Hamza Bilgü: Dedemden dinlediğim masallar

Dedemden dinlediğim masallar
Giriş Tarihi: 23.10.2018 12:02 Son Güncelleme: 23.10.2018 12:03
Mustafa elma ağacının altına varmış. Uzanabildiği dalların hiçbirinde elma kalmamış. Ekmeğin hepsini yediğinden babasının yanına eli boş varmaya yüzü yokmuş. Başlamış elma ağacına tırmanmaya. Sanki arşa kadar yükseliyormuş elma ağacı. Tırmanmış, tırmanmış, tırmanmış... Ne kadar tırmansa da elma bulamamış.

Çocukluğumun erken dönemleri deyimler ve diğer mecazlı söyleyişler karşısında dumur olmakla geçti. Türkçenin bünyesinde barındırdığı zengin mecazları anlamamam sebebiyle sık sık hayretler içerisinde kalırdım. Beni küçüklüğümden beri babama benzetirler. Bu benzerliği fark eden kişiler hep "Hık demiş burnundan düşmüş" deyimini kullanırlardı. Gerçekten babamın hık dediğini ve onun burnundan düştüğümü sanardım. Aman ya rabbi! Kardeşim bana nazaran hayli yaramaz bir çocuktu. "Taşı havaya atar, altına kafasını tutar" derdi babaannem. Kardeşimi taşı havaya atıp altına kafasını tutarken hayal ederdim. Geçen zaman içinde pek bir şey değişmedi. Türkçe beni hayrete düşürmeye devam ediyor. Atasözlerinin, deyimlerin temsil ettikleri anlamlar, türkülerin bir meseleyi anlatma kuvveti karşısında kendimi o çocuksu şaşkınlığıma geri dönmüş vaziyette buluyorum.

Çocukluğum Yozgat'ın Yerköy ilçesinde geçti. Annem ve babam memur olduğu için gündüz beni dedemlere bırakırlardı. Evde dedem ve anneannemin yanı sıra dayım ve yengem yaşardı. Dayım gündüz erken vakitte işe gider akşam geç vakitte eve dönerdi, onunla sık görüşemezdik. O tarihte çocukları olmadığı için yengem beni yavrusu bellemişti, Allah ondan razı olsun. Dedemin kerpiç evi küçük bir avlunun içerisindeydi. Avluda duvar hizası boyunca dışarıdan toprak getirilerek bellenmiş bir tarh vardı.

Havaların ısınmasıyla birlikte evin kapısı açılır ve kış gelinceye dek kapanmazdı. Kapıdan diğer odalara açılan nispeten geniş bir salona girilirdi. Girer girmez sağda betonla yükseltilmiş bir havuz vardı. Bu havuzda hem bulaşık çamaşır yıkama hem de banyo işleri görülürdü. Havuzun hemen yakınında kap kacağın konduğu üç sıra terek vardı. Salonun arkasında yatak odası ve bir oda daha vardı. Oturma odası girişte soldaydı. İçerisinde kerpiç duvar içerisine gömme, elbise koyulan bir dolap vardı. Bir duvarın kenarında soba dururdu. İki geniş somya bir de halı. Akşam annem ve babam da eve gelir akşam yemeği yenirdi. Ardından sobada demlenmiş çaylar içilirdi. Genelde eve dönmez, dedemlerde kalırdım. Hele kış gecelerinde sobanın sıcaklığıyla birlikte bastıran çocukluk uykusuna dalmaya hazırlanırken duruma göre anneannem ya da dedem noktası virgülüne kadar ezberlesem de dinlemekten sıkılmadığım masallardan birini anlatmaya başlardı. Çocukluk hayretim daha masalın girizgâhında dayanılmaz hale gelir, rüyada da sürerdi:

"Bir varmış, bir yokmuş. Allah'ın kulu dağdan taştan çokmuş. Develer tellal iken, pireler berber iken, ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken... Az gittim, uz gittim, dere tepe düz gittim. Bir de dönüp baktım ki bir arpa boyu yol gittim. Rüzgâr çatıdan uçmuş, kar boylardan aşmış, köyün birinde Mustafa isimli bir oğlan varmış...

Mustafa'nın sekiz tane gardaşı, bir gariban anasıyla babası varmış. Babası tarlaya ekin ekmeye gider, anası evde ekmek edermiş. Kadın tandırda ekmeği eder, evde çocuklar olanca ekmeği yermiş. Anaları; "Yavrularım etmeyin eğlemeyin, babanız tarlada aç, ekmeğin hepsini yemeyin" dermiş, dinletemezmiş. Gel zaman git zaman Mustafa'nın anası bir yaz günü kan ter içinde kala kala ekmek etmiş. Ekmeğin hepsini yine çocuklar yemiş. Mustafa'nın anasının sinirden gözü dönmüş. Bütün çocuklarını tandıra atmış. O sırada Mustafa yatağın altına saklanmış da tandırda odun gibi yanmaktan öyle kurtulmuş. Korkudan bir zaman yatağın altından çıkamamış.

Mustafa'nın anası aklı başına gelince çocuklarının hepsini yaktığına değil de hizmet için bir tanesini ayırmadığına vahlanmış. "Yavrularımdan birini tandıra atmasaydım da babasına ekmek götürseydi" diye dizini döver olmuş. O sırada Mustafa saklandığı yerden çıkıp "Ana ben buradayım, yatağın altına saklandım" diyerek anasının yanına varmış. Anası da; "Vay Mustafa'm, vay akıllı oğlum, aferin sana. Ekmek bohçasını vereyim de tarlada babana götür" demiş. Mustafa ekmek bohçasını yüklenmiş, tarlanın yolunu tutmuş.

Tarlanın alt başına gelince tarlanın üst yanında çalışan babasına; "Baba, nereden geleyim" diye seslenmiş. "Sağdan gel oğlum" demiş babası. Mustafa ekmeğin sağ yanını yemiş. "Baba, nereden geleyim" diye sormuş tekrar Mustafa. "Soldan gel oğlum" demiş babası. Mustafa ekmeğin sol yanını yemiş. "Baba nereden geleyim" diye sormuş Mustafa yine. "Ortadan gel oğlum" demiş babası. Mustafa ekmeğin ortasını yemiş. Babası ekmeksiz kalmış. "Baba, ekmeğin hepsini yedim" demiş Mustafa. "Oğlum, Allah oğullarını ekmeğe doyursun. Bari git şu ağaçtan elma topla getir de ondan yeyim" demiş babası Mustafa'ya. Mustafa giderken, "Dikkat et ağacın tepesinde bir dev yaşar. O şimdi uyur. Onu uyandırmadan elmaları topla da gel" diye de tembihlemiş.

Mustafa elma ağacının altına varmış. Uzanabildiği dalların hiçbirinde elma kalmamış. Ekmeğin hepsini yediğinden babasının yanına eli boş varmaya yüzü yokmuş. Başlamış elma ağacına tırmanmaya. Sanki arşa kadar yükseliyormuş elma ağacı. Tırmanmış, tırmanmış, tırmanmış... Ne kadar tırmansa da elma bulamamış. "Dur son bir şu dala da tırmanayım" demeye kalmadan devin ağacın tepesindeki evi karşısında çıkmış. Mustafa aşağı bakmış ki ne görsün. Elma ağacı, çıkışı var inişi yok bir ağaçmış. "Baba, baba" diye bağırmaya başlamış Mustafa. Gürültüye dev uyanmış. Evin kapısını açmış, "Kimdir o insanoğlu" diyerek sağa sola bakınmış. Mustafa'yı görür görmez uzun elleriyle bacağından yakalamış. Seslenmiş eve doğru: "Hanım kazanları kaynat bir insanoğlu yakaladım, akşam yiyelim!" Mustafa var gücüyle tepinmeye, ağlamaya başlamış.

Kadın, deve kaynatan kazanında bir güzel su kaynatmış. Mustafa'yı kaynar suyun içine atmışlar. Teni sıcak suya değer değmez, "Yandım anam" diye bağırıp sıçramış Mustafa. Sıçrar sıçramaz devin evinin tavanına yapışmış. Tavandaki tahtalardan birine tutunmuş. Dev, Mustafa'yı yakalamaya çalıştıkça Mustafa tekmeleriyle devi savuşturmuş. Devlerin Mustafa'yı pişirmek için kaynattıkları kazan, aynı zamanda yundukları kazanmış. Kazanın sağ yanında sabun, sol yanında bıçak varmış. Dev seslenmiş Mustafa'ya: "Senin adın ne?" Mustafa adını söylemiş. Dev sormuş: "Mustafa, nereden geleyim?" "Sağdan gel" demiş Mustafa. Dev sağ taraftan geleceği sırada sabuna basmış, kayıp düşmüş. Bir kolu kırılmış. Kırılmış kırılmasına da, dev kafayı Mustafa'ya takmış bir kere. Kendini toparlayınca tekrar sormuş: "Mustafa nereden geleyim?" "Bu sefer soldan gel" demiş Mustafa. Dev sol taraftan yaklaşayım derken bıçağa basmış. Basar basmaz kan içinde kalmış ayağı. Acısı biraz geçince yeniden sormuş: "Mustafa nereden geleyim?" "Ortadan gel" demiş Mustafa bu kez. Dev ortadan Mustafa'yı yakalamaya çalışırken kazanın içine düşüp yanmış.

Devin karısı bir ağıt tutturmuş. "Kocamı öldürdün, senin canını ben alacağım Mustafa" diye feryat etmiş. Mustafa'nın tarlaya geri dönmemesinden şüphelenen babası eve girmiş o sıra. Devin karısını iki hamlede savuşturmuş. Mustafa zıplamış babasının kucağına. O sıra yüksekliği arşa varan elma ağacının tepesinde bir Anka kuşu gezermiş. Mustafa ile babası Anka kuşunun tüyüne tutunup eve doğru uçmuşlar. Eve vardıklarında bakmışlar ki Mustafa'nın anası ekmek etmiş, ayran aşı yapmış. O yorgunlukla bir güzel yemişler" Mustafa'nın mutlu sonla biten masalı bu şekildeydi. Devler, boyu arşa varan elma ağacı, anka kuşu, beşikte sallanan anne, dağdan taştan çok Allah kulu... Bazen hayretler içinde sonuna kadar dinler, bazen yarı yolda uyuyakalırdım. Bir sabah kalktığımda annem evde yoktu. Babam kardeşimle ben uyanır uyanmaz bizi bir komşuya bırakıp gitti. Daha sonra aralarında konuşurlarken duydum: "Bitkisel hayata girdi" diyorlardı dedem için. Bitkisel hayat ne demek onu düşündüm. Bitki gibi yaşayan bir insan nasıl olur, hayret ettim. Dedemi toprağa verince berraklaştı her şey.

BİZE ULAŞIN