Toplumsal değerler ve standartlar tarihsel ve kültürel koşullarla iç içedir. Bir coğrafya ve tarihte makul olan bir eylem, başka bir coğrafya ve koşulda makul olmayabilir. Biz bazen bunun farkında olamaz ve günümüz koşul ve standartlarını evrenselleştirmeye çalışırız. Bunlardan biri de çocukluk, gençlik ve onunla ilgili olan evlilik, çalışma, eğitim gibi kavramlardır. Biz burada popüler kültürde daha yaygın olduğu için çocukluk ve evlilik kavramlarının kesişimini örnek olarak alacağız. Evlilik yaşı geçtiğimiz yüzyıllarda neredeyse tüm toplumlarda ergenlikle başlatılıyordu. Kişi daha 12 yaşında yetişkin olarak kabul görebiliyordu. Bugün ise bizim için 12 yaşında biri çocuktur ve 12 yaşında evlilik kabul edilemez. Bu tartışma bazen Hz. Muhammed ile Hz. Ayşe'nin evlilik yaşı üstünden de gündeme gelebiliyor. Peki, kim haklı? Biz mi, geçmiş toplumlar mı? Yoksa daha karmaşık bir tablo ile mi karşı karşıyayız.
Felsefe tarihindeki en meşhur ahlak teorilerinden biri sonuçsalcılıktır. Bu yaklaşıma göre bir eylemin ahlaki olup olmadığı sonuçları tarafından belirlenir. Eylemlerin sonuçlarına bakmadan onlara otomatik olarak iyi ya da kötü diyemeyiz. Mesela yalanı ele alalım. Sonuçsalcı çerçevede yalan söylemek her zaman ve koşulda yanlış değildir. Mesela eşimizi aldatmak amacıyla yalan söylemek yanlıştır; diğer taraftan arkadaşımı, onu öldürecek birine yalan söyleyerek kurtarmak yanlış değildir. Birini yanlış, diğerini doğru yapan şey nedir? Sonuçsalcıya göre cevap çok nettir: eylemin sonuçları. Bir yalan insanın eşini aldatmasına vesile olurken, öbürü hayat kurtarmaya vesile oluyor. Bir eylem olumlu, mesela acıyı azaltan sonuçlara yol açıyorsa iyidir; diğer taraftan acıyı artıran sonuçlara yol açıyorsa kötüdür.
Sonuçsalcılık bize nesnel bir çerçeve sunar. Diğer taraftan bu çerçevede eylemlerin sonuçları durumdan duruma değiştiği için ahlaki ilkeler de mutlak
değildir. Bu yaklaşımın Batı felsefesindeki en önemli temsilcisi John Stuart Mill'dir. Ancak bu görüşe hem İslam düşüncesinde (mesela Maslahat), hem de Uzak Doğu düşüncesinde (mesela Çin'de Mohist felsefe) rastlamak mümkündür. Sonuçsalcılık bize ahlaki olguları tartışmak için güçlü bir araç sunar. Şimdi bu araçla yukarıdaki sorumuza geri dönelim.
Erken yaşta evlilik
Çoğumuz, ben de dâhil, erken yaşta evliliğin yanlış olduğunu söyleriz. Peki, ama neden? Kanaatimce erken yaşta yapılan evliliklerin yol açtığı sonuçlar, bu sorunun cevabını içeriyor. Gerçekten de bu tür evliliklerin sonuçlarına baktığımızda, genç kızların refahını olumsuz etkileyen pek çok faktörle karşılaşırız. Özellikle, erken yaşta evlilikleri yasaklayan yasal düzenlemeler bu zararları gerekçe gösterir. Ergenlik dönemindeki kız çocukları fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak hâlâ gelişmekte olan bireylerdir. Erken evlilik, eğitimlerini yarıda bırakmalarına neden olabilir, kişisel gelişimlerini
kısıtlayabilir ve özellikle erken yaşta hamilelik ve doğumla ilişkili ciddi sağlık riskleriyle karşı karşıya bırakabilir.
Sonuçsalcılık bize nesnel bir çerçeve sunar. Diğer taraftan bu çerçevede eylemlerin sonuçları durumdan duruma değiştiği için ahlaki ilkeler de mutlak değildir. Bu yaklaşımın Batı felsefesindeki en önemli temsilcisi John Stuart Mill'dir. Ancak bu görüşe hem İslam düşüncesinde (mesela Maslahat), hem de Uzak Doğu düşüncesinde (mesela Çin'de Mohist felsefe) rastlamak mümkündür. Sonuçsalcılık bize ahlaki olguları tartışmak için güçlü bir araç sunar. Şimdi bu araçla yukarıdaki sorumuza geri dönelim. Erken yaşta evlilik Çoğumuz, ben de dâhil, erken yaşta evliliğin yanlış olduğunu söyleriz. Peki, ama neden? Kanaatimce erken yaşta yapılan evliliklerin yol açtığı sonuçlar, bu sorunun cevabını içeriyor. Gerçekten de bu tür evliliklerin sonuçlarına baktığımızda, genç kızların refahını olumsuz etkileyen pek çok faktörle karşılaşırız. Özellikle, erken yaşta evlilikleri yasaklayan yasal düzenlemeler bu zararları gerekçe gösterir. Ergenlik dönemindeki kız çocukları fiziksel, duygusal ve psikolojik olarak hâlâ gelişmekte olan bireylerdir. Erken evlilik, eğitimlerini yarıda bırakmalarına neden olabilir, kişisel gelişimlerini kısıtlayabilir ve özellikle erken yaşta hamilelik ve doğumla ilişkili ciddi sağlık riskleriyle karşı karşıya bırakabilir.
Antik ve Orta Çağ dönemlerinde, dünyanın çeşitli yerlerinde hem kızların hem de erkeklerin evlenme yaşı genellikle oldukça düşüktü. Özellikle kızların evlilik yaşı, erkeklere kıyasla daha da düşük olabiliyordu. Orta Doğu'da, kızlar ergenliğe girdiklerinde genellikle 12-14 yaşları arasında evlenirdi. Avrupa'da ise, kilisenin de onayıyla evlilik yaşı 12'de başlayabiliyordu ve çoğu kız ergenlik döneminin hemen ardından evlendirilirdi. Bu durum sadece Hristiyanlığın etkisi altında şekillenmiş bir gelenek değildi; Antik dünyada ve Roma hukukunda da evlilik yaşı genellikle 12 olarak belirlenmişti. Antik Yunan'da da benzer şekilde, birçok yerde bu yaşlarda evlenmek normal olarak kabul ediliyordu.
Uzak Doğu'da da benzer eğilimler gözlemlenmekteydi. Çin'de kızlar genellikle onlu yaşların ortalarında, yani 15 ile 17 yaş aralığında evlenirdi. Orta Çağ Japonya'sında ise evlilik yaşı genellikle 12 olarak başlardı. Amerikan yerlileri arasında da benzer durumlar mevcuttu; örneğin, Aztek kadınları genellikle 15 ile 18 yaş arasında evlenirdi.
Orta Çağ'daki insanlar bize göre daha ahlaksız mıydı? Çocuklarını bizim kadar sevmiyorlar mıydı? Ne değişti? Cevap kanaatimce eylemlerin sonuçlarında yatıyor.
Çağlar arasındaki ahlaki sezi farklılığı
Orta Çağ'da insanların ortalama ömrü 31- 35 yaş aralığındaydı. Bu dönemde çağdaş tıp olmadığı için, günümüzde basit olarak kabul edilen enfeksiyonlar bile ölümcül olabiliyordu. Yüksek bebek ve çocuk ölüm oranları, pek çok insanın yetişkinliğe ulaşamadan ölmeleri anlamına geliyordu. Bu nedenlerle, erken yaşta evlilik, bireylerin genç ve sağlıklıyken çocuk sahibi olmalarını sağlamak adına pragmatik bir tercih olarak yaygındı.
Ayrıca, Orta Çağ'da ekonomik yapı da farklıydı; çoğu insan tarım toplumlarında yaşamakta ve büyük ailelerin emek yoğun tarım işlerini yönetmekteydi. Çocuklar, küçük yaşlardan itibaren ev ekonomisine değerli katkılar sağlayan bireyler olarak görülüyordu. Toplumlar, tarım ve diğer temel faaliyetler için gerekli iş gücünü sağlamak amacıyla nüfus seviyelerini korumak zorundaydılar. Erken evlilikler, hastalık, savaş ve diğer nedenlerle kayıpların yerini dolduracak yeterli sayıda çocuk sahibi olunmasını kolaylaştırıyordu. Soylular arasında yapılan evlilikler ise güçlü aileler arasında ittifaklar kurmak için kullanılan stratejik araçlardı. Erken yaşta evlilikler bu ittifakları daha hızlı güvence altına alabilir ve siyasi istikrar ile karşılıklı fayda sağlayabilirdi.
Bu avantajlar, Sanayi Devrimi ve Bilimsel Devrimle, özellikle de çağdaş tıbbın yükselişi ile birlikte yitirildi. Ancak, bu avantajlar geçmişin bir gerçekliğiydi. İlginç bir şekilde, yukarıda erken yaşta evlilik aleyhine sunduğumuz argümanların çoğu, Orta Çağ için geçerli değildi. Örneğin, o dönemde eğitim sadece çok az sayıda kişiyi ilgilendiriyordu; ortalama bir erkek veya kadının eğitim alma şansı yoktu. Bu nedenle, erken evliliğin eğitime engel teşkil ettiği söylenemezdi. Kadınların kendilerini geliştirmesi veya ekonomik bağımsızlığa kavuşması, ne yaşta evlenirse evlensin, pek mümkün değildi.
Sağlıkla ilgili argümanlar da, modern tıbbın gelişmemiş olması sebebiyle, Orta Çağ için büyük ölçüde geçerli değildi. Erken hamilelik ve doğumla ilişkili fiziksel sağlık riskleri elbette var olmaya devam ediyordu, ancak çok sayıda risk bulunmakta ve çocukların bir kısmı zaten erken yaşta ölme
riskiyle karşı karşıya kalmaktaydı. Dolayısıyla, erken ve çok çocuk yapmak, optimum bir strateji olarak görülüyordu. Sonuç olarak, Orta Çağ'da erken evlilikler toplumun refahına katkı sağlayan avantajlar sunarken, bugünün ek dezavantajlarını taşımıyordu. Diğer yandan, o dönemin avantajları
bugün için geçerli değil. Dolayısıyla o dönem ile bu dönmeki ahlaki sezgilerin bu kadar farklı olması çok da şaşırtıcı değildir.
Modern bir icat: Gençlik ve ergenlik
Yaşamın farklı ve kritik bir aşaması olarak "gençlik" kavramı, 20. yüzyıl boyunca sosyolojik değişimler tarafından derinlemesine şekillendirilen nispeten modern bir icattır. Önceleri çocuklar genellikle minyatür yetişkinler olarak görülür, fiziksel olarak yeterli hale gelir gelmez doğrudan yetişkin sorumluluklarına dâhil edilirlerdi. Buna çalışmak, evlenmek ve savaşmak da dâhildi. Bu algı az önce ele aldığımız, sanayileşme ve zorunlu eğitim
yasalarının ortaya çıkmasıyla dramatik bir şekilde değişti. Bu yasalar genç bireyleri okullarda tutarak işgücüne katılımlarını geciktirmiş ve toplumun farklı kesimlerinde gençlik evresini standartlaştıran kolektif bir eğitim deneyimi yaratmıştır.
Eşsiz bir gelişim aşaması olarak ergenlik fikri, 19. yüzyılın sonlarında G. Stanley Hall'un öncü çalışmaları sayesinde ilgi görmeye başlamıştır. Hall, ergenliği gelişimsel zorluklar ve potansiyellerle dolu, yeni toplumsal koruma ve rehberlik biçimleri gerektiren bir dönem olarak nitelendirmiştir. Bu kavram, oy verme, evlenme, çalışma, içki içme ve araba kullanma gibi çeşitli hak ve sorumluluklar için yaşa dayalı net ayrımlar getiren ve bu yaş grubuna yönelik toplumsal beklentileri pekiştiren yasal çerçevelerle daha da sağlamlaştırılmıştır.
Ekonomik dönüşümlerin öneminden söz ettik. Toplumlar tarımsal temellerden endüstriyel ve daha sonra hizmet odaklı ekonomilere geçtikçe, başarılı bir yetişkinlik için gereken beceriler değişmiş, ebeveyn desteğine bağımlılık artmış ve tam ekonomik bağımsızlık gecikmiştir. Bu ekonomik ve yasal yapıların yanı sıra, benzersiz tarzlar, müzik ve davranışların damgasını vurduğu canlı bir gençlik kültürü ortaya çıkmaya başladı. Bu kültür hızla ticarileşti, toplumun gençliği nasıl algıladığını etkiledi ve bu algı tarafından şekillendirildi. Bize hep böyle bir gençlik kültürü varmış gibi gelebilir,
ama görece yenidir. "Hayata atılmak", "gençliğini yaşamak" gibi kavramlar yenidir. Geçmişte insanlar hayata doğarlardı ve bağımlılıktan kurtulacak ilk fırsatta da çalışır, savaşır, evlenirlerdi. Bu yüzden ne Batı, ne Doğu, ne de Uzak Doğu'nun klasik kaynaklarının hiçbirinde gençlik ve onunla ilgili tartışmalara rastlanmaz.
Örf emperyalizmi
Buradaki analizin iki önemli sonucu var. Birincisi günümüz değerlerini geçmiş toplum ve normlara uygularken dikkatli olmalıyız. Bugün çocuk işçilerin ya da çocuk evliliklerin yanlış olması geçmişte yanlış olduğu anlamına gelmez. İkincisi geçmişin değerlerini de günümüze dayatırken yine dikkatli olmalıyız. Geçmişte çocuk işçilerin ya da erken yaşta evliliklerin normal olması bugün kabul edilebilir oldukları anlamına gelmiyor. Ben bu durumu fark edememekten kaynaklanan hataya "örf emperyalizmi" diyorum. Örf emperyalizmi, bireylerin kendi kültürel ve ahlaki değerlerini mutlak doğru olarak kabul edip diğer zamanlara veya topluluklara dayatma girişimidir.
Etik ilkeler havada asılı duran, dünyadan ve olaydan bağımsız soyut şeyler değildir. Etik ilkeler ancak koşullar ile etkileştikleri zaman sonuçlar üstünden doğru ya da yanlış diye yargı bildirirler. Bazen koşullar o kadar radikal değişir ki, etik bir eylem, etik olmayan bir eyleme rahatlıkla dönüşebilir. Etik değerlendirmeler, her zaman için spesifik tarihsel ve kültürel bağlamlar içinde ele alınmalıdır. Bu, geçmişin ve günümüzün koşullarını daha iyi anlamamıza ve daha adil bir perspektif geliştirmemize olanak tanır. Bu ahlakın göreliliği olduğu ve tartışmaya kapalı anlamına gelmez elbette. Ahlak kanaatimce nesneldir ama mutlak değildir. Cahiliye Araplarının kız çocuklarını gömmesi ya da Nazilerin soykırım yapması yanlıştı. Çünkü işlendikleri bağlamlar içerisinde de bu eylemler kötü sonuçlara yol açıyordu.