Ercan Yıldırım: Türkiye’nin ‘nomosu’ ve Yunus Emre

Türkiye’nin ‘nomosu’ ve Yunus Emre
Giriş Tarihi: 20.04.2021 12:34 Son Güncelleme: 20.04.2021 12:34
Türkiye'nin Nomos'u islam, 2071'den sonra aşama aşama kuruldı. İslamsız bir Türklük, islamsız bir Anadolu fikri katiyen reddedildi... İslam kültürü bu dönemin alametifarikasıdır; Yunus Emre bu hissiyat ve hassasiyetlerin adeta ruhu, aktarıcısı mahiyetindedir.

Anadolu'nun İslamlaşmasından sonra bu toprakları vatan yapan Türkler yeni bir millet bağı kurdu, ne geldikleri yerlerin ve zamanın ne Batı'nın diyar-ı küfrün yaşam tarzını benimsediler. Müslümana has asaleti ikame eden yer olarak Anadolu yepyeni terkipler oluşturdu, örf ile İslam Şeriatını birleştiren Türkler kapitalizm dışı bir nizamı inşa ettiler.

Türkiye'nin nomos'u da bu süreçte belirginleşti; 1071 sonrasında "İslam-Türk-Ehli Sünnet-Gaza-İslami Nizam" omurgası tamamen kavileşti, gelişti… Yalnızca Osmanlı döneminde değil Cumhuriyet'in kurulma aşamasında, İstiklal Harbi esnasında da bu nomos yenilendi, millet bağını kurdu.

Cumhuriyet sonrasında zaman zaman beka sorununun yaşandığı evrelerde "Gezi olayları" sonrasında da omurga kendini belirginleştirdi; fakat süreci ele almaya çalışan statüko İslami Nizam fikrini, Türkiye'nin tümünü kapsayan iradeyi yok saymaya çalışmaktan vazgeçmedi. Hâlbuki Anadolu'nun İslamlaşması ve Türkiye'nin nomos'u Asya içlerinden gelenlerin kendi "soy-boy-klan" iddialarını bir kenara bırakarak İslam ile millet inşa etmesinin adıdır. Cumhuriyet ulusçuluğu hem Anadolu'nun İslamlaşmasındaki bu bütüncül fikrin hem millet bağının tezahürünü kırmak için seküler dayatmalarda bulunmuştur.

İslamlaşma sürecinde Anadolu'da yepyeni bir toplum, yepyeni bireyler, yepyeni bir ahlak ve gelecek tasavvuru oluştu. Burada kuşkusuz İslam tek etkili güç olmasına rağmen Türklerde müthiş bir psikolojik hazırlık inanç, yeni bir yaşama düzeni için kararlılık da yer alıyordu. Bu süreçte Türkler ellerinden geldiğince eski inançları ve gelenekleri ile İslam arasında tercihlerde bulunup, İslam'a uymayan tüm ritüellerini, itikatlarını, davranışlarını sildi, İslam'a uygun olabilecekleri de terkip ederek yepyeni bir kültür ortaya koydu.

Türkiye'nin nomos'unun özellikleri

Türkiye'nin nomos'u İslam, bu evrede aşama aşama kuruldu, çeperler ayıklandı, yapı kendiliğinden, temiz iman sahibi Müslümanların halisane niyetlerinin eseri olarak inşa edildi. İslamsız bir Türklük, İslamsız bir Anadolu fikri katiyen reddedildi… İslam hem manevi manada, hem toplumları dönüştüren ahlaki-iktisadi-hukuki boyutta, hem gündelik hayatı belirleyen kültür yönüyle nomos'u belirginleştirdi. İslam kültürü bu dönemin alametifarikasıdır; Yunus Emre de bu hissiyat ve hassasiyetlerin adeta ruhu, aktarıcısı mahiyetindedir.

Bunun yanında İslam düşüncesinin heterodoksiden, Batınilikten, eklektizmden uzaklaşması da yine bu dönemde gerçekleşti. Kitabi İslam ile halk itikadı buluştu; Mızraklı İlmihal gibi eserler temel İslami ilkelerin halk İslamı'nda şekillenmesini sağladı. Böylece Asya'dan, Acem havzasından, Ortadoğu'dan gelen eski inanışlar, Anadolu'daki yerleşik kültler teker teker ayıklanırken örf-töre-görenek İslami kültür ile hemhal oldu.

Nomos'un bir başka boyutunu oluşturan Türk kimliği de yine farklı beyliklerin, boyların, klanların kendi iddialarını örtüp, Müslümanlarla birlik içinde hareket edip İslam dışı her tür unsurla savaşan siyasi üst yapı şeklinde örgütlenmesini sağladı.

Batınilik, Şiilik, Hurufilik, Vehhabilik, Moğol ve Haçlı etkilerinin dışında ortaya çıkan nizamın müsebbibi olarak Türk kimliği her tür etnik asabiye iddiasının üzerinde konumlandı. Dolayısıyla gaza bu evrede tek geçerli, meşru mücadele ve varolma biçimi şeklinde kendini gösterdi. Bu aynı zamanda sentezciliğin, diyalogculuk adı altında İslam'ı Hristiyanlık, Yahudilik, her türlü kült hareketinin etkisinden uzak tutmanın yolu biçiminde şekillendi.

İslami Nizam, Batı'da uç veren kapitalizmi kendi kıtasında dört yüz yıl hapsederken dünya sistemini kurdu, işletti. Akdeniz'in Türk Gölü'ne dönüşmesi, ticaret yollarının egemenliği iktisadi manada müthiş bir temerküz ve güç oluştururken Türkler İslami ilkeleri, emir ve yasakları töre ile buluşturarak İslami bir nizam teşkil ettirdi. İslam hukukundan beslenen sistem Türklere, başka milletlerden ayıran bir dünya görüşü, hayat nizamı, ahlak anlayışı ve "kendilik" inşa ettirdi. Yunus Emre'de mücessem hâle gelen kendilik, kendine özgü hayat, dil, duygu ve düşünce ile bunların aktarımı bizi başka milletlerden ayıran temel nitelik oldu.

Teşkilatçı tasavvuf

Teşkilatçı tasavvuf adı verilen tekkeye bağlı ama tekkeyi aşan örgütlenme biçimi toplumu oluştururken aynı zamanda bu yeni gündelik yaşamı, siyasayı, devlet organizmasını da belirledi.

Yunus Emre, Hacı Bektaş, Mevlâna kısmen Ahmet Yesevi, Hacı Bayram ve sonraki dönemlerde bunların takipçileri öncelikle İslam'ın vazgeçilmezliğini ortaya koydular. Sonradan geliştirdikleri İslam yorumuyla müşterek fikir ve his birliğini tesis ettiler. Maveraünnehir mıntıkasından gelen heterodoks telakkiler erken dönemlerde Anadolu'yu tesiri altına aldı. Sünni Müslümanların ekseriyeti elinde bulundurmasına rağmen Vefailik, Bahailik, Haydarilik, Kalenderilik, Cavlakilik, Melamilik yapılarındaki zühd adı altındaki dünyaya boşvermişlik ve şeri kurallar karşısında gösterilen gevşeklik dar bir çevrede yayılma sağlıyordu; sonraki yıllarda Ehl-i Sünnet ortodoksisiyle beraber İslami etki geniş kitlelere ulaştı. Batınilik ve İran etkisinin de gözlendiği kitleler bilhassa İslam'ın ibadet boyutunu ihmal etmeye ve önemsizleştirmeye başladı.

Öncelikle küfür ile İslam'ın ayrıştırılması, akabinde Müslüman unsurların boy, soy, etnik iddialarını arka plana iterek birleştirilmesi aşamasındaki kültürel, örfi, İslami hatta siyasi tavırların hepsi Anadolu irfanı olarak şekillendi. Buradaki temel taşların en başında tasavvuf, hususen Vahdet-i Vücud gelir.

Anadolu'da halkın İslami düşünüşünü ve yaşayışını Nakşibendîlik üzerine aldı. Bu bakımdan da Anadolu'da yetişen mutasavvıfların etkinliği söz konusudur. Modern dönemde sıkça dillendirildiği gibi halkın İslami inancı çok da "körü körüne" değildir. Halk kendisine yeteri kadarını "okur" ve yerine getirir. Bu bakımdan Anadolu'nun İslamlaşması kendi yüksek kültürünü ve avami dilini kurdu.

Hacı Bayram Veli'nin yüksek bir fikir ve inançla söylediği "ben dahi yapılır buldum/taşı toprağ arasında" şiiri kendi çevresini, kültürünü üretti. Hacı Bayram'ın müridi olan Yazıcıoğlu Mehmed Bîvan ve kardeşi Ahmed Bîcan'ın yazdıkları Muhammediye ve Envârü'l-Âşıkîn, Eşrefoğlu Rûmî'nin Müzekki'n-Nüfûs'u yıllarca milletin başucu kitabı olmuştur. Muhammediye, Envârü'l-Âşıkîn, Müzekki'n-Nüfûs, Kara Dâvud, Ahmediyye, Tenbihü'l-Gâfilîn, Şerhu Şir'at'ül-İslâm, İmâd'ül-İslâm, Mızraklı İlmihal, Şerhi Vasiyet-i Muhammediyye, et-Tarîkatü'l-Muhammediyye, Delâilü'l-Hayrât, Mârifetnâme gibi eserler ile İbn Arabi'nin Anadolu'ya gelişinden itibaren Vahdet-i Vücud tasavvufun temel öğretisi oldu.

Türk düşüncesinde kimi ekollerin Anadolu Aydınlanması dediği neo-hümanizmin farklı versiyonlarının abarttığı hoşgörü, bir arada yaşama kavramlarında kıstası İslam olarak belirler; mesela Mevlid. Süleyman Çelebi'nin metininde İslam'ı öteki dinlerden ayıran en temel hususiyet Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğunu katiyetle kabul ettirmesidir. İslam ile öteki dinler arasında diyalog kurma girişimlerini kendi döneminde kestiği gibi asırlardan bu yana İslam'ın biricikliğini nesillerden nesillere aktardı.

Nomos'un kaynakları pek çoktur; baktığı her şeyde Allah'ı gören Vahdet-i Vücud, "bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil" diyen Yunus Emre, aynı zamanda gönüller yaparken İslam'ın emir ve yasaklarını harfiyen yerine getirmeyi, namaz kılmamanın küfre götüreceğini de net olarak ifade eder.

Nomos'un bir ucunda hikmet de vardır; Nasrettin Hoca'nın rafine ibretlik siyasal, sosyal hatta dinî göndermeleri, menkıbeler, şifahi kültür, Selçuklu ve Osmanlı entelektüel kaynakları ve mutlaka eklemek gerekir ki fütüvvet ve ahilik kültürü hikmete dayalı irfanı besler. Elbette bu da millî karakterin oluşmasını sağlar.

Yunus Emre etkisi

Türkiye'nin Nomosunun şiirini Risalet'ün Nushiyye'de Yunus Emre yazmıştır:

"Hak'tan inen şerbeti içtik elhamdü lillâh
Şol kudret denizini geçtik elhamdü lillâh
Şu karşıki dağları meşeleri bağları
Sağlık Safâlık ile aştık elhamdü lillâh
Kuru idik yaş olduk kanatlandık kuş olduk
Birbirimize eş olduk uçtuk elhamdü lillâh
Vardığımız illere şol safâ gönüllere
Halka Taptuk ma'nisin saçtık elhamdü lillâh
Beri gel barışalım yad isen bilişelim
Atımız eğerlendi eştik elhamdü lillâh
İndik Rum'u kışladık çok har ü yer işledik
Uş bahar oldu geri göçtük elhamdü lillâh
Dirfilli pınar olduk irkildik ırmağı olduk
Artık denize daldık taştık elhamdü lillâh
Taptuk'un tapısında kul olduk kapısında
Yunus miskin çiğ idik piştik elhamdü lillâh"

Yunus Emre için tek başına mutasavvıf demek doğru olmaz. Aynen şair demek gibi… Çünkü Yunus'un Kur'an'dan hareket eden tefekkürü dil ile aydınlığa kavuşur. Bu bakımdan Yunus bir dil ustası olmanın ötesinde dile en hakiki görevini ve işlevini yükleyen kişi olur. Mevzuları dil ile sarahaten ortaya koymak gibi alelade bir tavrı çok ileriye taşıyarak yepyeni telakkilerin yepyeni söyleyişle mümkün olacağını gösterir. Dolayısıyla Anadolu'da kurulan yapının dilini de Yunus Emre temsil eder.

Acem, Arap ya da kavmî Türk dilleri arasında bir ayrıma girmeden Anadolu'daki evren tasavvuruyla kendi varoluş anlayışını ortaya koyabilir. Kalıp ifadeler, terkipleri aşarak ama kendinden sonrakilere de hazır kalıplar sunmadan çok özgün bir dil bırakır. Ondan miras kalan sadece dil değil, tefekkür, inanç ve söyleyişinin bir arada ve kişiye özgü olabileceğidir. Yunus millet ile vatan değerlerinin tefekkür ve inanç çerçevesinde dil ile kurulabileceği gösteren mükemmel bir örnektir. İbn Arabi'nin varlık felsefesi üzerine geliştirdiği Vahdet-i Vücud felsefesi Anadolu'nun kurucu felsefesi olur.

Yunus Emre üzerine yazılan bir örnek çalışmalarda sıklıkla dervişliğinden, gönül insanlığından, munis ve soft misyonundan, heterodoksiye açıldığı iddiasından, hümanizminden söz edilir. Kimileri onu şair bile kabul etmezken kimileri yalnız şair olarak kabul eder; şiiri siyasaldan-iktisattan-hukuktan-kültürden ayrı bir şey olarak düşünmek mümkünmüş gibi!

Hâlbuki Yunus Emre dünya tarihinin en mühim kırılma, dönüşme, oluşma evresinin tanıklığını millet hayatı, devlet yapısı, ilmi ve irfani geleneğini tecrübe ederek kendine özgü dil-düşünme-aktarma biçimiyle bugünlere ulaştıran bir mütefekkirdir.

Yunus Emre Türkiye'nin nomos'unu en iyi anlayan, anlatan, farklı coğrafyalardaki düşünceleri, yorumları, aşarak bu yeni nizamın, varlığın, oluşun dilini kurar. Yunus Emre kurucu bir şair-mütefekkir-münevver-arif-mutasavvıftır.

Onun söyleyişi ve "inşa"sında heterodoksiye yer bulunmaz; bu anlamda Asya içlerinin hissiyatını yansıtan Ahmet Yesevi geleneğinden çok farklı yerde durur. Asya ekolünün dışında yeni bir söyleyiş, inanış estetiği geliştirir. Endülüs'ün de, Ortadoğu'nun da, Asya'nın da tecrübeleri ışığında doğan yeni milletin-nomos'un-İmparatorluğun varlık şartlarını, düşünme estetiğini, söyleyiş zevkini de belirler. Yunus etnik kimlikleri, sen-ben davasını yok sayıp millet hayatını, millet bağını geliştirir.

Temel kaygısı "kuru idik yaş olduk" şiirinde belirttiği gibi birliği-beraberliği, müşterek hayatı, müşterek kaderi ve geleceği oluşturmaya, ayrılıklardan uzak durmaya, kişisel ve klan ikbali yerine ümmet ve millet kavgasını esas almaya dayanır. Onun şiirlerinde Türklerin eski hayatlarına övgü bulunmaz; İslami kültürün tüm incelikleri, gündelik hayatın İslami kılınmasının estetiği yerli yerine oturur.

Yunus'un mekânı Anadolu'dur, artık Rum'u kışlamaktan bahisle vatanı kesinleştirmiştir. Tabi Yunus hak bilir bir mütefekkir olarak bu süreçte çok hayır gibi çok şer işlendiğini de açıkça belirtir. Yunus tevbe makamında yeni bir yaşamın şekillenebileceğinin kanıtını hem bu tip şiirlerinde hem kendi hayatında göstermiştir. Klasik bir derviş, elini ayağını dünyadan çekmiş bir mutasavvıf değildir Yunus; özellikle Risalet-ün Nushiyye'deki şiirlerinde Şeriata çok vurgu yapar, ibadetleri hakkıyla yerine getirmeyene küfürle yaklaşır. Hâliyle medrese-tekke polemiği yanında tarikatlar arasındaki ihtilaflarda çok sahih ve sahici bir duruş gerçekleştirir. Yunus Emre bulunduğu dönemi iyi okuyarak çağları aşan bir nizamın, düşüncenin, inanışın, varlığın oluş hâline gelmesinin şiirini yazar.

Türkiye'nin ikinci kez vatanlaştırılmasının, nomos'un ve millî mutabakatın yenilenmesinin şiiri olan İstiklal Marşı'nı yazmayı Allah Akif'e nasip etti. Zamanın ruhuna karşı çıkan, temel İslami kaynaklar üzerinden bir kendilik inşa etme cehdi gösteren, iyi niyeti, halis eylemleri ve düşüncesi, ahlakıyla hayatını ve şiirini örtüştüren temiz Müslümanlığı ve kimliği yüzünden nasip ettiği gibi aynı hasletleri nedeniyle Anadolu'nun İslamlaşmasının, Türkiye'nin nomos'unun şiirini yazmayı da Allah Yunus Emre'ye nasip etmiştir.

BİZE ULAŞIN