ÇOCUK HAÇLI SEFERLERİ
Akıl almaz bir Orta Çağ savaş çılgınlığı
Orta Çağ Avrupası'nda, 1212 yılı civarında on binlerce çocuğun dini gerekçelerle kandırılarak yaşamını yitirdiği, birçoğunun köle olarak kaçırıldığı, tarihe Çocuk Haçlı Seferleri olarak geçen trajik bir olay yaşandı. Önceki Haçlı Seferlerinin ağır psikolojik etkisinde kalarak Kudüs'ü tekrar alacaklarına inandırılan Fransa ve Almanya'dan silahları dahi olmayan iki farklı çocuk ordusu Kudüs'ü almak üzere farklı tarihlerde yola koyuldu. Bu yolculuklar yaklaşık 50 bin çocuğun ortadan kaybolmasıyla sona erdi. Almanya'da bir çocuk gördüğü bir rüyada eğer Akdeniz'e ulaşırsa Hz. Musa'ya denizin açıldığı gibi Akdeniz'in sularının da kendine açılacağının ve oradan Kudüs'e gideceğinin bildirildiğini ileri sürdü. Propaganda yoluyla yayılan bu rüyadan etkilenen yaklaşık 20 bin çocuk Kudüs'e doğru yola çıktı. Ne var ki henüz Akdeniz'e dahi ulaşamadan binlercesi yollarda helak oldu.
Fransa'da başka bir çocuk ise yine gördüğü bir rüyayı anlatarak Kudüs'ü geri alacaklarına dair vaazlar vermeye başladı. Çevresine topladığı yaklaşık 30 bin çocukla Marsilya'ya doğru yola çıktı. Binlercesi yolda hayatını kaybetti, limana ulaşarak Kudüs'e gitmek üzere gemilere bindirilenlerin bir kısmı ise gemilerin batması sonucu can verdi, bazıları da köle olarak satıldı. Alman kasabası Hamelin'de geçen eski bir Alman masalı Fareli Köyün Kavalcısı'nın bu olayı anlattığı söylenir. Hikâyeye göre bir kavalcı kasabanın fare sorununu kavalıyla çaldığı müzikle fareleri bir nehre çekerek çözer. Fakat köydekiler söz verdikleri parayı kavalcıya ödemeyince kavalcı bu sefer çaldığı namelerle köydeki tüm çocukları arkasına takarak gözden kaybolur. Çocukların Haçlı Seferi savaş çılgınlığının en ibretlik örneklerinden biri olarak tarihe geçmiştir.
AYŞE ŞASA'NIN HİKÂYESİ
Bir münevverin çocukluk ıstırabı
2009'da yayımlanan Bir Ruh Macerası, 1941'de İstanbullu zengin bir ailenin kızı olarak dünyaya gelen Ayşe Şasa'nın hayat hikâyesini konu alıyor.
Kitapta Şasa'nın çocukluğuna dair anlattıklarından o dönemde yayılan Batı hayranlığı ve modern insan olma arzusunun yetiştirilen çocuklara nasıl sirayet ettiğini de görebiliyoruz. Ailesi tarafından çocukluğundan itibaren aşırı baskıcı Yahudi ve Hristiyan dadıların eline teslim edilen Şasa, o günlerini anlatırken "Ecnebi dadıların hegemonyası altındaydım" ifadesini kullanır. Mürebbiyelerinin anadili olan Almancayı kendi dilinden önce öğrenir, Batı hayranlığından dolayı günleri piyano ve bale dersleriyle geçer, sağlıklı olması için kışın karda yatırılır, aşağılanıp şiddet görür, kiliseye götürülüp İsa heykeli önünde mum diker, Hristiyan kültürünü benimsenmesi istenir. Şasa, evin içindeki durumdan şöyle bahseder:
"İstenmeyen, aşağılanan biriydim. Evdeki dadılar rejiminin üstüne okuldaki garipliğim çöküyor ve ezikliğim katmerleniyordu."
Oldukça katı kurallarla, tamamen başarı odaklı modern tekniklerle yetiştirilen Şasa'ya bakıcılarının fikirlerinin de karakterine tesir ettiği görülür. Örneğin büyürken ağaçlar ve çiçeklerle süslenmiş evinin bahçesi bile ona kasvetli bir âlem olarak görünür. Sebebini ise dadılarından gördüğü terbiyeyle ilişkilendirir: "Çünkü bir insanı devamlı yapayalnız, yapay bir terbiye altında tabiatın içinde tutarsanız, başka çocuklarla temasını keserseniz, gerçekte onun tabii gelişimini engellersiniz. Gönlüne inşirah vermesi gereken tabiat bile ona korku vermeye başlar." O dönemki Batılı çocuk yetiştirme anlayışıyla modernlik dayatması altında yetiştirilen bir çocuğun yaşadıklarını anlatırken evdeki Müslüman hizmetkârlara duyduğu aidiyet duygusundan da bahseder: "Çok tuhaf bir şekilde daha sonra bu insanların hâllerinde, gözlerinde, davranışlarında hep bir yumuşaklık
görmüştüm. Bu nereden geliyor? Tabii ki İslam'dan gelen bir şey…" Yıllar sonra Şasa, İslam'ın kendisine söylendiği gibi, gençliğinde ona
seyrettirilen Vurun Kahpeye filminden ibaret olmadığını çok sonra anladığını da ifade eder. "Batılılaşma modasının trajik bir maraz olarak ortalığı kemirdiği bir döneme denk düşüyor benim çocukluğum" diyen Şasa, Batılı mürebbiyelerin eğitimi altında geçirdiği o dönemi "çocukluk ülkemde hükmünü sürdüren bir rejim" olarak adlandırır.
ÇOCUK HAKLARI SÖZLEŞMESİ
Uygulamada askıda kalan iyi niyet belgesi
Çocukların maruz kaldığı hak ihlallerini gündeme taşımak amacıyla 1989'da BM tarafından hazırlanan Çocuk Haklarına Dair Sözleşme, savaşla ve yoksullukla mücadele eden bölgelerde yaşayan çocukların haklarını koruma, koşullarını iyileştirme, istismarı engelleme, çocuk işçiliğe son verme amaçlarını taşıyor ve içeriğinde din, dil, ırk ayırmadan tüm çocukların güvenli koşullarda barınması gerektiği yer alıyor. 193 ülke tarafından
imzalanan bu sözleşmenin bugün hâlâ geçerliliğini koruduğu iddia ediliyor. BM, bu sözleşme ile çocuk haklarını güvence altına almayı hedeflediğinin de altını çiziyor.
Diğer yandan sözleşmenin imzalandığı tarihten bu yana Filistin, Suriye, Doğu Türkistan başta olmak üzere dünyanın birçok bölgesinde çocukların hakları ihlal edilirken çocuk ölümleri, çocuk istismarları yaşanıyor, çocuklara ırkçı saldırılar düzenleniyor. Pek çok gelişmiş
ülkede çocuklara yönelik cinsel ve fiziki istismar vakaları ortaya çıkarken bu ülkelerde her sene binlerce çocuk ortadan kayboluyor. Bugün yaklaşık 47 milyon çocuk hayatına mülteci olarak devam ederken yaklaşık 468 milyon çocuk savaş ve çatışma bölgelerinde yaşıyor. Yaklaşık 160 milyon çocuk
ise işçi olarak çalıştırılıyor. Ağır koşullar altında sömürülerek ve istismar edilerek büyüyen çocuk işçilerin her onundan dokuzu Afrika ve Asya-Pasifik bölgesinde yaşıyor. Bu verilere baktığımızda BM tarafından hazırlanan ve çocukların korunmasını hukuki olarak koruma altına alan uluslararası bu sözleşme bu ihlallerin önlenmesine yönelik önleyici ciddi bir rol oynayamıyor.
KAYIP MÜLTECİ ÇOCUKLAR
İnsan ticareti, cinsel sömürü ya da çocuk işçiliğinde son bulan acı yolculuk
Bahsedeceğimiz günümüzde, üstelik tüm dünyanın gözleri önünde süren ibretlik bir süreç aslında: Halen savaştan, yoksulluktan kaçma ve yeni bir hayat kurma umuduyla ailesiyle ya da tek başına Avrupa'ya göç etmek zorunda kalan binlerce çocuk, evlerini terk ettikten sonra da zorlu mücadeleler vermeye devam ediyor. Avrupa'daki mülteci kamplarına birçok yasa dışı ve tehlikeli rota kat ederek varan çocuklar kamplarda yeterli güvenlik önlemleri olmadığı için gıdadan, sudan ve tıbbi olanaktan yoksun bir şekilde şiddeti ve istismarı yaşamaya devam ediyor. Kötü koşullar nedeniyle kampları terk etmek zorunda kalıyorlar fakat araştırmalar gösteriyor ki kampları terk eden çocuklar çetelerin ve suç şebekelerinin hedefi haline
geliyor. Böylece mülteci çocukların daha iyi koşullarda yaşamak için çıktıkları yolculuk insan ticareti, cinsel sömürü ya da çocuk işçiliğinde son buluyor.
Avrupa'da kaybolan mülteci çocukların verilerine bakıldığında korkunç bir tablo ortaya çıkıyor. 2018-2020 arasında en az 18 bin refakatsiz göçmen çocuğun Avrupa'daki kabul merkezlerinden kaybolduğu konusunda önemli bir araştırma yayımlandı. Ardından Lost in Europe tarafından yapılan başka bir araştırma son üç yılda 50 binden fazla çocuk göçmenin Avrupa'ya geldikten sonra kaybolduğunu ortaya koydu. 31 Avrupa ülkesinden talep edilen verilere göre en fazla kayıp çocuk yaklaşık 22 bin ile İtalya olurken bunu Avusturya, Belçika, Almanya ve İsviçre takip ediyor. Bazı ülkelerin sayıları takip etmemesi ve bu çocuklarla ilgili veri toplamaması nedeniyle sayıların daha da yüksek olduğu, refakatsiz kayıp çocuklara ilişkin ihbar sayılarının bunun "buzdağının görünen kısmı" olduğu söyleniyor. Kamp koşullarından gönüllü kaçtıkları ya da insan tacirleri tarafından kaçırıldıkları
düşünülen yaklaşık 50 bin çocuğun bugün nerede olduğu ve başlarına ne geldiği bilinmiyor. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin yaptığı araştırmaya göre ise Avrupa'da kayıp göçmen çocuklar sorununa yönelik kapsamlı bir çalışma bulunmuyor.
EPSTEIN DAVASI
Uluslararası üne ve güce sahip isimlerin karıştığı sapıklık skandalı
2019'da ABD'de başlayan ve dünyada oldukça ses getiren Epstein davası seneler sonra gizliliğin kaldırılmasıyla yeniden dünya gündemine oturdu. Bu sefer konu davada ismi geçen isimlerdi. Hatırlarsak 2001 ile 2019 arasında kız çocuklarını Virgin Adaları'na taşıyarak bir istismar ağı kuran milyarder finansçı Jeffrey Epstein, sayısız kız çocuğunu istismar etmek ve fuhuş ağı kurmak suçunda hapis cezasına çarptırılmış, 2022'de hapishanede şüpheli bir şekilde intihar ederek ölmüştü. Epstein, neredeyse 20 sene boyunca onlarca, belki yüzlerce kız çocuğunu kaçırmıştı. Devam eden davanın gizliliği 2024'te kaldırılınca medyaya dosyada geçen isimler düşmeye başladı ve birçok tanınmış ismin ağır bir davada adının geçmesi tüm dünyada deprem etkisi yarattı.
ABD'li ünlü politikacılar, İngiliz kraliyet ailesinden önemli isimler, dünyaca ünlü Hollywood yıldızları, Amerikalı tanınmış aileler, tanınmış iş insanları da dâhil olmak üzere birçok önde gelen kişinin Epstein ile bağlantıları bu ifşalar nedeniyle ortaya çıktı. Belgelerde yüzlerce isim arasında en dikkat çekenler Bill Clinton, Donald Trump, Bill Gates, Stephen Hawking, Prens Andrew'di. Bu isimler özel bir jetle adaya inip daha sonra helikopterle eve varıyorlardı. Medyaya yansıyan detaylardan sonra senelerce bu istismar ağından neden yetkililerin haberi olmadığını sorgulayan kamuoyu,
olaya müdahale etmesi gereken yetkililerin isimlerinin listede yer aldığı gördü. İstismara uğrayan bazı mağdurların ifadesiyle şebeke deşifre olurken herkesin aklında aynı soru vardı: Bu kız çocukları kimdi? Dünyada her yıl milyonlarca çocuk kaybolurken yalnızca ABD'de her yıl yaklaşık 800 bin
çocuk belgelerde kayıp olarak geçiyor. Kaçırılma, insan ticareti, göçler, savaşlar, doğal afetler ya da ailelerin ihmali nedeniyle kaybolan çocukların hayatı başka yerlerde maalesef devam ediyor. Kayıp çocuk meselesi ise global bir krize dönüşmüş durumda.
GAZZE'DEKİ İSRAİL TERÖRÜ
Çocukları dahi ayırt etmeyen gözü dönmüş bir vahşet
İsrail'in Gazze'ye yönelik bir senedir gerçekleştirdiği aralıksız saldırılarının hedefinde olan çocuklar, bu saldırıların en ağır bedelini ödüyor. Gazze'de aylardır çocuklar bombalarla, kurşunlarla, açlıktan, hastalıktan ya da enkaz altında kalarak hayatını kaybediyor. Saldırılar sonucu son bir senede yaklaşık 16 bin çocuk hayatını kaybederken yaklaşık 34 bin çocuk yaralandı. Gazze hükumetinden gelen verilere göre saldırılar sonucunda Gazze'de en az bin 500 çocuk uzuvlarını kaybetti veya başka kalıcı sakatlıklar yaşadı. İsrail, Gazze'nin tıbbi altyapısını da tahrip ettiği ve tıbbi yardımdan mahrum bıraktığı için BM ve bölgedeki yardım kuruluşları çocukların anestezi uygulanmadan uzuvlarının kesildiğini ve ameliyat edildiğini bildiriyor.
Kurumlar, 50 binden fazla çocuğun yetersiz beslenme nedeniyle acil tedaviye ihtiyaç duyduğu uyarısında bulunurken, en az 3 bin 500 çocuğun gıda sıkıntısı nedeniyle ölüm riski altında olduğu bildiriliyor. Yaklaşık 17 bin çocuğun aile bireylerini kaybettiği Gazze'de 21 bin çocuk ise kayıp olarak kayıtlara geçti. Binlerce kayıp Filistinli çocuğun enkaz altında kaldığı, tanınmayacak kadar yaralandığı, İsrail tarafından gözaltına alındığı veya kaos ortamında kaybolduğu tahmin ediliyor. Bilgi toplamanın neredeyse imkânsız olduğu Gazze'de bilinmeyen sayıda çocuğun da isimsiz olarak toplu
mezarlara gömüldüğü düşünülüyor. 500'den fazla okulu hedef alarak vuran İsrail, BM'ye göre bunların askeri amaçlı kullanıldığını iddia ediyor fakat iddiasına hiçbir kanıt sunmuyor.
Han Yunus'ta çalışan bir çocuk psikiyatristi Dr. Alakhras yaklaşık 10 aydır yaşanan durumu şöyle anlatıyor: "Uzun yıllar süren mesleki eğitiminin dili, bugün Gazze'deki çocukların ruh sağlığının ciddiyetini ele almak veya olası gelişimsel sonuçların ne olacağını düşünmek için tamamen yetersizdi." Çocukların hayatının ve geleceğinin hedef alındığı bu saldırılar için İsrail'e binlerce bomba ve füze ulaştırarak silah sağlayan en büyük ülke konumunda olan ABD'yi Almanya ve İtalya takip ediyor. İngiltere ise maddi destek sağlayan İsrail müttefiki diğer ülkelerden biri. Diğer Avrupa ülkelerinin de bazı anlaşmalar aracılığıyla İsrail'e silah sağlamaya devam ettiği biliniyor.