Teknolojinin hepimizi olduğu gibi çocukları da doğal yaşam rutininden çıkarıp başka bir habitatın içinde büyüttüğü su götürmez bir gerçek. Teknolojiyi sevsek de sevmesek de karşı olsak da olmasak da günümüz çocukları artık doğar doğmaz dijital kuvözlerin içine bırakılıyor. Erken doğumla dünyaya
gelen bebeklerin gelişimini sağlıklı şekilde tamamlamaları için bakıma alındığı kuvözler, içinde yaşadığımız dijital çağda yerini neredeyse her eve kurulan ve çocuğu erken büyüten dijital kuvözlere bıraktı.
Bunu bir metafor olarak ya da ütopik bir öngörü olarak söylediğim sanılmasın. Yapılan araştırmalar ve bilimsel veriler, çocukların nasıl bir okyanus içinde kulaç attıklarına dair çok şey söylüyor. Üstelik okyanusun suyu neredeyse her iki yılda bir değişiyor. Söylenmeyen tek şey, dalgalarının
seyri sürekli değişen bu okyanusun çocukları nasıl bir kıyıya çıkaracağı…
Artık pek çok çocuk geleneksel fiziksel gelişim noktalarına erişmeden dijital dönüm noktalarına erişiyor. 1970'li yıllarda 0-8 yaş arası çocuklar günde 1 saat 55 dakika televizyon izlerken bugün çeşitlenen dijital medya ile her gün 7 saat 40 dakikalarını ekran karşısında geçiriyor. Dünya üzerinde
15-24 yaş arası gençlerin yüzde 71'nin çevrimiçi olduğu, 18 yaşından küçük çocukların dünyadaki internet kullanıcılarının üçte birini oluşturduğunu düşünürsek bu dijital büfe başında bekleyen çocukların nasıl bir dijital oburlukla karşı karşıya olduğunu daha iyi anlarız.
Çocuklara tekno gübre serpmek
Ülkemizde dünyayı saran bu dijital kuşatmadan nasibini alıyor elbette hatta fazlasıyla. 85 milyonluk bir nüfusa sahip ülkemizde 74,4 milyon kişi mobil
internet kullanıcısı iken genişbant internet abone sayısı nüfusumuzu yüzde 10 aşarak 94,2 milyon kişiye ulaşmış durumda. Teknoloji çeşitlendikçe ve gittikçe artan sürelerle dijital bir bağımlılık arttıkça her evin dijital bir kuvöze dönüşmediğini kim söyleyebilir? Hele ki bebeğini susturmak,
yemek yedirmek ya da uyutmak için tablet ve cep telefonunu birer dijital dadıya dönüştüren anne- babalar olarak çocuğun ilk beş yılının beyin gelişiminde kritik bir dönem olduğu gerçeğini nasıl görmezden gelebiliriz?
Çocukların teknolojiyle çok erken yaşta tanıştığı veya tanıştırıldığı çağımızda onların üzerine nasıl bir tekno gübre serptiğimizi bilmiyoruz. Çünkü uzun vadede onların fiziksel, duygusal ve sosyal bakımdan nasıl etkilenecekleri ve bu tekno gübreyle flört etmenin nasıl bir sonuç doğuracağı bir muamma.
Ama artık gözle bile göreceğimiz değişimlerin olduğu da ortada. Duygusal değişimlerden değil fiziksel değişimlerden bahsediyorum. Birçok çocuğun daha çok erken yaşta uyku problemi, obezite, kas-iskelet sistemi bozuklukları, işitme ve görme sorunları yaşadıklarını sağlık verileri söylüyor.
İngiltere'de yapılan bir araştırma, 8-12 yaş aralığındaki çocukların yüzde 64'ünün artık doğada, bahçede, parkta oynamadığını, konuşma ve dil güçlüğü çeken anasınıfı çağı çocukların sayısında da yüzde 71 artış olduğunu ortaya koyuyor. Bu durum, çocukların hareket etme, etkileşimde bulunma, inceleme, ilişkiler kurma, uyuma ve besleyici gıdalar yeme ihtiyacının olduğu gelişme çağında, teknolojilerin çocuğun gelişimini sekteye uğratma potansiyeline işaret ediyor.
Yeni beyin: Başparmak
Bütün bunları bir kenara bırakarak teknolojinin fiziksel olarak nasıl bir yer değiştirmeye yol açtığını hepimizin rahatlıkla gözlemleyeceği bir duruma dikkat çekmem lazım. Japonların bir teorisi bu ve ismi de "Oya yubi se dai" yani "Başparmak Kuşağı." İki başparmağıyla teknolojik aletleri kullanan ve artık neredeyse bir beyin işlevi gören başparmak, iki boğumuyla, üç boğumlu diğer parmaklara göre daha hantal bir işleve sahipken, teknolojik gelişmelerle birlikte adetâ bir dönüşüm geçirdi. Akıllı telefonunu ve tabletini elinden düşürmeyen, PlayStation'da saatlerce oyun oynayan ve işini görebileceği bütün komutları başparmaklarıyla yapan günümüz çocukları, eski nesil insanların sadece imza için kullandığı baş parmağa yeni bir görev de yüklemiş oldu.
Durumu daha iyi netleştirmek için bir önceki kuşağa bir göz atmak yeterli. Anne-babalarımız televizyon kumandasında izleyeceği kanalın numarasına basarken işaret parmağını kullanır. Şimdiki çocuklar bunu sadece başparmaklarıyla yapıyor.
Yetişkinler bir evin ziline işaret parmağıyla dokunurken yeni nesil hemen baş parmağı devreye sokuyor. Eskiden okulda öğretmen mesela "Bunu sevenler el kaldırsın" dediğinde öğrencilerin işaret parmakları havadayken şimdi "beğendim", "okey" anlamında başparmaklar kalkıyor yukarı.
Kitap okuyan yaşlılar kitabın sayfalarını işaret parmaklarını ıslatıp çevirirken yeni jenerasyon bunu normal kitap ya da e-kitaplarından başparmak marifetiyle yapıyor. Masaya yapışmış bir şeyi büyükler işaret parmaklarıyla silmeye çalışırken yeni nesil de istem dışı, başparmak harekete geçiyor.
WhatsApp uygulamasında bir mesaj yazarken bile büyükler harflere işaret parmaklarıyla tek tek dokunurken dijital yerliler iki başparmakla vızır vızır ve inanılmaz bir hızda mesaj trafiği yaşıyor.
Başparmağın altın çağı
"Başparmak Çocukları" artık dünyanın her yerinde ve her dakika ellerindeki akıllı telefonlarından, tabletlerinden durmaksızın başparmaklarını çalıştırırken büyükler işaret parmaklarıyla bu çocukları gösterip "Ne olacak bu gençlerin hâli?" hayıflanmasını dile getiriyor.
Kimbilir bu dönüşüm belki de 1950'li yıllarda Marcel Bich'in üstten basmalı tükenmez kalemi icadıyla başladı. Baş parmağı harekete geçiren bu teknolojik dönüşüm 1977 yılında piyasaya sürülen Atari 2600'le bulaşıcı bir hâle geldi. Çünkü Atari'yle birlikte verilen bu ilk oyun konsolu
Fairchild Channel F, tek tuşlu kontrol aracı olarak çığır açtı. Başparmaklar bu joystick'ler ile sanal nesneleri hareket ettirmenin hazzıyla buluştu. Ardından Tetris, Nintendo, PlayStation gibi ürünlerle başparmaklar için altın çağ başladı.
Ve şimdi tam olarak "Başparmak Çocukları" çağındayız. Parmakların basit bir yer değiştirmesi gibi gördüğümüz bu durum aslında zihinsel bir değişimi ve dönüşümün kodlarını da barındırıyor. Çünkü bugüne kadar işlevsiz duran baş parmağımız yeni nesille birlikte hareket kabiliyetini insanlık tarihinde hiç olmadığı kadar artırdı.
Baş parmağın kumanda merkezine oturması ve diğer dört parmağımızdan daha fazla hareket ediyor hâle gelmesi kas işleyişimizden sinir sistemimize
pek çok şeyi değiştireceğinin habercisi. Beyinle direkt temasa geçen bir parmağa sahibiz artık ve bunun düşünce sistemimizi değiştirmeyeceğinin garantisi yok. Kimbilir belki de bu kullanımdan dolayı yeni doğan çocukların başparmakları daha da uzun hile gelecek ve genetik bir değişikliğe de yol açacak.
Teknolojiyi nasıl görmezden gelemiyor ve ortadan kaybolmasını artık hayal bile edemiyorsak, yapılacak şey belli. Çocuklar ağızlarını kapatıp başparmaklarıyla bizimle konuşmaya başlamadan önce bu dijital akışı yaş grubuna göre ayarlamak gerekiyor. Çocukların dijital deneyimleri kadar analog deneyimlere de ihtiyacı olduğunu bilip arada bir onları prizden çekmek gerekiyor. Beş parmağını kullanabilecekleri oyunlarla işe başlamaya ne dersiniz? Hatta "Başparmağım neredesin?" oyunu ile ilk adım atabilirsiniz. Tabii çocuğunuzun baş parmağı o sırada bir ekran üzerinde kendi çocukluğunu öldürmüyorsa…