırmaktadır. Yûnus da Francis gibi yalın ve azizlere özgü olan bir lisanla konuşur. Blake'e benzeyen yönü, nutklarının tazammun ettiği remizlerdir. Ayrıca devrinin mekanik ya da hissiz yönlerine karşı içinde bulunduğu hakikat dairesinden seslenebilmiştir. Yeats ise hem sıradan insanlara hem de eğitimli olanlara hitap edebilmektedir.

Mana yükünün tercümesi çok zor

Yûnus'un Batı'da bilinirliğine etki eden olumsuz yönlerden biri de bizzat çevirideki güçlüklerden kaynaklanır. Yûnus'unkiler gibi dil olarak yalın görünmekle birlikte tazammun ettikleri mana bakımından yüklü olan şiirlerin aktarımında belirgin bir güçlük olduğunu söylemek mümkün. Belki Yunus şiirlerinin çok fazla çevirileri olmayışında bu durum etkili olmuş olabilir.

Batı'daki ihtidalarda tasavvuf yolunun etkili olduğu çeşitli vesilelerle dile getirilirken, özellikle Mevlâna'ya teveccüh hemen her grupta öne çıkar. Belki de, Tasavvufî hayat tarzının mücessem bir hâli olan Yûnus'un layık olduğu seviyede tanıtılması ve sınırlı bir çevrenin dışına çıkarılarak gönüllerde taht kurmasının sağlanması, nice cânların hidayetine aynı şekilde vesile olabilir. Yine de tasavvufî neşenin canlılığını koruduğu muhitlerde Yûnus'un muhterem kabul edilişi, hafızalardan silinişinin önüne geçerek sonraki kuşaklara intikaline katkı sağlar. Balkan ülkelerinin büyük bir bölümünde tasavvufî bir hayat tarzını sürdürenler, Yûnus'un orijinal diliyle nutk-i şerîflerini terennüm ederler. Keza 1980 sonrasında Halvetî-Cerrâhî koluna ait dergâhlar gibi birçok Batı ülkesinde tesis olunan zaviyelerde Yûnus'un canlı bir şekilde hatırda tutulduğu müşahede edilir.

Sözün özü, Yûnus "sırrî" birtakım hakikatleri dünyaya açarken dünyanın gerektiği gibi ona açılmaması elbette üzüntü verici bir durum olarak karşımıza çıkar.

Doç. Dr. Trakya Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi

BİZE ULAŞIN