Her içecek kendi kültürünü de beraberinde getiriyor. Aklıma hemen şu dize geliyor: "Nedir bu kölelerin olanca silahları/Silahların kölesi olmaktan başka." Kahve de öyle. Artık her köşe başında bir kahveci var. Adları modern, tasarımları albenili, arzu mekânları... Oysa çay içilen yerler hiçbir zaman arzu mekânı olmadı. Yıllar önce gittiğim İlesam ya da Çorlulu Medresesi'ni saymazsak, daha çok duraklamak, soluklanmak ve sohbetin belini bükmek için sığındığımız mekânlar oldular. 80'li yılların sonunda Çengelköy'deki Çınaraltı kahvesine gittiğimde kıyının bütün balıkçılarını beraber görmüştüm orada. Öyleydi. Çayhaneler ya da işte kıraathaneler diyelim, bir tür meslek odası gibiydi. Peki, bu kahve dükkânları, bilemiyorum. Şimdi de dünyanın çeşitli yerlerinden getirilmiş çayların içilebildiği kahve zinciri bozması çaycılar çıktı. Pahalı çaylar. Bergamotlu, armutlu, portakallı çeşit çeşit çaylar… İnsana enteresan geliyor. Zaten hiçbir zaman gerçek çay içemeyen bir milletiz, tamam da, her şeyin "röprodüksiyonu"nu çıkarmakta da üstümüze yok.
İbn Arabi Ensemble:
Endülüs sufi müziği diyebiliriz bu grubun yaptığı işlere. "Leila a pris ma raison" adlı bestesini dinlerken yalnız ışığı değil, içinizdeki sesleri de kısın. Kendinizi 13'üncü yüzyılda Şeyhül Ekber'le mucizevi bir seyahate çıkmış gibi hissedin. Fakire de dua etmeyi unutmayın.
Simple Man:
Lynyrd Skynyrd'ın en sevilen şarkısı. Rock tarihinin en seçkin baladlarından biri. Efsane melodisi, kışkırtıcı ritmiyle bir tür latif etki bırakır insanda. Hele sözleri… "Oğlum, endişelenme... Kendini bulacaksın!/Kalbini takip et, başka hiçbir şeyi değil./Ve eğer denersen, bunu yapabilirsin./Senin için istediğim bu oğlum/Çok tatminkâr..."
Derdime vakıf değİl canan beni handan bilir:
Herhalde arz üzerine böyle bir ses bir daha gelmeyecek: Hafız Sami. O şarkı söylemeye başladığında bülbüller bile uçmaktan vazgeçer, kuzgunlar Edgar Allen Poe'ya gitmekten cayardı. Bir Rufai dergâhında bir gün zakirlik yapmış Sami Baba. Şeyh efendi zikri ortasında kesmek zorunda kalmış, çünkü dervişler neredeyse kendilerini yerlere atmaya başlamışlar. Bu şarkısını dinleyin diyemeyeceğim, dinlemek için önce güzel bir yüreğiniz olsun diye size dua edeceğim, söz.
Stairway to heaven:
Led Zeppelin'in ezoterik şarkısı. Müzik tarihinin hakkında en çok atılıp tutulan sözlerini barındırır kendisi. Tamam, cennete bir merdiven dayamış abiler, tamam sözlerdeki göndermeler rock tarihi açısından önemli de, abiler biraz da bu efsane şarkıyı hakkındaki garip iddiaları bir tarafa bırakarak dinlesek, nasıl mı, mesela evinizin camlarını açıp içeriyi havalandırır gibi, içinizi de…
Kızılcık Şerbeti LTD.
Sayın Cumhurbaşkanımızın başbakan olduğu yıllarda ayranı milli içeceğimiz olarak tanıtması tepki çekmişti. O zaman da iyi hatırlıyorum, milli içeceğimiz nedir tartışmaları çıkmıştı. Rakı mıdır, şarap mıdır; ayran mıdır, hoşaf mıdır, komposto mudur? Nedir allasen. Olaya farklı bir bakış açısı getirerek kızılcık şerbetini milli içeceğimiz ilan etmek isterim ve bir öngörüde bulunarak, kızılcık şerbetini bilmeyenlerin önümüzdeki yıllarda kola yerine geçecek bu içeceğimizi tanımalarını arzularım. Çünkü çocuklara maden suyunu vişne suyuyla içiren kahveci esnafı nasıl bir devrim yaptığından haberdar değildi mesela o zamanlar.
Yağmur Duası
İyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmura bakmayı cam arkasından
İnsandan insana şükür ki fark var
Birine cennetse birine zindan
İyi ki bilmiyor kalabalıklar
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Bulutlar yarılır gökler açardı
Şimdi ne ihtimal ne imkân var
Göğe hükmetmekten kolay ne vardı
Yağmur duasına çıksaydık dostlar
Gitmek istemediğim şehirler
Herkesin gizlisinde saklısında tuttuğu, gitmek istediği, hayali bir şehri vardır. Benim için de öyleydi aslında. Haritalara olan sevdam bu tutkuyla başlamıştı. Önce gitmek istediğim şehirle ilgili hayaller kurar, ardından haritadan o şehrin komşularını, denize olan uzaklığını, fiziki yapılarını; yani bir şekilde karakterini öğrenmeye çalışırdım. Bu şehir ister yurtiçinde ister yurtdışında olsun hayali yerler kılavuzu çalışmam hiç sonlanmadı. Gide ede kendime bir tür hayali, gidemediğim şehirler kılavuzu yapmıştım. Daha sonra Italo Calvino'nun Görünmez Kentler isimli o muhteşem kitabıyla tanıştım. Calvino, handiyse benim gençlik tutkum olan 'şeyi' ustaca kurgulayıp bir başyapıt çıkartmıştı ortaya. Tabii benim kılavuzum onunkinin yanında bir tür 'isim şehir oyunu' gibi kalıyordu. Yine de ortak yan, oyun oynama tutkusuydu. Bütün yaratıcı işlerin kökeninde oyun oynama tutkusu yatar. Sadece mesele, bu oyunu ne kadar derine indirip indirmeyeceğinize kalmış. Peki ya, o tutku hâlâ sürüyor mu? Kesinlikle sürüyor ama içimdeki merakın yerini büyük hayal kırıklıkları aldı. Bazılarına gittim o şehirlerin, bazılarıyla ilgili belgeseller, filmler izledim… Bir de gitmek istemediğim şehirler var. Gelin anlatayım birazcık size o şehirlere neden gitmek istemediğimi:
New York:
Doğrusu bana hiçbir şey ifade etmiyor. New York denilince aklıma nedense yalnızca Gary geliyor. Beat'in kayıp ismi Gary Snyder. "Sanki birçok hayat yaşamışım gibi/çok yaşlı hissediyorum kendimi." New York da tam olarak öyle. 'Sanki birçok hayat yaşamış gibi' duruyor, oysa bir ütopyanın hayata geçirilmiş şeklinden başka bir şey değil gözümde.
Viyana:
Kendisi tam bir depresyon şehridir. Venedik nasıl melankoliye hitap ediyorsa Viyana da depresyona. Mozart'ı yaşadığı sürece tanımadı, öldükten sonra en büyük sembolü yaptı. Osmanlı akıncılarına karşı 60'lı yıllara kadar nöbetçiler bekletti geceleri. Hiçbiri Anna Karenina'dakine benzemeyecek kadar sahte balolar şehri. Tuna'ya karşı melange içenlerin şehri.
Santiago:
Aymara yerlilerinin diline göre; "dünyanın bittiği yer". Sonsuz muz plantasyonları ve Marquez'in deli fişek romanları… Harita üzerinde enlem farkı en çok olan, üzerinden en çok 'paralel' geçen yer. Uluslararası telefon kodu: 56
Ulan Batur:
Moğolistan'ın başkenti olduğunu çok az kişi bilir. Tunus'un da başkenti Tunus'tu değil mi sevgilim… Luksemburg'un ve Cezayir'in de sevgilim. Ulan Batur, atların bile intihar ettiği şehir, yok ülke, sırlardaki sisli şehir.
Mİnas Tirith:
Mordor'un ordularına karşı koyan son kulenin olduğu şehir. Savunması sırasında birçok kahraman toprağı boyladı, soy soyladı. Bir nevi Helen yüzünden batan son Truva. 3'üncü çağın ikinci döneminden itibaren Gondor'un başkenti oldu. Şeytanın yüzüğünü taktı.