Hem çocuklar için hem de çocuklar üzerine çalışmalarınız var. Çocuğu ve çocukluğu nasıl tanımlıyorsunuz?
Tarih boyunca çok fazla ve farklı çocuk ve çocukluk tanımı yapılması aynı zamanda çocuk ve çocukluğun tanımsızlığından kaynaklanıyor. Tanımların farklı olması ergenlik öncesi henüz tasarımı gerçekleşmeyen çocuğun doğallığı, kültürel gerçeklik ve dünya görüşü farklılığından kaynaklanıyor. Son çocuk doğuncaya kadar doğacak her çocuk biyolojik açıdan "insan yavrusu"- dur. Çocuk ve çocukluk, tarihin, felsefenin ve sosyolojinin öznesi olamamış çağlar boyu. Kültürel tasarımı bakımından da tanımsız bir "insan"dır çocuk. Allah'ın değişmez yasasına göre, "Her çocuk aynı yaratılışta gelir dünyaya." Çocuk bilgelerinin ortak görüşünü hatırlamak gerekirse "evrenseldir çocuk." Bilge şair Sezai Karakoç, yetişkinlikten çocuk ve çocukluğa giderek kendine özgü çocuk felsefesinin ön sözünü şu dizeyle yazmıştı: "Bir insanı al onu çöz çöz çocuk olsun." Yıllar önce, "Renktir
çocuk" dizesini yazmıştım. İnsan küçüğüdür, çocuk. Çocukluğu betimlediğim kısa dizeyse şuydu: "İnsanı asıl rengine boyayan giriş katı." Hiç kuşku yok ki çocukluk tarihi ve sosyolojinin funda toprağı her medeniyet çevresinin çocuk kültürü birikimidir. Çocuğa ve çocukluğa çocuğun içinde büyüdüğü
duygu, kimlik ve düşünce evreni üzerinden ulaşılabilir. Buna karşın her çağda çocuk, insanlık medeniyetinin en gizemli ve büyük sorusudur. Hem de dünyanın son gününe kadar cevabı aranacak bir soru.
Çocuk algısı her dönemde değişiyor. Çağımızda çocuğa bakışın problemleri hakkında ne söylersiniz?
İnsanlık medeniyetinde bütün zamanlar için geçerli bir çocuk algısından söz edemeyiz. Çünkü çocuk ve çocukluk dünden bugüne sürekli değişen ve evrilen sosyo-kültürel toplumsal bir alandır. Her kültür çevresinin çocuk algısını o kültürün dayandığı medeniyetin insan yetiştirme anlayışı belirler. Kısaca, çocuk yetiştirme geleneği yön verir çocuk algısına. Çocuklukta başlar insanın insanlaşma süreci. Çocuk algısı, etimolojik, antropolojik, sosyolojik, psikolojik, pedagojik, ekonomik, politik, hukuki vd. boyutlarıyla birlikte şiir, edebiyat, sanat, felsefe ve iletişim bakışına göre de çok katmanlı ve bileşenli bir terim aynı zamanda. Çocukluk tarihi çalışmaları kültür ve medeniyet merkezli bir bakış açısıyla yapılmadıkça geleneksel, modern ve postmodern çocukluktaki değişimi de anlayamayız. İçinde bulunduğumuz yüzyılda her kültür ve medeniyet, çocuk geleneği bilgi kilerinden hareketle yetinirse modernleşmeyle dayatılan çocuk algısı kuşatmasından kurtulamaz. Önce sık sık değişen ve dayatılan geleneksel ve modern çocuk algılarıyla yüzleşilmesi gerekiyor. Bu yüzleşme gerçekleşmezse bütün yapılarıyla dayatılan "tek uygarlık" anlayışının çocuk algısı dünyada egemenliğini daha da pekiştirir.
Problemin ikinci nedeni ise neredeyse ortak kabule dönüşen çocuk algısının yetişkinlerin çocuk anlayışı ve tasarımına yönelik kalıplayıcı paradigmadan kaynaklanıyor olmasıdır. İbn Haldun'un şu sözüyle bu cümleyi sadeleştirmek gerekirse, "İnsan alışkanlıklarının çocuğudur." Tarihî derinlik içinde çocuk algısını ve çocuğa bakışı antropolojik, felsefi, geleneksel ya da çocuğu yetişkinden ayıran modern çocukluk paradigmasına göre tekrarladıkça çağımızda yaşanan çocuk gerçeğini ne anlayabiliriz ne de çocuk sarmallarını çözebiliriz. Çocuğa yönelik bir medeniyet bakışı, çocukla ilgili evrensel değerler ve çocuk felsefesine dayalı bütüncül bir bakışla yeni bir dil ve yeni kuramlar geliştirmedikçe de ülkemizin ve dünyanın çocuklarını bu kasırgadan kurtaramayız. Yetişkinlerin çocuk algısına göre değil, çocuğun kendi algısından hareket etmedikçe ve çocuğu çocuktan öğrenmedikçe yeni çocukluğu anlayamayacağımız gibi yeni çocuk dilini de inşa edemeyiz. Önce çocuğu çocuktan dinleme ve anlama yaklaşımı ile yeni çocukluğun algı evrenini öğrenerek çocuk dilini kurmaya ve çocukluk felsefesine yönelmeye çalışmalıyız. Çocuğu ertelememek için ara bir soru: "Nereden başlamalıyız bu dili ve felsefeyi kurmaya?" Çocuğa eğilmeyi ve çocuğa saygıyı öğrenerek. Hz. Mevlâna'yı duyar gibiyim: "Anlamak mı istiyorsun çocuğu? Diline dikkat et ilkin."
Sanayi Devrimi'yle baba, sonrasında anne evden çıktı. Çocuklar bakıcılarla veya kreş eğitmenleriyle baş başa kaldı. Artık çekirdek aile kavramından da bahsetmek pek mümkün değil. Bu şartlarda sağlıklı bir anne-baba-çocuk ilişkisini nasıl tesis edeceğiz?
Dünyada en zor aile ve çocuk sorularından birini siz de sordunuz şimdi. Sanayi Devrimi'nden bu yana yeryüzünde en çok etkilenen kurum, ailedir. Erken dönem kapitalizm kadını iş gücü kaynağına dönüştürünce çocuk giderek yalnızlaştı. Büyük aile çekirdek aileye dönüştükçe çocukluğun aile ortamı, sosyalleşmesi ve büyüme mekânları çok hızlı değişti farklı kültür coğrafyalarında. Bir yandan ailedeki değişim, diğer yandan okul çocukluğun yitip gitmesini ve tek tipleşmesini yaygınlaştırdı. Bu süreçle birlikte çocuk iş gücü istismarının temelleri de atılmış oldu. Karl Marks'ın, "Çocuklar on yaşına gelince çalışabilirler."sözünü hatırlıyorum. Bu sözünü okuduktan sonra bir daha okumadım Marks'ı, çünkü çocuğa bakışı nedeniyle benim açımdan o gün ölmüştü. Batı'nın teknoloji atılımı kısa sürede kıtaları ve ülkeleri içine alınca dünyada tek uygarlık anlayışı giderek yaygınlaştı. Buna bağlı olarak çocuk yetiştirme geleneği de seküler pedagoji anlayışına göre yeni bir aşamaya geldi. İnsanlığın tek uygarlığa doğru evrilme süreçlerinde önce kadın ve çocuk bedel ödedi ve baba çaresiz kaldı. Günümüzde daha da çetrefil durumda aile ve çocuk ilişkileri. Yeni dünyanın asıl beka meselesiyse aile ve çocuktur. Dijital dadı çağından önce çocuk daha güven içindeydi. Lorca'nın deyişiyle, "Bankalarda ölü çocuğun gözyaşlarını içenler azgın değildi o zamanlar." Kültürel kodlarımıza göre yapılandıracağımız aile geleneğimizi yeniden kurmadan anne-baba- çocuk ilişkisi için sağlıklı bir ortam oluşturmak çok zor. Çocukların büyüme ve gelişme dönemlerinde çocuklarıyla arkadaş olmalarından başka bir önerim yok anne ve
babalara.
Dijital yerli çocuk, dijital göçmen ebeveyn gibi kavramlar son yıllarda çok revaçta. Siz medyanın "dijital dadı" işlevi gördüğünü söylüyorsunuz. Çocukların yeni medyayla, dijital dünyayla ve en temelde ekranla sağlıklı bir iletişim kurması nasıl mümkün?
Yakın bir zamanda dijital dadının işlevi yapay zekâyla daha da etkin duruma gelecek. Hem çocuk hem de yetişkin giderek sanal dünya algısıyla yaşadıkça gerçeklikten uzaklaşacak. Zaten amaç da bu ve medya-sosyal medya zihin işgal merkezi işlevini daha da artıracak. Bunun anlamı çok açık: İnsanlık yazı kültüründen uzaklaştıkça hem zihni hem de aklı sanallaşacak ve sömürgeleşecek… Dijital ekosistem içinde doğanların
"doğuştan dijital yeterlilik becerilerine sahip olduğu" önermesiyse tam bir sosyal palavradır. Dijital medya ile yapay zekânın etkileşimli kullanımından kaygılanmak ve korkmak yerine çocuklarımızı bu kasırgaya karşı hazır duruma getirmeyi önermemin gerekçesiyse çok kısa: Dünya çocuklarını
sanal hafıza bağımlılığından korumak için medya ve yapay zekâ okuryazarlığı eğitimi. Hem de bebeklikten başlayarak. Çoklu medya ve yapay zekâ okuryazarlığı eğitimini gündemine alan toplumlar için az da olsa bir umut var. Çözüm önerime gelince: Türkiye'nin, çoklu medya okuryazarlığı
ile yazı kültürü temelinde Okuma Kültürü Programı.
Son dönemde dijital oyunların çocuklar üzerine etkileri çok konuşuluyor. Çocukları olumsuz yönde etkileyen dijital oyunlar hakkında ne tür düzenlemeler yapılmalı sizce?
İki binli yıllardan sonra oyun kültürü, oyunların dijital ortamda oynandığı bir anlayışa göre yapılandırılan sanal bir içerik çerçevesinden oluşuyor. Dijital oyunlarsa katılımcıların karar süreçlerini anlamak için kullanılan bir model. Dijital oyunun en ayırıcı özelliğiyse gerçek dünyada mümkün olmayan durumları deneyimleme fırsatı sunması. Dijital oyunlar sanal bir ortamda etkileşim sağladıkları gibi katılımcılara problem çözme, stratejik düşünme ve beceri geliştirme imkânı da sağlayabiliyor. Dijital oyunların dili etkili görsel estetikten oluştuğu için de bağımlılığa neden oldukları gibi dijital hafızanın da nedeni kabul ediliyorlar. Sanal dünya kurgusuna dayalı bir gerçeklik ve fanteziarasındaki çizgiyi bulanıklaştırdıkları için dijital oyunlar eleştiriliyor.
Oyuncuların gerçeklik algısı ve oyun içi yansımaları da bağımlılık ve felsefi yönleriyle bir dizi sorunlar içeriyor. Dijital oyunlar çağımızda yalnızlaşan insanları bir araya getiren, katılımcılara sosyal deneyim sunan, sosyal etkileşim yanında iş birliği ve rekabeti teşvik eden bir türdür. Böylece dijital oyun sanal toplulukların oluşmasını sağlayan bir yaşama biçimi kültürüne alıştırır katılımcıları.
Dijital oyunlar ne kadar masum?
Dijital oyunlar yetişkinler için çok masum bir görsel şölen gibi görünse de çocuk ve dijital oyun ilişkisi bu kadar masum değildir. Çünkü dijital oyun, doğası gereği sanal dijital gerçekliğe göre kurgulanır. Bilindiği gibi modern dünyada yalnızlaşan çocuğun sanal gerçeklik içinde büyümesi başlı başına bir açmazdır. Cinsellik, cinsel sapma, gizli eşcinsellik ve LGBT, savaş ve çok içerikli çevrimiçi oyunların çoğunun yetişkinlere yönelik içeriklere göre kurgulandığı dikkatten uzak tutulmamalı.
Jean Baudrillard çeyrek yüzyıl önce, "Artık bundan sonra toplumsal ve siyasal düzen cephesinde, özel bir sorun var ki o da çocuklar sorunudur." demişti. Bugün de dünyanın neresinde doğarsa doğsun bilişim teknolojileri ve yapay zekânın buluştuğu aşamada hiçbir bebek güvende değil artık. Çocukları dijital oyunların olumsuz etkilerinden koruyacak bir sistem yok henüz dünyada. Bu tür dijital oyun içerikleri çocukların büyüme ve gelişmeleri üzerinde psikolojik, duygu ve davranış bakımından bir dizi olumsuzluğa yol açtığı gerçeğinden hareketle, dijital oyun ilgisine göre her çocuk için aile merkezli özel koruma modelleri geliştirilebilir. Demokratik ve özgürlükçü yönetimleri olan ülkeler aile ve çocuğu korumaya yönelik tema, içerik ve süre açısından koruyucu yazılım modelleri geliştiriyorlar. Sosyal medya dâhil ülkemizin bu yönde hazırlığı yok henüz.
Çok uyaranlı çocuk kitapları çıkmaya başladı. Mobil uygulama hâline getirilmiş sesli, görüntülü, oyunlu interaktif kitaplar revaçta. Klasik kitaplara göre bu tür uygulamaların nasıl ayrıştığını düşünüyorsunuz?
Çeyrek yüzyıldır basılı çocuk edebiyatı görsel bir dille tam anlamıyla tecimsel bir enstrümana dönüştü. Sanal estetiğe dayalı ses, görüntü, oyun ve etkileşime olanak sağlayan bu türler oyuncak kitap işlevine göre de tasarlanıyor. Yazı kültürü ve edebiyatın araçsallaşmasının çocukla edebiyat arasındaki bağın kurulmasına engel olduğu dikkatten uzak tutulmamalı. Çok uyaranlı dijital yayınlara erişebilen çocukların çok azı okuma becerisi edinmiş çocuklardır. Bu durumun dünya çocukları için de geçerli olduğu bilgisi yer alıyor araştırmalarda. Çocuğun yazı kültürü ilişkisini kuramamış ve çocuğa okuma becerisi kazandıramayan toplumların önemli çocuk açmazlarından biri de okuma-yazma öğretmeyle yetinmeleridir. Çok uyaranlı kitapla basılı kitap arasındaki tercihi çok uyaranlı yayınlardan yana yapan çocukta yazı kültürü gerilediği gibi, hayal kurma ve yaratıcılıkları da örseleniyor. Dramatik ses, görsellik ve efektle çocuk edebiyatı tek tipleştirici bir yapıya büründükçe yazı kültürü de edebiyat da ölüyor. Çekincemin
diğer nedeniyse, bu uygulamaya bağımlı hâle gelen çocukların edebiyat okuru olmadan ve edebiyatı kavrayamadan büyümelerinden kaynaklanıyor.
Türk çocuk edebiyatının kendine has bir çizgi yakalayabildiğini düşünüyor musunuz? Çocuk kitapları yazmak isteyen birçok yazar adayı var. Onlara ne söylemek istersiniz?
Modern çocuk edebiyatımız başlangıcından günümüze kadar kültürel temelden ve kültürel devamlılıktan yoksun bir edebiyattır. Ne geleneğin çocuk ürünleri ne de halk edebiyatımızın zengin birikimi çağdaş bir edebiyata dönüştürebilmiştir bugüne kadar. Kaynaklardan yararlanmayı amaçlayan bir program hazırlama çabası da yoktur henüz. Çok az sayıda poetikalı şair ve yazarın yazdığı iyi, klasik ve kanonik örnekle yoluna devam ediyor çocuk edebiyatımız. Başlangıcından günümüze kadar modern Türk çocuk edebiyatının önündeki çok kalın "pedagoji ve öğreticilik duvarı" bir türlü aşılamadı. Bu kalın duvar, çocuğu anlayan, estetik üstünlük bilinciyle okul öncesi, çocuk ve ilk gençlik edebiyatı yazarlarının iyi örnekleriyle aşılabilir. Sanıldığının aksine yaşı küçük çocuk edebiyatı yazarlığı yetişkin edebiyatı yazarlığından zordur. Dünya çocuk edebiyatının kurucu metinlerini okumalı ve üzerlerinde düşündükten sonra ilk adımlarını atmaya karar vermeli genç kuşağın yazarları.
Yakın zamanda çocuk tacizi ve şiddet haberleri çoğalmaya başladı. Çocukları bu konuda bilinçlendirmek hassas bir konu. Onlara bu konuda nasıl yaklaşmamız, ne tür telkinlerde bulunmamız gerekiyor?
Çocuklara "öğüt" ile yaklaşmadan önce ülke ölçekli çocuk politikası, kültürel boyutlu sosyal program, çocuk hakları ve çocuk hukukuna dayalı önleyici, koruyucu, geliştirici Çocuk Koruma Sisteminin bütün bileşenleriyle yapılandırılması gerekir. Elbette bu sistemin amaçları arasında öncelikle çocuk
istismarı ve çocukların eğitimi boyutu yer almalı. Ne yazık ki bu konularda da yıllarca çok belge hazırlandı ülkemizde; buna karşın uygulama çok cılız ve denetim mekanizmaları işlevsiz. Refah devleti, aile ve çocuk refahı tartışmalarını yapamamış bir ülkeyiz. Sosyal politika anlayışını maddi yardımdan "hak temelli" sosyal destek anlayışına doğru yeniden düzenlemek çok önemli. Yüzde yüz çocuk hakları anlayışını uygulamak için de çözüm odaklı modelleri bir an önce geliştirmek gerekecek. Sevgili çocuğumuz Narin'in yası bitmeden yeni çocuk acılarıyla her gün ölmeye devam ediyoruz. TÜİK istatistiklerine göre son on yılda güvenlik birimlerine kayıp ihbarı yapılıp bulunan çocuk sayısı 172 bin 220. Bulunamayan çocuk sayılarını içermeyen bu gibi istatistikler durumu anlamak için yeterli değil. Bulunamayan çocuk sayısı en iyi ihtimalle yüzde 1-2 bile olsa bu binlerce çocuk demek!.. İlgili Bakanlıkların kayıp çocuklarla ilgili bir model geliştirmesi gerekir. Sorumuzu tekrar edelim: Kayıp ve kayıp başvurusu yapılmamış kayıp çocuklarımız nerede?..
Geçtiğimiz yıl Çocuk Vakfı "Türkiye Çocuk Yıllığı 2023 – 100 Yıllık Çocukluk Tarihi" isimli 2452 sayfadan oluşan çok geniş kapsamlı bir çalışma yayımladı. Bu çalışmayı hazırlarken neyi amaçlamıştınız?
Ana fikri Çocuk Vakfı tarafından geliştirilen Türkiye Çocuk Yıllığı 2023, Cumhuriyet Dönemi çocuk ve çocukluk resmini 100 yıllık bir bakış açısıyla değerlendiren ilk çocuk yıllığı. Türkiye Çocuk Yıllığı 2023'ün en önemli tespiti şu oldu: Türkiye, 100 yıl boyunca aile ve çocuk konularında sosyal
bilimlerin önerilerini, 1962 sonrası 5 yıllık DPT Plan ve Raporlarını dikkate almadan günlük politik kaygılarla aile ve çocuk politikalarıyla yetinen bir ülke görünümü içinde... Yıllığın toplamı değerlendirildiğinde ikinci 100 yıl için önerileri de şöyle sıralanabilir: Aile ve Çocuk Sağlığı hizmetlerinin niteliği ve işlevlerinin geliştirilmesi. Aile ve Çocuk Refahı ile Sosyal Hizmet uygulamalarının "birlikte üretim, hesap verebilirlik, orantılılık ve ortaklık" ilkelerine
göre yeniden yapılandırılması. Aile ve Çocuk Yoksulluğunu Önleyici Politika ve Stratejilerin hazırlanması ve uygulanması. Önleyici, koruyucu ve geliştirici etkin bir Çocuk Koruma Sisteminin kurulması. Kültür ve Medeniyet temelinde eğitim sisteminin zek ve yeteneğin geliştirilmesi anlayışına
göre yeniden yapılandırılması Engelliler için Politika, Strateji ve Uygulamaların sosyal hizmet, eğitim ve denetim sistemi çerçevesinde yeniden düzenlenmesi. Çocuk Hakları ve Çocuk Hukuku bakış açısıyla Türkiye Çocuk ve Gençlik Kanunu'nun hazırlanması. Aile ve Çocuk Sosyal Kültürel
Programı'nın çocuk görüşü alınarak hazırlanması ve uygulanması. Yazı kültürü ile çoklu okuryazarlık anlayışıyla çocuk görüşü alınarak örgün, yaygın ve sargın MEB Okuma Kültürü Programı hazırlanması ve uygulanması. 2013 yılında çocuk görüşü alınarak hazırlanan 1. Türkiye Çocuk ve Medya Stratejisi ve Uygulama Planının güncellenerek sonuçlandırılması. TBMM Aile, Kadın, Çocuk, Gençlik Komisyonu kurulması. Dilerim ikinci yüzyılımızda ülke ölçekli çocuk ödevleri ertelenmez ve çocuk gerçeğiyle yüzleşme cesareti gösteririz.